Yeryüzünde “bilinmeyen dil” diye bir kavram var mıdır acaba? Türkiye’den alışık olduğumuz bu söylem dünyanın herhangi bir yerinde bir insana sorarsanız şaşakalır muhtemelen. Dolayısıyla çok rahatlıkla diyebiliriz ki ne mutlu öncülüğünü “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin” yaptığı ve kayıtlara sürekli “bilinmeyen dil” olarak geçen kavramı Türkiye üretti.
Tabela üniversitelerinden tutalım, büyük bütçeli, onlarca yıllık eğitim tecrübesine sahip üniversitelerde “bilinmeyen dil” tartışılmıyor bile. Bunlar nasıl üniversiteki bu kadar ilginç bir bilim sorusu için araştırma inceleme yapmıyor. Hele şu koca koca kitaplar yazan, devasa rütbelere sahip profesörler, ekipleri, enstitüleri nasıl bu konuyu bilimin gündemine getirmez, kendi sorunsalı olarak görmezler?
Büyük ölçekli sermayelere sahip iş dünyasının sayısız fonları, bursları, katkıları var. Mesela neden küçük bir pay ödenek ayırarak bu “bilinmeyen dilin” bilinmesi, tanımlanması, adlandırılması için bir bütçe ayırmazlar.
“Bilinmeyen dil” kavramı sorgulanmaz, onu temsil eden konular üzerinde ciddi çalışma yapılmazsa, ülkenin yöneticileri de “düşünmezseniz yoktur” diyecek bir akli melekeye sahip olur. Rol model olan yönetici böyle ise üniversitelerde “evrim konusu, teorisi” analiz edilmez, direk “evrim yoktur” denerek ve bilimin ölçekleri alt üst edilerek sözde bilimsel çalışma yapılır. Sanırım artık bu noktada tarikatlar ve cemaatler daha açıklayıcı. Öyleyse üniversitelerin bunlara görev devir teslimi yapması daha makuldur.
Kendi insanları muhtaçken, başka ülkelere çeşitli zamanlarda ve farklı nedenlerle mal, hizmet yardım eden ülkenin hali tuhaf olmalıdır. Çünkü bir süre sonra aynı ülkelerin topraklarına savaş ihraç etmektedir.
Sanırım bütün mesele yine “bilinmeyen dil”dedir. Mesela bütçe yapan koca Meclis. Şu bilinmeyen dilin adının konulması için bir araştırma çalışmasına bütçe ayırabilirdi. Ama utanmadan, üstelik övünerek zabıtlara geçirilmesini sağlayan “kart” adamlar bir de kalkmış kendilerini zeki bir hayvan olan “kurt” ile özdeşleştiriyorlar. Eh tabii böyle olunca bilinmeyen dilin, öz Türkçenin unutulması ve “Karda kart kurt” denmesiyle kaybolduğunu ve yeni bir dilin ortaya çıktığını söylerler ki yeryüzünde böyle bir yaklaşımla dalga geçerler. Çünkü “mankurt” kafasının üreteceği bu seviye bilmez ki dil ve diller nasıl oluşur, hangi merhalelerden geçer.
Tabii okuma yazması olmayan bir mafyanın ülkenin yöneticileriyle dost olması, yönetime ayar çekmesi, devlet adına suç işlediğini söylemesi, mevcut devletin de neye mahkum olduğunu, kimlere kaldığını çok bariz bir biçimde göstermektedir.
Mafyanın, şarlatanların, hayalperestlerin, ajitatörlerin, komplocuların yaşadığı bir mekanda ekonominin istikrar kazanması mümkün olabilir mi? Gerçekliğin öldürülmeye çalışıldığı bir zeminde psikolojik olarak sağlıklı ve istikrarlı bir insan prototipinden bahsedilebilir mi?
“Bilinmeyen dil”le başladı her şey. Ortada dipdiri duran, kendini ifa eden bir dil. Yok edilmeye çalışılsa da, zor bir tribülansa girse de potansiyel olarak güçlü olan bir dilin adlandırılamaması gerçekten zavallılık değil de nedir?
“Bilinmeyen dili” için “öyle bir dil yoktur bu topraklarda, öyle bir dili kullanan bir topluluk da yoktur” zihniyetinde olanlar ülkeyi asimilasyon eseri dil mezarlığına çevirdiler. Bir dili yok etmek bir topluluğu yok etmektir. Onlarca etnik grup bu topraklarda dillerinden oldular, canlarından oldular, kendilerini gerçeklikleri üzerinden ifade edecek varlıklarından oldular.
Hani şöyle bir öneri de getirmek mümkün; olabilir, bu koca devlet bir dile bir ad koyamıyor. Çünkü algısı yetersiz, bütçesi yetmiyor, bilim insanları da etkisiz yetersiz ya da son dönemdeki artış örneğinde olduğu gibi yeteneksiz olabilir.
Öyleyse şu kocaman devlet bir defa geri çekilmeyi kabul etse, buna karşılık bilinmeyen dili kullanan, bilinmeyen halk bütçesiz, katkısız böyle bir olanağı sağlar. Diliyle, dilleriyle, lehçeleriyle ağızlarıyla tüm benliğiyle kimliğini de, tarihini de dilini de fevkalade ortaya koyar, koymaktadır da.