İnsanlar toksik kimyasallara tarihte hiçbir dönemde bu kadar çok maruz kalmıyordu. Toksik madde kirliliği bugün yeryüzündeki hayatı tehdit eden en önemli sorunlardan biri olarak görülüyor
Gülcan Kılagöz/İstanbul
Açlıktan ölünmez sözünün kocaman bir yalan olduğunu artık dünyada yaşanan örneklerden biliyoruz. Açlıkla mücadele eden yoksul insanlar, kimyasallarla donatılmış gıdaları yemek zorunda bırakılıyor. Ülkede de yoksul halkı kötü beslenmek zorunda bırakan AKP hükümeti, gıda güvenliği konusunda izlediği politikalarla bunun zemini oluşturuyor. Yurtdışına ihraç edilmek üzere yola çıkan ancak kimyasal madde içerdiği için sınırdan geri dönen gıdalara ne oluyor sorusu ise, hala sorumlu bakanlıklar tarafından açıklanmış değil. Halk sağlığının yaşadığı tehditleri ve sorunun çözümünü ‘Mutfaktaki Kimyacı’ kitabının yazarı Barış Akdemisyeni Bülent Şık ile konuştuk.
Kaleme aldığınız güncel konuları kitaplaştırmaya nasıl karar verdiniz?
Gıda güvencesi ve gıda güvenliği hakkında yıllardır çeşitli mecralarda yazıyordum. Kitabın editörlüğünü de yapan Aslı Güneş birbiri ile bağlantılı yazıların bir kitapta bir araya toplanmasının iyi olacağını söyledi ve kısa zamanda Mutfaktaki Kimyacı kitabı ortaya çıktı.
Kitabınızda konuları üç başlık altında topluyorsunuz. Özellikle çocukların beslenmesi üzerinde duruyorsunuz ve bebeklerin anne karnında başlayarak beslenme anlamında büyük risk altında olduğunu belirtiyorsunuz. Neden?
En önemli nedeni yiyecek ve içeceklere bulaşma potansiyeli olan toksik kimyasalların sayısının çevre kirliliğinin yaygınlaşması nedeniyle çok artmış olması. Modern yöntemlerle yapılan tarımsal üretimde kullanılan toksik kimyasal sayısı da epeyce çok. Bu kimyasallar en çok çocuklara zarar veriyor. Çocukların yaşı küçüldükçe gördükleri zarar da artıyor. Bazı kimyasallar bildiğimiz, yıllardır kullandığımız toksikolojik anlayışımıza uymuyor. Bu tip kimyasal maddelerin miktarı az olsa da sağlığa zarar verici olabiliyorlar ve dolayısıyla bir eşik değer söz konusu değil. Bu kirlilik doğal bir durum değil elbette; yol açtığımız bir durum ve en başta kontrolsüz bir şekilde iş gören endüstriyel faaliyetler, doğaya serbestçe atılan atıklar, iyi organize olamamış bir kamusal sistem gibi çeşitli failleri var.
Gıda güvenliği nedir? Bu kadar kimyasal madde içeren gıda varken insanlar nasıl beslenebilir?
Gıda güvenliği insanların yediği ve içtiği şeylerin sağlığa zarar vermemesini sağlayacak şekilde gerçekleştirilen faaliyetler bütünüdür. Topraktan başlar, evde, sofrada çatalınızın ucunda biter. Ben kitapta yer alan yazıların çoğunda iyi beslenmenin bir politik faaliyet olduğunu, sadece bireysel önlemler ve tercihlerle iyi beslenmenin mümkün olmadığını anlatmaya çalıştım. Gıdalar içinde yaşadığımız politik sistemin nasıl yapılandığından ve nasıl iş gördüğünden birebir etkilenir. Dolayısıyla sadece sağlıklı beslenme talep eden birer tüketici değil de aynı zamanda gıda ve beslenme sorunlarına müdahil olma imkânlarını araştıran, çoğaltan kişiler de olmalıyız. Bunu yapamazsak istediğiniz kadar geliriniz olsun, istediğiniz kadar kendinize güvenli bir hayat kurun, sağlıklı beslenme bir hayaldir.
Kanserojen olan maddelerin kullanımı yasaklanıyor ama farklı farkı bir kimyasal madde ile tekrar karşımıza çıktığını belirtiyorsunuz. Peki bunu kontrol eden bir mekanizma yok mu? Asıl görevli ve sorumlar hangi kurumlar?
