‘Hayata Dönüş’ adı altında cezaevlerinde gerçekleşen katliam operasyonu 20 yılı geride bıraktı
Yadigar Aygün
Türkiye genelinde 90’lı yıllar toplumsal mücadelenin, politik örgütlenmenin yükseldiği zamanlardı. 1989 bahar eylemlilikleri, 1991 yılı Zonguldak madenci yürüyüşü, aynı süreçte kamu emekçilerinin ve öğrenci gençliğin hareketi diğer yanda Kürt illerinde serhildanların yükselişi vardı. 1990’lı yılların sonunda devlet artık F tipi uygulamasına geçmek istiyordu. Bu planların gerçekleştirilebilmesi için ilk olarak 1999 yılı Eylül ayı sonunda Ulucanlar Cezaevi’nde katliam uyguladı. Devlet dışarıda işkence, yargısız infaz, zorla kaybetme biçiminde batıda kendini gösterirken, Kürt illerinde ise ev basma, köy boşaltma ve yakma, zorla göç ettirme, faili meçhul cinayetler işleyerek katliamlara devam ediyordu. İktidar, yaşanan bu baskılara ve işkencelere, katliamlara, insan onuruna yakışmayan uygulamalara karşı çıkan devrimcileri toplumda yükselen muhalif birer ses olarak gördüğü için cezaevlerinde katliam planlarını hayata geçirdi.
Kod adı Hayata Dönüş
F tipi cezaevlerine geçiş kararının alındığı 2000 yılında, koğuş sisteminden hücre tipi sisteme geçme planına karşı çıkan siyasi tutuklular, taleplerini 19 maddede toplayıp süresiz açlık grevine başlamıştı. 20 Ekim’de başlayan açlık grevi, iktidarda bulunan DSP-MHP-ANAP koalisyonunun bu taleplere yanıt vermemesi üzerine ise 45. gününde ölüm orucuna dönüştürülmüştü. Bu eylem üzerine ‘Hayata Dönüş’ adı altında 20 cezaevine dönük operasyon kararı alındı. 19-22 Aralık tarihlerinde gerçekleştirilen operasyonda 8 jandarma komando taburu, 37 bölük asker, binlerce çevik kuvvet ve gardiyan görev aldı. İçeriği bilinmeyen kimyasallar, el bombaları ve 20 bini aşkın gaz bombasının kullanıldığı bu operasyonlar sonucunda 28 tutuklu ve 2 asker olmak üzere toplam 30 kişi hayatını kaybetti. Bu katliamın ardından devam eden ölüm oruçlarında ise içeride ve dışarıda 122 kişi daha yaşamını yitirdi. Yine 600’ün üzerinde tutuklu, operasyonlar sırasında ve ölüm orucuna dönük müdahaleler sonucu bedenlerinde kalıcı hasar olan Wernicke Korsakoff hastalığına yakalandı ve hafızalarını kaybetti.
Deliller yok edildi
Deliller suç işleyenler tarafından toplanarak yok edildi. İnsan vücutlarından kurşunları çıkarmaya çalıştılar. Cesetler üzerinde oynama yaptılar. Bunlar raporlarla belgelendi. Pek çok insanın cesedi kömür yığını halinde ve tanınmayacak haldeydi. “Kalleşçe öldürdüler”, “Diri diri yaktılar”, “Onlarca ölü var”, “Ben devrime güzelliğimi verdim” sözleriyle 19 Aralık Katliamı hafızalarımıza kazındı. İktidarın adına ‘Hayata Dönüş’ adı vererek gerçekleştirdiği katliamda yüzlerce insan hayatını kaybetti. Sağ kurtulanlar ise o gün olduğu gibi bugün de mücadeleye devam ediyor. O dönemi yaşayan tanıklar ve davanın avukatı Gülizar Tuncer ile konuştuk.
