Bütçe görüşmeleri bu hafta Meclis’te sonlanacaktı. Bu yazı yayınladığında sanırım 2021 yılının harcamaya, girdiye dayalı planlaması onaylanmış olacak. Yazıyı yazdığım saatlerde DİSK asgari ücret için önerisini açıklamak üzere. DİSK öncesindeki durumumuzu araştırma raporunda (DİSK- Ar’ın) kamuoyu ile paylaşmıştı. DİSK’in araştırma raporunda; istihdamın en son bir yılda (2018 Ağustos’undan bu yana) %43,9’a gerilediği, emeği ile geçinenlerin, işten atılanların, işsizlerin, iş bulma ümidinin son bir yılda en az 1 milyon 331 bin kişiye ulaştığını, kadın işgücünün %7 azaldığını, iş başında olanların en az 1 milyon 471 bin kişi azaldığını, yaşamı tüm yakıcılığı ile yaşayanlar olarak durumumuzun hangi boyuta ulaştığını bir kez de sayısal verileri ile görmemiz mümkün.
Bütçenin emekçilere, işsizlere, esnafa, çiftçilere, emeklilere, eğitime, sağlığa nasıl dağıtılacağını, halkların yaşamını nasıl güvence altına alacağını bu satırları okuduğunuz saatlerde sanırım hepimiz çoktan öğrenmiş olacağız.
Bütçenin bu iktidar tarafından adil dağıtılmasını, yaşamı korumak için düzenlenmesini beklemek mümkün değil. Salt bütçe, yaşamın bir sonraki yılda nasıl süreceğinin belirleyicisi değildir. Nasıl bir siyasetle yönetildiğimizi biliyoruz. Beklenilen asgari ücret verilse bile emeğin güvence altına alınması ile yaşam güvenceli kılınabilir. Grev hakkının yok sayıldığı rödovans/taşeronlaşma sisteminin sürmekte olduğu, çalışanların maaşlarının ödenmediği emeklilerin, emekçilerin, esnafın açlığa mahkum edildiği, emekçilerin, işçilerin pandemi dahil her türlü risk koşullarında çalışmaya zorlandığı, çalışırken ölümlerine, iş yapamaz hale gelmelerine göz yumulduğu, neredeyse teşvik edildiği, haklarını arayanların, sendikalıların işten atıldığı Ermenek, Soma maden işletmelerinde 3. Havalimanı inşaat işçilerinde olduğu gibi gözaltına alındığı, tutuklandığı, gençlerin iş bulamadığı bir ülkede ülkeyi yönetenlerin adaleti/hukuku, siyaseti işveren/yatırımcı için planladığı bir ülkede iktidarın insanca yaşam koşullarını çalışanların, işçilerin, gençlerin, kadınların lehine düzenlemesi beklenemez. Hepimizin umudunu ise insanca yaşam koşullarını oluşturmak için emek örgütlerinin bu uğurda politika üreten meslek örgütlerinin ve siyasetçilerin mücadelesi dayanışması bekliyor.
Şu saatlerde bildiğimiz ama tüm direncimizle iyileştirmeye çalıştığımız gelecek yılın siyasi planlamasını daha da net görmüş olacağız.
Hepimiz için süreci öngördüğümüz halde tersini beklemek ne can yakıcı bir mücadele. Umut geleceğe bakışın, düşünüşün, hayalin içinde vazgeçilmez olgu. Yan yana gelip kapitalizme karşı siyasi bir tutum alamadığımız oranda bu sancıyı ve sürecin sömürüsünü birlikte çekmeye mahkumuz.
İktidarın ekonomi ve hukuk üzerinden yapacağı düzenlemeler sürerken, son bir ayda ana akım medyada susuzluk haberleri, borçlarını ödeyemeyen çiftçilerin geçimliklerinin, hayvanlarının haciz haberleri aktarılıyor. Basındaki haberler arasında ağırlığı barajlarda azalan su miktarının yaşatacağı tehlike ve çözümler alıyor. Uzmanlar, meteoroloji konusunda araştırma yapanlar, iklim krizine ve susuzluğa işaret ediyor. Yerel yöneticiler dahil, iktidardakiler 2009’da olduğu gibi halkları tasarrufa davet ediyor. Barajlarda kalan su miktarları sayısal olarak haberlere konu edilmeye başlamış durumda. Edirne’nin Kayalıköy Barajı’nda %3’lük su kaldığı 159 bin dekar tarım alanını sulayan bu barajın kentin su ihtiyacını karşılayamaz hale geldiği, İstanbul’a su sağlayan barajların su miktarının 863 m3’ün altına düştüğü, suyun %22,84’ünün Istrancalar’dan, %25,36’sının Terkos’tan, %16,37’sinin Büyükçekmece’den, %28,11’inin Ömerli’den, %53,34’ünün Darlık’tan geldiğini bildiren haberler vb.leri. 25 Kasım’dan beri yoğunlaşarak sürüyor. Bu durum gerçek, suya yapılan müdahalelerin sonucu. Tıpkı son yıllarda Artvin’de, Hopa’da, Karadeniz’in pek çok yerinde yaşamaya başladığımız ve giderek her yıl artan sıklıkla yaşayacağımız seller gibi. Yaşamakta olduğumuz bir sonuç. 2003 yılında planlamaya alınan suların su havzalarının sermaye birikimine sokulmasının suların doğal döngüsünden/akışından koparılmasının metalaştırılmasının sonucu.
Suların ekosistemdeki işlevinden koparılışını, onun yaşamla buluştuğu tüm doğal alanların, ormanların, meraların, bağların, bahçelerin, maden işletmelerinin, kentsel mega projelerin/inşaat şirketlerinin, enerji şirketlerinin talanına, yağmasına, yok edişine sunulduğu bir dönemi yaşarken, yaşananların bir sonuç olduğunu görmemek en hafifinden körlüktür. Bilgiyi, deneyimi, siyaseti, süreci, nedenini-sonucunu göz ardı ederek çözüm aramak ise kapitalist sistemin destekçiliğidir.
Halkları daha tasarruflu olmaya çağıran yerel yöneticiler, siyasetçiler, suları, doğal alanları sermaye birikimine sokanları yok sayarak yaşanan krizlerin çözümünü gene halklara yüklemeye çalışmaktadır. İklim krizine, susuzluğa, doğal afet dediğimiz kuraklığa, sellere çözüm mü arıyorsunuz? Sermaye yürütücüsü siyasi iktidar ve yandaşları olarak elinizi, kararlarınızı, sözlerinizi, projelerinizi, planlarınızı, geçimlik yaşamların, doğal ve kültürel alanların üzerinden çekin. Suları özgür bırakın. Tarım alanlarından, doğal alanlardan uzak durun. Yaşamı rahat bırakın.