Klişe bir yanıt olacak ama şöyle söyleyeyim: sistem böyle kurulmuş. Bir kimyasal maddenin zararlı ya da kanserojen olduğunun tespiti ve bu tespit sonrasında gereken önlemlerin alınması çoğu durumda yıllar sürer. Sonra Dünya Sağlık Örgütü, Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi vs. gibi norm oluşturucu çeşitli kurumlar bir yasaklama kararı alır ve o kimyasal piyasadan çekilir. Ama hemen hemen aynı süreç içinde benzeri bir başka kimyasal çoktan piyasaya sürülmüştür bile ve sonra o kimyasal madde ya da maddelerin sağlık üzerine olan etkileri ile ilgili tartışmalar başlar. İnsanlar toksik kimyasallara tarihte hiçbir dönemde bu kadar çok maruz kalmıyordu. Küresel düzeyde gözlenen toksik madde kirliliği bugün yeryüzündeki hayatı tehdit eden en önemli sorunlardan biri olarak görülüyor. Ülkemizdeki sorumlu kurumlar en başta Tarım Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı. Sonra Çevre Bakanlığı ve yerel yönetimler geliyor. Geldiğimiz noktada kamu kurumlarının işlevini yitirdiği, akademik kurumların ve medyanın toplumu bilgilendirici, uyarıcı işlevlerini büyük oranda yitirdikleri bir zamanda ‘ne yapacağız’ sorusu üzerinde düşünmek gerekiyor ama bu sorunun yanıtlarının kolektif çabalar ve eylemle mümkün olduğu da çok açık.
Toksik maddenin tehlikeleri nelerdir? Çocukların sağlığı için bir araya gelme fikriniz çok önemli. Bunun için kitapta bir öneriniz var. İşçi ve çocuk sağlığı, gıda güvenliği ve tüketici dernekleri gibi sivil toplum kuruluşlarının toksik kimyasal madde kalıntılarını analiz laboratuvarı kurabileceğini kaydediyorsunuz. Bu konuda somut olarak neler yapılabilir?
Toksik maddeler çeşitli sağlık sorunlarına yol açar. Bir laboratuvar kurma fikri, toplum sağlığı ya da doğal hayattaki kirliliğin tespiti için kamu kurumlarının ve akademik kurumların işlevini yerine getirmedikleri bir durumda ihtiyacımız olacak bilgileri nasıl sağlayacağız sorusuna verebildiğim yanıtlardan biri. Sorunları tespit etmek, kirlilik süreçlerini izlemek, soruna yol açan failleri belirlemek, gereken önlemleri alabilmek için bağımsız bir analitik kuruma şiddetle ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Örneğin işçi sendikalarının öncülüğünde, gıda ve çevre örgütleri bir araya gelerek bunu başarabilir.
Kitapta yer verdiğiniz grafikte 2014 yılına kadar ihraç edilen hiçbir sebze veya meyvede kimyasal kalıntı yok. Ama grafik 2015 yılında itibaren hızla yükseliyor. Bunun nedenleri nelerdir? Kimyasal ürünler sınır kapılarından geri döndüğünde bu ürünler ne oluyor?
Başka ülkelerin kabul etmediği kimyasal gıdaları biz mi tüketiyoruz? Klorpirifos kalıntıları ile ilgili yazıyı diyorsunuz. Klorpirifos 2015 yılında dünyanın çeşitli ülkelerinde yasaklandı. 2016 yılı Nisan ayında da ülkemizde yasaklandı. Klorpirifos çocuk sağlığına zarar veren, çocuklarda sinir sistemini ve bilişsel yetenekleri olumsuz etkileyen 12 toksik maddeden biri. Tarım Bakanlığı 2016 yılında yasaklama ve piyasadaki klorpirifos stoklarını da toplatma kararı aldı. Ama ilginçtir yasaklama ve toplatma kararından sonra meyve ve sebze ürünlerindeki klorpirifos kalıntıları azalıp, biteceği yerde daha da çoğaldı. Tarım Bakanlığı bir soru önergesine verdiği yanıtta klorpirifosu piyasadan toplamadığını da itiraf etti zaten. İhraç edilen ve toksik madde kalıntısı içerdiği için ülkemize geri gönderilen ürünlere ne oluyor sorusu Meclis’te defalarca Tarım Bakanlığı’na soruldu ama tatminkâr yanıtlar alınamadı.
Obezitenin tekil bir sağlık sorunu olmadığını kaydediyorsunuz. Bu anlamda kamu spotları yayınlanıyor. Bunun gerçeği yansıttığını düşünüyor musunuz? Obezliğin çok yemek yemekle bir ilgisi var mı? Çocuklar kilo alırken içten içe eriyor diyorsunuz, peki ne yapılmalı?
Kamu spotlarında obezite bireysel tercihlerle ilgili bir sorun gibi sunuluyor. Çok yemek yiyorsunuz ve az hareket ediyorsunuz bu nedenle obez oluyorsunuz diyen bir Sağlık Bakanlığı ve Tarım Bakanlığı var. Oysa piyasada satılan fiyatı çok ucuz, sayısı bini aşan yiyecek ve içeceklerdeki şeker içeriği öyle yüksek ki özellikle çocukları bu gıdalardan korumak çok zor. Bu gıdaları her yerde bulmak mümkün. Ne yapılmalı konusunu kitapta somut öneriler üzerinden anlatmaya çabaladım.
GDO’lu ürünlerin bu kadar yaygın kullanılmasına rağmen devletin sorumlu kurumları neden bir önlem almıyor?