Asitlerle diri diri yaktılar
19 Aralık “Hayata Dönüş” Katliamı sırasında Bayrampaşa Cezaevi’nde tutuklu olan Rıdvan Kodak, cezaevlerinde yapılan katliamların toplumu baskı altına almak ve muhalif sesleri susturmak için yapıldığına dikkat çekti. Kodak, katliam sırasında yaşananları gazetemize anlattı. Kodak, “Bayrampaşa Cezaevi’nde 5. koğuştaydım. Uyumamıştım. 19 Aralık sabahı saat 05:10-05:15 gibi gaz bombalarıyla, ateş ederek, yangın bombalarıyla, asit dökerek cezaevlerinde katliam yaptılar. Bazılarını göremedik ama çoğunu duyduk. Kendi koğuşumuzda bize yapılanları gördük. Katliamı arkadaşlarımızla gördük, hepsini beraber yaşadık. Kadınlar koğuşuna asit atıldı. Diri diri yakılan kadınların çığlıklarını duyduk. Çığlıklar, sloganlar yükseldi. Sürekli mermi atılıyordu. ‘Çıkın hepiniz gebereceksiniz’ diye gelen polisler vardı. Bu devlet kurulduğu günden bu yana kendine muhalif olanları düşman konumuna sokarak hep katliam yapmıştır. Devletin yapısı bu. F tiplerine geçmek istiyorlardı; cezaevlerinin toplumu yönlendirdiğini söyleyerek, cezaevlerini hedef göstererek, kitlelerin beyninde bir manipülasyon yapıp bu katliama hazırlandılar. Cezaevlerindeki insanlar direnen, başkaldıran, muhalefetin en üstündeki kişilerdi. Cezaevlerini bastırarak toplumda bir korku yaratılmak isteniyordu. 19 Aralık bunun için yapıldı” dedi.
Hedef devrimci kitle
Kodak, F tipi cezaevlerine geçmek istenmesinin nedeninin devrimci kitleyi yok etmek, devrimcileri toplumdan ve yaşamdan izole edilerek tecrit altına almak için yapıldığını söyledi. Kodak, “Devrimcileri bireyselleştirme, kişisizliksizleştirme, yalnızlaştırma, toplumdan izole etmek için F tipine geçilmek istendi. Devrimcileri ailelerinden koparmak istediler. Hepimizin ortak bir komünist düzen içerisinde yaşamasını engellemek için yapıldı. Toplumun önüne çıkmış, toplumun isteklerini savunan, mücadele eden insanları yok edersen halkın kendine güveni kalmayacak, hedef oydu. Birçok arkadaşımız katliamda öldü, sakat kaldı. Devlet ne yaptı? Hiçbir şey sağlık sorunlarını bile çözmedi” diye belirtti.
Sorumlular emri verendir
Kodak, 19 Aralık Katliamı’nın asıl sorumlularının devlet olduğunu vurguladı. Asıl sorumluların yargılanmadığına dikkat çeken Kodak, “Sorumlular emri verenlerdir. Devletin yapısını, kanunlarının nasıl işlediğini hepimiz çok iyi biliyoruz. AİHM, Türkiye’yi tazminata mahkûm etti. Bana para verdiler. Adalet bu, parayla dönen bir adalet. Neyin adaleti bu? Baştakiler verip parayı kurtuluruz diyor. Böyle bir devlet anlayışı var. Birçok arkadaşımız sakat kaldı, birçoğu öldü. Asıl sorumlular hâlâ yargılanmadı” dedi.
