Dünyanın birçok yerinde faşizminin simgesel bir politik retorik olarak geri dönüşüne tanıklık ediyoruz. Özellikle sağ popülist akımların yükselişe geçtiği ve toplumsal kutuplaşmaların arttığı bu dönemin ruhuna dair yapılan tartışmalar ve ona bağlı olarak gelişen sınıfsal ve fikri ayrılıkların pekiştiği günlerde faşizmin ve onun fikirlerinin yeniden bir aktüalite kazandığını görüyoruz. Birçok kesim sık sık faşizmden söz ediyor fakat ondan bahsederken sadece söz konusu sağ popülist dünya liderlerinin ırkçı ve milliyetçi beyan ve pratikleri değil bizatihi dünyayı simgesel faşist sistemle dizayn etme ve yönetme istençlerine bağlı gidişattan konuşmak gerekiyor. Kuramsal ve terminolojik bütünlük veya yargısal kararlardan bağımsız olarak birçok yerde Orban, Trump, Putin, Bolsonaro ve Erdoğan gibi sağ-ırkçı “liderler” ve Almanya’daki PEGİDA gibi faşistoid yapılar katıksız “faşistler” olarak adlandırılmaktadır.
Söz konusu bu adlandırmanın kavramsal olarak faşizm ve onun türevlerini ne kadar kapsadığını bilmemekle beraber çağın ruhunu tekinsiz bir karanlığa sürükleyen bu gidişata açık sözlülükle faşizm denilmektedir. Diğer bir ifadeyle faşizm, günümüzde, anti-demokratik ideoloji ve yönetim sistemlerinin tamamına verilen genel bir isim halini almıştır. Buna göre faşizm, modern çağın bir fenomenolojisidir, tarihsel açıdan da 20. yüzyılın gelişmiş kapitalist modernitesinin bir ürünüdür. Bu nedenle daha önceki dönemlerde de faşist ideolojiye benzer düşüncelerin varlığını faşist mefhumlar olarak nitelendirmek doğru değildir.
Faşizm, sahip olduğu temel özellikler ve dayandığı ilkelerden ziyade, uygulamalarından ve milyonlarca insana verdiği büyük ve etkisi uzun sürmüş zararlardan dolayı emsalsiz bir ideolojik aparattır. Bu bağlamda faşizmi, iktidara zor kullanarak gelen ve kitle desteğinden yoksun olan askeri diktatörlüklerle karıştırmamak gerekir, çünkü o genellikle halk desteğini alarak erki ele geçiren bir düsturla hareket eder. Bununla ilgili en çarpıcı uyarılardan birini de çok kısa bir süre önce Almanya Evanjelist Kilisesi Enstitüsü Başkanı Prof. Hans M. Heinig, “toplumun demokratik anayasal bir devletten faşistoid-histeriye doğru bir evreye dönüşme” tehlikesine karşı yapmıştı. Peki bu tehlike nereden geliyor? Faşistoid histeriyi nasıl tanımalıyız? Bahsi geçen faşistoid-histeri nedir? Faşizm nedir ve anti-faşizm nasıl olmalıdır? Elbette her şey eski Romalılarla başlamaz ama bugün kullandığımız faşizm kavramı oradan başlayan bir sürecin ürünüdür. Latince “bağ/bağlam” anlamına gelen “Fasces” sözcüğünden türemiş bir kavramdır. Asılında özünde minik sivri keskiler (balta) bulunan ince çubuklar demetinin adıydı. Demet, ölüm cezası (balta) emrine izin veren yüksek bir görevlinin gücünü sembolize ediyordu ve bir çubuğu kırmanın, bir çubuk demetten daha kolay olduğunu gösteriyordu.