Gıda güvenliği ile ilgili konularda önlem almaktan kaçınan sorumlu kurumlarla baş başayız artık. Sorunları çözecek bir devlet teşekkülü yok. Başka çareler üretmek zorundayız.
Yoksullar sağlıksız beslenmek zorunda kalıyor
‘Ne yiyorsak oyuz’ diye bir tanımlama var. Biz şu an ne yiyoruz ve neyiz?
Bu söz çok kullanılıyor ama doğru bulmuyorum ben. “Ne yiyorsak oyuz” sözü beslenme dediğimiz şeyi bireysel iradeye ve tercihlere yaslandırıyor bütünüyle. Oysa beslenme gelir düzeyi ile yakından ilgilidir. Gelir düzeyi düşük insanların hayatı tercihlerden ziyade zorunluluklarla örülüdür ve çeşitli araştırmalar bu insanların dünyanın her yerinde ucuz ve sağlıksız gıdalarla beslenmek zorunda kaldığını gösteriyor. Dolayısıyla “ne yiyorsak oyuz” sözünü, ne yediğimiz kadar başkalarının ne yiyemediğini de dikkate alarak yeniden formüle etmeli belki de. Bu söz içinde yaşadığımız politik sistemin tercihlerimiz üzerindeki etkisini de göz ardı ediyor.
Mehmet’i unutmamak borçtur
Kitabınızın girişinde ‘Mehmet Fatih Traş’ın aziz anısına’ diye belirtiyorsunuz. Nedenini anlatabilir misiniz?
Mehmet Fatih Traş bir Barış Akademisyeni’ydi. 2016 yılında Ocak ayında açıklanan barış bildirisine imza atan akademisyenlerden biriydi. Çukurova Üniversitesi’nde görev yapan akademisyendi. Bildiriye imza atan akademisyenler çeşitli baskı ve soruşturmalara maruz kaldılar. Yüksek lisans ve doktora öğrencileri ve doktoralarını bitirmiş atanma bekleyen arkadaşlarımız bu süreçten en olumsuz etkilenenler oldu. Mehmet Fatih Traş onlardan biriydi ve intihar etti. Bu süreçte neler yaşadı tam olarak bilmek olanaksız olsa da akademik hevesleri olan ve bu hevesleri sert bir şekilde kırılan, dışlanan, çeşitli suçlamalara maruz bırakılan bir arkadaşımız olduğunu biliyoruz. En acı kaybımızdır. Unutmamak borçtur.
Saray’daki analizler açıklansa…
Cumhurbaşkanlığı sarayında en üst teknoloji seviyesinde üç tane cihaz olduğundan ve kimyasal maddeleri tespit etmekte en üst teknolojide olduğunu belirtiyorsunuz. Bu cihazlar neden orada ve halk sağlığı için neden kullanılmıyor?
Bu cihazlar sarayda tüketilen gıdaların sağlıklı olup olmadığını, sağlığa zarar verecek bir toksik kimyasal kalıntısı içerip içermediğini tespit etmek için oradalar. Hürriyet gazetesi birkaç yıl önce bu konuyu “Sarayda her lokmaya analiz” başlığı ile duyurmuştu. Aslında sarayda yapılan analiz sonuçları açıklansa ülkede hangi gıdalarda ne var, hangisi yenir, hangisi yenmez sorularına çok net yanıtlar alırız; tabi analiz çalışmalarının doğru yapıldığını varsayarak böyle diyorum. Halk sağlığı için neden kullanılmıyor sorusunu ise muhatabına sormak gerekiyor.
Son olarak gerçekleri kaleme aldığınız, ‘Türkiye’yi kanser eden ürünleri devlet gizledi, biz açıklıyoruz’ başlıklı yazı dizinizden dolayı hakkınızda soruşturma açıldı. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Dava açıldı. Adli tatil bitince gerekçelerini göreceğiz. Pek çok şey var söyleyebileceğim ama sadece şunu söylemekle yetineceğim: Seküler bir ahlak duygusu ile işimi yapmaya çalışıyorum. Bir akademisyenin asli sorumluluğu halka, içinde yaşadığı topluma karşıdır. Uğraştığım konular gıda güvenliği, gıdalardaki, sulardaki toksik kimyasal kalıntıları olduğu için ve bu konular da doğrudan toplum sağlığı veya kamu refahı ile ilgili olduğu için bildiğini söylemekten kaçınmak ya da susmak tuhaf geliyor bana. Doğal olan, yapılması gereken bu benim için; yani meseleleri görünür kılmayı, tartışılmasını sağlamayı önemli buluyorum. Tabi siyasal ortamın ne kadar baskıcı bir hale dönüştüğünü de görmüyor değilim; ama başka insanların hayatını derinden etkileyecek, onların sağlığını ilgilendiren konuları dile getirmekten nasıl kaçınabiliriz ki? Kaçınmalı mıyız? Bütün söyleyeceğim bu.