‘O politika devam ediyor’
Kodak, 19 Aralık Katliamı’nın amacının toplumu ve devrimci kitleyi yok etmek için yapıldığının altını çizdi. Kodak, aynı politikanın Kürt illerinde, Kürt yurttaşlara yönelik bugün de devam ettiğine dikkat çekti. “19 Aralık yalnızca bize yapılmış bir şey değil. 1980’de Diyarbakır Cezaevi’nde yapılanlar, Ulucanlar Cezaevi’nde yapılan işkence ve katliamların hepsi ortada. Hapishanelerin neden var olduğu ortada. Demokrat kamuoyunu yok etmek için bütün her şeyi çarpıtıyorlar. 19 Aralık, devrimci bir kitleyi yok etmek için yapıldı. 19 Aralık gibi katliamlar doğuda hâlâ sürekli yapılıyor. Hatta çok daha ağırları yapılıyor. Bizim yaşadıklarımızdan daha ağır katliamlar yaşanıyor. Hâlâ da cezaevlerinde katliamlar sürüyor çünkü iktidarlarını kaybetmekten korkuyorlar. Her türlü saldırganlığı, pisliği yapıyorlar. Bugünkü politik ortam bizim ne kadar haklı olduğumuzu, ne kadar doğru şeyler söylediğimizi ortaya koyuyor. Hepimiz görüyoruz bunu. Artık sosyalizm komünizm demesek bile onların koşullarında, yasalarında demokrasi isteğimizi bile kabullenemiyorlar. Devrimciler, buna karşı direnen en büyük güç” diye konuştu.
‘Örgütlenip mücadele etmeli’
Kodak, 19 Aralık Katliamı’nın devlet aklıyla ve merkezi olarak yapıldığını söyledi. Katliamı yaşayan kişilerin diğer siyasi partiler ve toplum tarafından yalnız bırakıldığına dikkat çeken Kodak, sadece Kürtlerin yanlarında olup destek verdiklerini vurguladı. Kodak, devletin katliam politikalarına karşı ortak mücadele etmenin öneminin altını çizdi. Kodak, “Bugün CHP bile 19 Aralık günü çok yanımızda durmuyor. Bu bir devlet politikasıydı. Yanımızda duranların önderleri cezaevlerine koyulmuş durumda. Kürt halkından bize destek var. Başka kimseden destek yok ki. Bugün bir arada olup ortak sorunlar üzerine mücadele etmemizin zamanı. Ortak sorunlarımız üzerine yürümemiz gerekiyor, kimin önderlik ettiği önemli değil. Zaten önderlik eden bir halk var. Halkla birlikte demokrasi mücadelesi vermek en önemlisi. Yaralarımızın hepsi sarılır. Sakat kalmamız, fiziksel sorunlar yaşamamız, psikolojimiz hepsi düzelir. Mücadele ederek kazanmamız, başarmamız lazım. Biz bir başkasını yok ederek yürümüyoruz. Biz halkın genel istekleri üzerine mücadele ediyoruz. Politik olarak örgütlenerek, demokratik alanlarda katliamcı zihniyete karşı mücadele etmemiz gerekiyor” dedi.
Asıl sorumlular yargılanmadı
Davanın avukatı Gülizar Tuncer, katliam için talimat veren askeri ve siyasi sorumlular hakkında dava açılması taleplerinin reddedilerek asıl sorumluların hâlâ yargılanmadığına dikkat çekti. Tuncer, açılan davaların cezasızlıkla sonuçlandığının altını çizdi. Tuncer, “Öncelikle belirtmek gerekir ki 19 Aralık 2000 tarihinde gerçekleştirilen operasyonla ilgili olarak açılan ilk davalar katliamı gerçekleştirenlere değil de mahpuslar aleyhine oldu. Operasyon sırasında gerçekleştirilen fiziki ve psikolojik şiddet sebebiyle hapishanede kalan herkesin etkilendiği ve bu anlamda mağdur olduğu bir tabloda, davaların öncelikle isyan, mala zarar verme ve memura mukavemet suçlamalarıyla onlar aleyhine açılmış olması anlamlıdır. Yıllar geçtikten sonra askerler hakkında dava açılmış olması ise çok fazla anlam ifade etmiyor. Zira başlangıçtan itibaren bütün dilekçelerimizde olayın esas sorumluları olan; bu operasyona karar veren, hazırlık sürecinde yer alan, ortam ve olanak hazırlayan, emir ve talimat veren askeri ve siyasi sorumlular hakkında dava açılması talebimiz reddedilerek yalnızca operasyon sırasında görev alan askerler hakkında dava açıldı. Bayrampaşa Cezaevi örneğinde olduğu gibi olayın üzerinden 10 yıl geçtikten sonra önce askerlere, sonra zoraki biçimde bir kısım komutan hakkında açılan davalar ise beraat ve zaman aşımı ile sonuçlanacaktır. Şimdiye kadarki süreçte zaten operasyonun gerçekleştiği diğer illerdeki dosyalardan da bir sonuç elde edilememiş, biten dosyaların tamamı cezasızlıkla sonuçlanmıştır. Çünkü yargılamaların başında henüz iddianame hazırlanırken, sanık konumundaki kişilerin ‘kanunun emrini yerine getirdikleri’ ve kendilerine yönelik saldırılar karşısında ‘meşru müdafaada bulundukları’ gerekçesiyle ceza verilmesine yer olmadığı belirtilmekte, mahkemeler de bu yönde kararlar vermektedirler” diye belirtti.
