Yasaklar üzerine konuşmak… Bunu insanlarla değil hatta nefes alan bir canlıyla da değil, canı olmayanla konuşmak lazım. Yasaklarla dertleşmek bir itaat gibi geliyor bana. Yalvarmak, rıza dilenmenin bir biçimi. Bu yasak değil ama genel kabul görülen bir ayıp olsa keşke. Ama her şey yasayla ve yasakla başlamıştı. Ayıp şartlı tahliyeyle aramızda dolaşabilirdi. Neyse ki yasağa itiraz bir yeni başlangıca davet çıkarmıştı.
Denilir ki dünya bir yasakla başladı. Kutsal bir emir, insani bir istekle delindi. Sürüldü aşk, başladı insanlık. Öyle denilir. Belki. Başladıysa da sonra değişti sanki. Belki de insan insanlığı kaybetti. Var deniliyor bazen, gölge gibi hayatın içinde beliriyor, ılık ve sessiz geçip gidiyor.
Bizden önce başladı birçok şey. İçine doğduk. Sonra değiştirmek istedik çünkü razı gelmedik. Dirilik burada bir şey! Yaşamak burada bangır bangır. Bu ses, bu çığlık bir şeyi çağırıyor. Gerçek şu ki çağrılan her şey duyuruyor. Çağrılmayı bekleyen de dâhil. Ses çünkü hasrettir, ses taklit edilse de anlamını ve mahiyetini kaybetmez. Yasak da dinlemez.
Çocukken dağlara seslendiğimi hatırlıyorum. Dağ yankılanıyordu. Ses bana geri dönüyordu ama benim değil, taşın sesiyle dönüyordu. Hep bir cevap alıyordum. Çünkü öyle öğrendik; dağlara sorulan her sorunun bir cevabı var. Taşın hafızası bilgedir. Çığlığın akustiği yalvarmayla başlar, sonra bir çözümü yuvarlar. Görmesen de o ayağının altına kadar gelen yanıtı, şahit olmuşsun bir kere. Şahit olanın hafızasını hiçbir kayıp unutturmaz.
Devlet hafızamızla oynayarak neyi anımsayıp neyi unutacağımızı emrediyor. Yasaklarla kendini meşrulaştırıyor. Büyük hakaret. Devlet ve din yan yana ve art arda bellek ile oynarken, kendini her şeyin üstünde görüyor. Oysa dağ kadar kudretli değil. Yankıdan aciz. Saklanmayı kabullenmediği gibi ayyuka çıkanı inkâr ediyor. Hasbelkader günü gelse güneşi batıdan doğuracak, doğudan batıracak. Aslında artık bunu da yapıyor. Devlet her türlü bahanesiyle aklımızla, eşyanın tabiatıyla, vicdanın hükmüyle, iradenin hürriyetiyle alay ediyor. İnandığı gerçeğe ihanet eden bir sistem bize neler etmiyor ki…
Ettikleri yazılıyor aslında. Hücre hücre, anbean yeniden düşündürtüyor. Zarar bu sistem. Duyduk mesela, Batman Gercüş’te bir çocuğa kâbus olan 27 kişinin adının bile olmadığını. Bu vahşi kâbusu yaşatanlara karşılık sesini çıkaran 27 kişinin devletin yasalarıyla tehdit edildiğini. Öğrendik ki halkı korumakla mükellef olan ve bu sayede vergilerden aldıkları maaşlarla evine ekmek götürenler, halkın çocuğuna tecavüz etti.
Söz ahkamdı bir vakit, bıçak gibi keserdi bahaneleri. Şimdilerde söz yargılanıyor. Alınıp götürülüyor bir gece vakti. Sözün sahibini dört duvara tıkayıp sesini kısmaya çalışıyor. Oysa yankısı hafıza bırakan hiçbir ses dört duvara sığmaz. Bu kadim bilgi ve miras götürüyor yankıyı haritalarda bile görünmeyen ücra köylerin evlerinin ta içine.
Tecavüz kültürü, bu sık sık hayatlarımızın içinde parlayan vahşet sistematiktir. Sömürge bir halkta olunca bu, apayrı bir mesaj vermiş olunuyor; devlet baş eğdiremediği sömürgesini düşkünleştirme telaşına düşmüş. Bu haysiyetsizleştirme politikası, haysiyet sahibi olamayanların alçak bir saldırısı.
Geçmişten beri biliyoruz ki devletin üniformasını giyenin yapıp ettikleri hep mubah. İster çocuklara tecavüz etsin, isterse de sokak ortasında çocukları öldürsün. Her şey serbest. Devletin temsili olan üniformadaki arma, devletin mahkemelerinde yargılanmaktan azadedir. Bu özgüvenle gölgesinden korkanların kuşandığı üniforma cesaret veriyor birden bire. Belindeki silahıyla da, organıyla da herkese dehşet salmada serbest.
Bu tür olaylarda faillerin mahkemelerde ödül almasına cezasızlık demeyelim artık. Düşman hukuku diyelim. Cezayı esirgediğin faili kendine ait, kendi temsilin gördüğünde bir ayrım çıkar ortaya ve bu ayrım bir düşmanı nişangâh beller. Devlet nişangah bellediği Kürt halkının çocuklarına, gençlerine ve kadınlarına her türlü ezayı reva görüyor. Tecavüzü ve infazı kendi mahkemelerinde olumluyor.
En basitinden devletin üniformasını giyip Batman’da İpek Er’e tecavüz edip intihara sürükleyen uzman çavuş Musa Orhan’ın hala aramızda dolaşması, devletin verdiği gözdağı olduğu gibi düşman hukukunun her kademede ve her sokakta devrede olduğunun kanıtıdır. Devlet kendisine ait üniformasını giydirdiği kişiye, evimizin içinde bize her şeyi yapabileceğinin teminatını veriyor.
Devlet üniformayı giyene silah kullanma serbestisi, organına da özgürlük bahşetmiş. Bu verilen cesaret esareti getirecek bir gün. Her yerde yaşanır da korkuların, vicdanın ve yüzsüzlüğün dört duvarında yaşanmaz. Avaz avaz bağıracağız; üniforma vahşettir ve çıplaklık ondan mukaddestir.
Haftanın kitap önerisi: Franz Kafka, Ceza sömürgesi, Çeviri: İlknur Özdemir, YKY