Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun yüzüncü yılını anmaya sadece 5 yıl kaldı. 2023 iktidar partisinin genel başkanının da önemle altını çizdiği simgesel bir tarih. Aynen Malazgirt muharebesinin de bininci yılı gibi, Cumhurbaşkanı Erdoğan 2023 veya 2071 tarihlerini toplumsal, ekonomik ve siyasi hedeflerine atıfta bulunarak kullanıyor.
Vaatlerinin gerçekleşmesi adına hedeflenen bu tarihlerde Türkiye’nin genel tablosu acaba neye benzeyecek. Örneğin 2023 veya 2071 yılında siyasetçilerimiz halen “Milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bu günlerde…” diye söze başlama gereği duyacaklar mı? Yoksa o tarihlere varıncaya kadar ‘Tek vatan, tek millet, tek devlet, tek bayrak’ tiradı gerçeğe dönüşerek, ülkede varlığını günümüze kadar sürdüren 36 etnik ve dini grup buharlaşacak, diller mezarlığı olarak da anılan coğrafyamıza yeni dillerin mezar taşları da eklenecek mi? Türkiye dünyada en gelişmiş ilk 20, 15, 10, hatta 5 ekonomiye sahip devletler arasında sayıldığında yoksulluk da ülkeden uzaklaşacak mı?
Toplumsal gelişmenin en önemli ölçütlerinden biri, hatta başlıcası ulusal gelirin paylaşımı ile ölçülür. En üst ve en alt gelir grupları arasındaki makasın kapanması gelişmeye, açılması ise geri kalmışlığa işaret eder. Günümüzün gerçekliği ise bu temel iktisat öğretisini ıskalayan, gelişmişliği AVM açmak, lüks otomobillere binmek, konut gereksinimini ‘toplu konut’ ve ‘residans’ arasında çeşitlendirmek, Ayder yaylasını TOKİ’ye tahsis etmek sanan bir zihniyetin egemenliğidir. Bu zihniyet en veciz ifadelerinden birini son başbakanının ağzından ‘tesis mi önemli ağaç mı?’ sorusuyla dillendirmişti.
Kast ettiği ise turistik tesis alanı açmak için kesilen zeytinlikler, maden işletmeleri veya HES havzaları için yok edilen ormanlardı. Günümüzün meclis başkanı, dönemin son başbakanı Binali Yıldırım bu ikilemi dayatırken sadece ahmakların ‘ağaç önemli’ diyeceğini düşünüyordu. Ne denebilir ki, konu tam anlamıyla bir kültür meselesi. Bu gün egemen olan kültür için (kültürsüzlük mü demeliyiz?) ağaç dikmenin hiçbir anlamı yoktur. O yüzden de endemik bir tür olan Şebin cevizinin yok olmasına karşı her hangi bir duyarlılık gösteremezler. Dünyanın en kaliteli tütünlerinin tarımını AB programları kapsamında yasaklarlar. Kimyasal gübre kullanımı ile toprak zehirlenirken, genetiği değiştirilmiş hibrid tohumlar da ülkede tarımsal ürün çeşitliliğinin azalmasına yol açtı.
İktidarlar ekilebilir tarım alanlarını yıllar boyunca ranta feda ettikten sonra da tam tersini söyleyen kamu spotları yayınladılar. İşin ilginç tarafı ise, bu coğrafyada tarımla tanışmış olan, geçimini topraktan sağlayan köylü sınıfı da bu ‘milli’ duyarsızlığa, hatta sabotaja tepki göstermedi, çiftini, çubuğunu bırakıp kentlere göç etti. 1071’de bu ülkeye at sırtında, yollarına çıkan kentleri soyarak gelenlerin torunları, bin yıllık bir zaman diliminde halen yerleşik düzen oluşturamıyor, tarlasına, sabanına sahip çıkamıyorsa ortada sorgulanması gereken bir hal var demektir.
Sorgulanması gereken esas mesele, milliyetçiliğin bir ülkü olarak enjekte edildiği Cumhuriyet tarihi boyunca geriliğin özendirilmiş olması. Yoksa insanlar kendi doğal pratikleri içinde yaşadıkları ülkenin deneyimlerinden etkilendiler. At sırtında yaşayan göçebeler, Anadolu coğrafyasında köylülüğü de, rençberliği de öğrendiler. Kendileri dikmiş olmasalar da zeytini işlemeyi, yağını çıkarmayı, sabun yapmayı öğrendiler. Ancak öte yanda çok daha cazip olan bir seçenek daha vardı, çalışmadan, terlemeden, salt fırsatları değerlendirerek köşeyi dönme seçeneği.
O yüzden de Cumhuriyet rejimi, kendi yanlışını çabucak farkına varacak, Köy enstitüleri projesini birkaç yıl içinde iptal edecekti. Enstitüler yerelin aydınlanmasına, bilimin ve tekniğin halkın günlük yaşamına ve ekonomisine getirebilecekleri olumlu etki görüldüğü için kapatıldılar. Geriye baki kalan ise definecilik oldu. Tahmin edilenden çok daha yaygın olan define kazıcılığının bir diğer yararı ise kültürel vandalizme getirdiği önemli katkı. Cumhuriyetin ilk yıllarında kamu kaynakları ile, vali veya kaymakam talimatları ile gerçekleşen yıkım faaliyeti böylece gönüllü yıkıcılarına kavuşmuş oldu.
Milliyetçi politikaların vatana, millete yaptıklarını gördükten sonra 2023 veya 2071 hiç de umutla bekleyeceğimiz bir tarih gibi durmuyor. Geçtiğimiz Cumartesi günü Galatasaray Meydanı’nda sahnelediği performansı gördükten sonra tek bir şeyden emin olabiliriz, polisimiz destan yazmaya 2023’te de 2071’de de devam edecek. Vatana, millete hayırlı olsun.