Kimyasallar kullanıldı
Tuncer, katliamın Milli Güvenlik Kurulu (MGK) kararıyla, 20 cezaevine birden merkezi düzeyde gerçekleştirildiğini hatırlattı. Katliam sırasında kimyasal kullanıldığına dikkat çeken Avukat Tuncer, “Yaşamını yitiren ve yararlananların sayısı, ölüm ve yaralanma biçimi itibarıyla da sonuçları en ağır olan cezaevi katliamıdır. Dava dosyalarına gönderilen ve ‘Tufan’, ‘Bora’ vb. isimlerle anılan ‘Müdahale Planları’ndan da anlaşılmaktadır ki devlet hapishanedeki siyasi mahpusları ‘düşman güçler’ olarak görmekte ve ‘dost güçler’ olarak tarif edilen asker ve polis gücüyle onları imha etmeyi amaçlamaktadır. Zaten binlerce askerin, polisin katılımıyla ve binlerce mermi, gaz bombası kullanılıp çatılar delinerek, duvarlar yıkılarak ve hâlâ niteliği anlaşılamayan kimyasallarla insanların yakılıp boğulduğu, kurşunlandığı, işkence gördüğü bir operasyonun sonrasında açılan davalarda maddi gerçeği ortaya çıkarmak vb. amaçlarla hareket edilemeyeceği açıktır”dedi.
Adalet mücadelesi
Katliamın devlet eliyle gerçekleştiğine dikkat çeken Avukat Tuncer, dava sürecinde cezasızlık politikası uygulandığının altını çizdi. Zaman aşımı ile davaların düşürülmek istendiğini belirten Tuncer, “Nitekim başlangıçtan beri dava dosyasındaki delilleri karartmaya, yok etmeye çalışsalar da eldeki mevcut deliller; olay yeri inceleme raporları, balistik incelemeler, otopsi raporları, kamera görüntüleri, tanık anlatımları, hatta bazı sanıkların anlatımları adam öldürme, yaralama, işkence gibi ağır suçların işlendiğini ve sanıkların cezalandırılmaları gerektiğini açık biçimde ortaya koymaktadır. Ancak bu zamana kadarki yargı pratiği yargı organlarının devlet adına hareket eden bu görevlileri koruyup kolladığını ve cezasızlık politikasının işletildiğini gösterdi. Dolayısıyla bu durum ve operasyonlara ilişkin Avrupa, Amerika desteği elbette ki ileride de benzeri operasyonların yaşanmasını teşvik edici boyuttadır. Katliamın esas sorumlusu devlettir. Katliam sırasında suç işleyen fail konumundaki kişiler de devlet adına hareket eden resmi görevlilerdir. Ancak bugünkü haliyle devletin ideolojik şiddet aygıtı olarak görev yapan mahkemelerin devletin sorumluluğunu ortaya koyabilecek kararlar alması mümkün değildir. 19 Aralık katliam dosyalarından yalnızca Bayrampaşa dava dosyası devam ediyor. Ümraniye dosyası istinaf aşamasında, bazı dosyalar Yargıtay aşamasında, ama büyük çoğunluğu beraat ve zaman aşımı ile sonuçlandı. Katliamcı zihniyete karşı sonuna kadar mücadele edeceğiz” diye konuştu.