Daha bir hafta önce oldu, çok eski değil. Türkiye’nin üçüncü büyük partisi olan HDP’nin Türkiye’nin en büyük kentindeki il binasında dört adet yasadışı dinleme cihazı bulundu. Partinin il yöneticileri ve Meclis Grup başkanvekili, kameraların önüne geçtiler, cihazları tek tek tanıttılar, nerelerde bulunduğunu anlattılar.
Öyle bir profesyonellik, efendim ince ince çalışma filan da yok ha. Öyle olsa insan “yahu zulüm yine zulüm ama bak memleket de gelişiyor” filan deyip kendini avutur biraz. Ne gezer! Bildiğin kara düzen! Arama yapıyorum diye il ilçe binalarına kafana göre giriyorsun, hatta bazen gece vakti giriyorsun, ne tanık ne bir şey, saatlerce kalıyorsun içeride, ne yaptığını bir sen biliyorsun bir de Allah! Daha doğrusu binadan ne aldığını yine kayda geçiriyorsun da “ne bıraktığını” kimse bilmiyor. Yani Watergate’de iş en tepeye ulaşana kadar aylar geçmişti ya; bizde ilişki direkt; muazzam bir rahatlık var. Aman bilinmesin diye bir kaygı da yok; hatta korku yaratması için özellikle bilinmesini istiyorlar. Yargı meselesinde de rahatlar. Kılıçdaroğlu’na “git savcılığa başvur” deniliyor örneğin; herkes biliyor gidince bir şey kanıtlanamayacağını. HDP’deki sorun Meclis’te dillendirildiğinde ise hazret oturduğu yerden “kim bulmuşsa onlar koymuştur” vecizesini yumurtluyor.
Asıl problem orada değil ama. Asıl problem, herhangi bir ülkede ciddi hadise yaratacak olan bir skandalın bizde gayet normal karşılanıyor olması.
Normalleştirmenin bir biçimi, Kılıçdaroğlu ile dile yerleşen ve maalesef HDP açıklamalarında da zaman zaman rastlanan “bizim gizli saklı bir şeyimiz yok” cümlesiyle yapılıyor. Son derece saçma. Sorun bir partinin siyasetinin şeffaflığı değil, iktidarın o partinin mahremiyetine, siyasi faaliyetine elini uzatması çünkü. Ayrıca, bir partinin bal gibi de “gizli saklı” bir iç dünyası vardır. Ne demek yani? Ben oturup siyasetimle ilgili stratejik/taktik saptamalar ve planlamalar yapıyorsam, bu, ben açıklayana kadar bana aittir. Kamuoyu ile ne zaman istersem o zaman paylaşırım. Yoksa parti toplantıları Taksim Meydanı’nda yapılırdı yani, öyle değil mi?
İkinci normalleştirme, “aman dinlesinler, ne zararı var ki” rahatlığıdır ki, o da saçmalık, çünkü bu mesele zarar meselesi değil, memleketin çivisini çıkarma meselesidir. Bir çivi çıkınca ikincisi çıkıyor ve sonra bir diğeri… Yanlış iliklenen gömlek düğmesi gibi bir şey bu.
Mesele HDP olduğunda -resmen söylenmese de- aslında herkesin bildiği bir üçüncü ‘normalleştirme’ de var ki, o en kötüsü. Açık konuşalım; bugün Türkiye’deki resmi muhalefet partilerinin tümü, HDP’ye dinleyici yerleştirilmesine, “vardır devletin bir bildiği” diye bakıyor. Sessizliğin asıl sebebi bu zaten! Söz konusu olan HDP ise, orada siyasi parti faaliyetinin dışında işler döndüğü yaygın bir önkabuldür çünkü o cenahta.
Daha da önemlisi, bu partilerin devlet yönetme anlayışı, zaten AKP’ninkinden farklı değil. Tam olarak söylenirse, AKP’nin de yürütücüsü olduğu bir devlet politikası, adeta genetik kodlar üzerinden düzen partilerinin tümüne akıp bulaşmış durumdadır. Hatta, -belki abarttığım düşünülecek ama- bir adım daha ötesini söyleyeyim: Evet, bugün Çakıcı figürü belki dengesiz ve lümpen karakterinden ötürü çok iticidir ama onun yerine “devlet için kurşun atıp kurşun yedikten sonra” efendi efendi köşesinde yaşlanan bir başka figür söz konusu olsaydı, muhtemelen muhalefet cephesinden aynı tepkileri görmeyecektik. Sorun, bu adamların “isimsiz kahraman” olarak emekli maaşına razı olup torun sevmekle yetinmemesinden kaynaklanıyor. Büyük çoğunluğu zaten en baştan yeraltı dünyasıyla bağlantılı olduğu için, “rahat durmuyorlar” ve “o kadar bal tuttuysak parmağımızı da yalarız elbet” diyerek yeni “hizmet” taleplerini yükseltiyorlar. Yoksa “terör” saplantısı içindeki düzen partileri, esasen devletin böylesi “kontra” faaliyetlerinin meşru olduğuna iman etmiş durumdadırlar. MİT tırları hadisesi patladığında “canım devlet kurumlarının bir koordinasyonu yok mu” itirazı bir CHP yöneticisi olan Faruk Loğoğlu’na aitti mesela. Geçtim o günleri, daha geçenlerde Karabağ’daki cihatçılar konusunda BBC’nin yaptığı kapı gibi haber, muhalefetten ve o muhalefete yamanmış olan gazetelerden niye hiç ilgi görmüyor? Niye kimse Efrîn’de, Libya’da olup bitenlere dönüp bakmıyor? Önceki hafta yayınlanan ve IŞİD’in kimyasal silah yapımında kullandığı malzeme trafiğinde Türkiye’nin rolünü anlatan Conflict Armament Research (CAR) raporunun kapağını kaldıran var mı hiç?
Yok! Çünkü… Çünküsü filan yok işte! O kadar! Demokrasi dediysek yani…
Dinleme meselesi de bu kadar basit aslında. Demokrasinin sınırları ve sessizlik.
Resmen söylenmiyor ama o demokraside HDP gibi ayrıksı bir gücün var olmasını kimse istemiyor.
Ama kötü haber! HDP var. Bu kadar darbeden sonra mantıken olmaması lazım aslında ama var.
Ve daha kötüsü, o olmadan da yaprak kımıldamıyor bu ülkede. İktidar bunu çoktan öğrendi. Muhalefetin öğrenmesi ise daha zor görünüyor.