Okullar ve üniversiteler kapalı, yaklaşık 25 milyon öğrenci ve bir milyona yakın eğitim ve bilim emekçisi bir süredir evde okullaşıyor. Bu süreç yüz yüze eğitime gölge düşürmedi. Öğrencilerin zihinsel, duygusal ve devinsel gelişimi için müşterek alanlarımız olan okulların ve üniversitelerin yarattığı yüz yüze oluşa gereksinmemiz var.
Uzaktan eğitim, Covid-19 pandemisi gibi evde kalmayı zorlayan koşullarda okul eğitimini tamamlayan, zenginleştiren, kısaca destekleyen bir yöntem. Uzaktan eğitim; yaşam dolu, renkli ve çoğul bir okulun yerine geçemez, bir yandan adı üzerinde “uzaktandır” yaşama, düşlere, zihinlere ve duygulara. Öte yandan tek merkezden içerik ve yöntem uygulamasıyla hiyerarşiktir ve tek yanlı bir niteliği vardır. “Öldüren eğlence” olan kitle iletişim araçları gibi, öğrencileri, ekran karşısında edilgin etkilenişler içindeki izleyicilere dönüştüren bir uygulama haline gelebilir. Etkili ve verimli olması, katılımcının/öğrencinin yüksek güdülenme düzeyine ve iyi bir bilgi teknolojisi alt yapısına sahip olmasına, etkin bir dijital okur-yazarlığa ve diğer pek çok etkene bağlıdır.
Mart’tan (2020) bu yana geçen dokuz ayda, okulların tatile girmesi, kapanması, açılması ve yeniden kapanmasına tanık olduk. Bu süre içinde okullar ve eğitimin bileşenleri hakkında çok az bilgiye sahip olduk. Kuşkusuz bir süre önceliğimiz bulaşın yayılımını azaltarak “hayatta kalmak” idi. Sağlık Bakanlığı’nın kamuoyunu bir hayli yanıltan turkuaz tablosunu, Türk Tabipleri Birliği, Sağlık Emekçileri Sendikası, demokratik kitle örgütleri ve muhalefetin yardımıyla kısmen düzelttik, salgında durumumuzun vahim olduğunu gördük. Ama yaşamın çoklu veçhelerini ‘hayatta kalma’ ile sınırlayamayız.
Bu durumda okullarda ve üniversitelerde neler oluyor? Covid-19 salgını, öğrencileri ve eğitim ve bilim emekçilerini nasıl etkiledi? Uzaktan eğitim çalışmaları yaygın ve nitelikli biçimde devam ediyor mu? Pandemi koşullarını dikkate alarak okullar ve üniversitelerde ne tür ek önlemler alındı? Yüz yüze eğitime geçmek hangi koşullarda mümkün olacak? Yüz yüze eğitime geçişle ne tür telafi edici işleyişler yaşama geçirilecek? Uzaktan eğitimin doğurduğu dijital eşitsizlikler karşısında merkezi sınav işleyişlerinde ne tür değişiklikler yapılacak?
Sorular uzayıp gidiyor. Yaptığı araştırma ve incelemelerle Milli Eğitim Bakanlığı’nın kimi sorulara dair bilgiye sahip olduğunu varsayıyoruz; ama eğitim ve bilim emekçileri ve duyarlı demokratik kamuoyu eğitim alanında adeta karanlık bir boşluğa bakıyor. Çünkü bilenler bildiklerini paylaşmıyorlar. Herkes kendi yaşadığı kadarını biliyor. Bir turkuaz tablosu da MEB hazırlasa, illere, bölgelere, cinsiyete, anne ve baba mesleğine, gelirine, Kürtçe ve Arapça gibi evde konuşulan dillere göre uzaktan eğitime ‘erişen’, ‘kısmen erişen’ ve ‘hiç erişemeyen’ öğrencilere dair bilgi edinsek. Ya da düş bu ya, daha ileri gitsek yukarıdaki değişkenlere göre öğrencilerin çevrim içi derslere kaç saat katıldıklarını öğrensek! Bildiğimiz tek veri, Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un 9 milyon 600 bin öğrencinin EBA’ya (Eğitim Bilişim Ağı) yoğun katılımıyla sistemin çöktüğüne ilişkin açıklamasıyla ortaya çıktı. Tek bir gün için Bakan bardağın dolu tarafını gördü, fakat biz kayıp tarafını soralım. Zorunlu eğitime devam eden öğrenci sayısının 18 milyon olduğu anımsandığında, kalan 9 milyon öğrenci EBA’ya niçin katılamadı? Hâlihazırda uzaktan eğitimin durumu nedir?
Eğitimin çok çeşitli sorunları var. Ekonomik krizle birlikte yoksullaşan Türkiye toplumunda dijital eşitsizlikler de derinleşiyor. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütüne (OECD) göre, “sessiz çalışma yeri olan öğrenciler” listesinde 77 OECD ülkesi arasında 49’uncu sırada yer alan Türkiye’de, bilgisayarı olanların oranı yüzde 44,1’dir. Türkiye, OECD’nin hazırladığı, ‘Okul Çalışmaları İçin Bilgisayara Erişim’ isimli 77 ülkelik listesinde 64’üncü sırada yer alıyor. Bu rakamlar gösteriyor ki uzaktan eğitim sürecinde öğretmenler, öğrenciler ve veliler büyük ölçüde yalnız bırakıldılar.
Uzaktan eğitimin rekabetçi koşullarında özel okullar, küçücük öğrencileri ‘yarış atı’na dönüştürmek pahasına, onları oldukça uzun bir süre bilgisayar ekranı karşısında tutabiliyorlar. Devlet okullarına devam eden milyonlarca öğrencinin internet erişimi yok, bilgisayar ve akıllı telefona sahip değil. Dijital yarış, ‘sağlamlık ideolojisi”nin ‘normal’, yani engelsiz çocuklarına daha uygun. Ne var ki uzaktan eğitim, özel eğitime gereksinme duyan çocuklar için sayısız engel barındırıyor. Kız çocukları evde geçen yaşamda toplumsal cinsiyet eşitsizliklerine maruz kalıyorlar. Evde Kürtçe, Arapça ve diğer dilleri konuşan yaşı küçük öğrenciler, dijital engellerin yanı sıra dil engeli ile de karşılaşıyorlar.
Evde eğitim yapan eğitim ve bilim emekçileri bir yandan ev ortamının gerektirdiği birçok sorumluluğu yerine getirirken diğer yandan küçük evlerde “sessiz bir çalışma yeri” arıyorlar. Çocukları olan eğitim ve bilim emekçileri evde en azından iki ya da üç bilgisayar bulundurmak zorundalar. Büro, destek hizmet ve yardımcı hizmetlerde çalışan eğitim ve bilim emekçileri ise adeta görünmeyen emek!
Salgın sürecinde, okullar ve üniversiteler hakkında daha çok düşünmeli, sorular sormalı ve cevapları ısrarla aramalıyız. Marx’ın sözüyle “oldukları yerde donup kalmış koşulları kendi şarkıları eşliğinde dans etmeye zorlamalıyız.”