O yüzden İtalyanca “birlik/demet” anlamına gelen “Fascio” kavramına başvuruldu ve oradan faşist terimi türedi. Dolayısıyla 19. yüzyılda faşizm, sivri keskiler demetinden kötülük mucitlerinin birliğine dönüşen bir yıkım sisteminin adıdır. Keskiler demeti, İtalyan birlik hareketinin dünya görüşünde bir dayanışma sembolü olarak önemli bir rol oynadı ve ülke güç kazanıp birleştikçe, o zamanın işçi hareketleri de “fascismo” terimini benimsemeye başladı. Tarihin genel olarak faşist ideolojinin doğuşu olarak kabul ettiği “Fasci Italiani di Combattimento” 1919’da Mussolini tarafından kuruldu. Avrupa’da ortaya çıkmaya başlayan bu tür hareketler Birinci Dünya Savaşı’nın ve onun tarih öncesinin ürünleri olarak görüldü. Ona rağmen tarihçilerin üzerinde anlaşabileceği tek bir neden ve tanım yoktu, çoklu nedenlere bağlı gelişim gösteren hareketlerdi.
Bilimsel görüşler, özellikleri yer yer aynı da olsa farklılıklar göstermelerinin dikkat çekici olduğunu vurgular. Örneğin lider ilkesi, totalitarizm, düşmanın net imajı, ödünç alınmış mitler, tekçilik, parti yapısı, ayinler ve dini sembollerin yerine ikame edilen laiklik. Diğer nesnel olguların yanı sıra faşizm çok amaçlı bir terim haline gelmiş ve faşist rejimlerin özellikleri çoğu zaman toplumsal özgünlükler doğrultusunda değişiklikler göstermeye başlamıştır. Bugün de faşistoid-histeri ve faşist hareketlerin, finans kapitale eşgüdümlü bir şekilde tahakküm kurarak yeni bir nizam inşa ettiğini gözlemliyoruz. Bu yeni tip siyasi akımlar, özünde faşistoid düşünceler barındıran, yeni bir aşırı sağ ve ırkçı kimlik mefhumu yaratmaya çalışan ve nihayetinde kapitalist iktisadi düzeni, parlamenter demokrasiyi ve sivil toplumu dönüştürmeyi amaçlayan bir aparat olarak gelişim göstermektedir. Farklı dünya görüşlerinin, ideolojilerin veya düşünce geleneklerinin karışımı faşist bir senkretizm teriminden bahsedebiliriz artık.
Özellikle son zamanlarda sağcı ve ırkçı hareketlerin siyaset yapma biçimlerine ve dünyaya bakış açılarına bakıldığında temsil ettikleri ideolojik setlerin katı bir politik senkretizm içerdiğini görüyoruz. Söz konusu bu yeni senkretizm tipolojisi her ne kadar simgesel bir faşizmi sembolize etse de nihai tini sağ-liberaldir ve nihai hedefinde üniversal normları kendi yönetim aygıtına göre nakletme ve eski dünyanın nizamına geri dönme vardır, çünkü evvelî dünyayı yönetme becerisi onun için geçmişten gelen mistik bir mirastır. İtalyan yazar Antonio Scurati’nin kapsayıcı bir bağlamla işaret ettiği gibi, “faşizm karşılaştırmalarının birçoğunun artık ters etki veya sofistike bir yöne kaydığını” düşünüyorum. Zira dünyanın birçok yerinde “faşist” nitelik bağlamından koparak apokaliptik bir istismara dönüştü, icabında Orban, Bolsonaro veya Erdoğan karşısındakine faşist diye saldırabiliyor.
Bu bağdaşmazlık olgusu bile dünyanın içine düştüğü müzmin ironinin ağırlığını gözler önüne sermektedir. Bunun yanı sıra soldan da sergilenen kesintisiz ahlaki üstünlük salvoları dünya görüşlerine uymayan her şeye “faşist” deme talihsizliği ise, hakiki “faşizm” olarak adlandırılması gereken şeyi önemsizleştirme ve onu kamufle etme riskini taşımaktadır. Bu olgusal hakikat, bölünmüş toplumun tamamı için ivedi bir uyarı olduğu kadar, kimin hangi kampa ait olduğu gerçeği de kendini dayatmaktadır. Onun için ne kaide bozucu ironiye ne de ahlaki üstünlük manevralarına gerek var. Irkçı, sağcı, popülist ve faşistoid kesimlerin tamamını içeren “sağa” karşı ilkeli bir beyanla nihai bir çıkış yolu bulunmalıdır, aksi takdirde nedenleri belli ama süresi belirsiz tekinsiz bir hal dünyanın kapısında durmaktadır.