“Uzasa işi karıştıracağız. En azından kapattım böyle”
Geçen yıl ağustos ayında kamu işçilerini kapsayan toplu sözleşme görüşmelerinde düşük zam oranına razı olan Türk İş Başkanı Ergün Atalay’a ait bu sözler. Mikrofonun açık olduğunu fark etmeden hükümet temsilcisi Bakan Zehra Zümrüt Selçuk’la konuşuyordu. İşte aralık ayı boyunca sürecek asgari ücret görüşmelerinde milyonlarca emekçiyi bu anlayış temsil edecek.
Kabul ediyorum bizi Türk İş değil bir başka konfederasyon da temsil etseydi asgari ücret tespit komisyonunun yapısı değişmedikçe sonuç farklı çıkmayacaktır. Zira işveren kesimi, hükümet ve işçi kesimi temsilcilerinden oluşan komisyonun 3’lü yapısında kararlar oy çokluğuyla alınıyor. Genelde işveren ile hükümet kesimi asgari ücrete yapılacak zam konusunda aynı oyu kullanarak işçi kesiminin şerhine rağmen gönüllerinden geçen asgari ücret zammını yapabiliyor. Türkiye’de 10 milyondan fazla kişinin asgari ücret aldığı biliniyor. Milyonlarca kişinin yıllık ücret artışının belirlenmesinde ise asgari ücret bir referans noktası. Kısaca asgari ücret görüşmeleri milyonları ilgilendiren bir toplu pazarlık olarak görülebilir. Ama bu toplu pazarlıkta işçilerin grev hakkı dahi yok. Ücrete itiraz etmeleri durumunda başvurabilecekleri bir yaptırım mekanizmasına yasalar sınırında sahip değiller.
Bu görüşmelerde işveren ve devlet ittifakı kendileri için en uygun zam oranını önerip kabul ediyor. Ve elbette bu zam açlık ve yoksulluk sınırının çok altında oluyor. Asgari ücretlinin yıldan yıla yaşadığı kayıpları DİSK-AR aralık ayı başında açıkladığı raporda çarpıcı verilerle ortaya koydu. DİSK-AR’ın raporuna göre Türkiye; Sırbistan, Bulgaristan ve Arnavutluk’tan sonra asgari ücretin en düşük olduğu 4’üncü ülke. Oysa sadece 10 yıl önce en düşük ülkeler sıralamasında 13’üncü sıradaymış.
Sadece sıralama sorunu değil mesele. Örneğin cumhuriyet altını fiyatlarına göre 2003 yılında asgari ücretin yıllık tutarı ile 25 altın alınıyorken 2020’de yıllık net asgari ücretle sadece 10 cumhuriyet altını alınabiliyor. Döviz kuru üzerinden yapılan bir kıyaslamada da erime rahatlıkla anlaşılıyor. DİSK-AR raporunda göre 2016’da asgari ücret 430 dolarken şu anda 300 doların altında.
Üstelik asgari ücret bu denli erirken emekçilerin ücretlileri üzerindeki vergi yükü artmış durumda. Yıllar içerisinde değişen vergi dilimleri hep emekçiler aleyhine oldu. Yine DİSK-AR’ın hesaplamalarına göre asgari ücretin yalnızca %67’si net harcanabilir ücret olarak işçilerin eline geçiyor. Damga vergisi, gelir vergisi, primler ile KDV ve ÖTV gibi dolaylı vergilerle beraber 2943 TL’lik asgari ücretin yalnızca 1960 TL’si harcanabilir bir para olarak işçilere kalıyor. Anlayacağınız asgari ücretli bir işçi yılın 122 günü vergi ve diğer kesintiler için çalışıyor. İşin bir de Asgari Geçim İndirimi (AGİ) ayağı var. Biliyorsunuz asgari ücrete AGİ payı da dâhil ediliyor ve böylece asgari ücret daha yüksek görünüyor.
Hesap kitapla yapılan ayak oyunları gerçekleri gizlemeye yetmiyor. Asgari ücretlinin vergiden muaf olması, ücretliler için verginin daha hakkaniyetli olması gerekirken bizde vergi konusunda kolaylık “bazı” sermaye gruplarına yapılıyor. Cengiz Holding’in birkaç yıl önce 425 milyon TL’lik vergi borcunun silindiği halen belleklerde tazeliğini koruyor. Kalyon Holding’e 9 milyarlık vergi indirimi yapıldığı konusunda iddialar ise sadece birkaç ay öncesine ait.
Holding sahiplerinin vergi borçlarına yönelik gösterilen kolaylığı emekçilerden esirgeyenler, emekçilerden hep “fedakârlık” bekleyenler elbette asgari ücret görüşmelerinin yapıldığı masada işverenlerle işbirliği yapacak. Muhtemelen şimdiden belli olan bu zam bizim kabulümüz değil. Tıpkı asgari ücretle geçinen milyonların açlık sınırının altında bir ücrete mahkûm edilmesi gibi. Uzun çalışma saatleri ve ağır çalışma koşullarının yerleşik hale geldiği, ücret düzeylerinin giderek düştüğü bu koşullarda asgari ücret masasında kurulan bu acı ittifakı bozacak tek güç emekçilerin birliği ve kararlı mücadelesi olabilir.