Diktatörlüklerin gerçek sureti hapishanelerdir. Muhalifleri dört duvar arasına kapatmak en büyük hobileridir ve asıl makyajsız yüzlerini orada gösterirler. Bu bilinen gerçeği yeniden hatırlamak için bir film, bir kadın ve bir ülkeden kısaca bahsetmek bile yeterli.
Bir film:
Uruguay’da 1973 askeri darbesinden sonra Tupamaro (MLN-T) örgütü üyesi üç tutuklunun maruz kaldığı tecrit zulmünü anlatan, Álvaro Brechner’in yönettiği “12 Yıllık Gece” (La noche de 12 años, 2018). Mauricio Rosencof, Eleuterio Fernandez Huidobro ve José Mujica Cordano bir gece tutuldukları cezaevinden askerlerce kaçırılıp bilinmeyen bir yere götürülür. Sonrası diktatörlüğün siyasi rehineleri olarak tecritte geçecek 12 yıllık bir kâbus…
Askerler vaktinde öldüremedikleri için onları ölümden beter işkencelerden geçirir, sadece özgürlüklerinden ve sevdiklerinden değil en temel ihtiyaçlardan, günışığından bile mahrum bırakır, hepsini delirtmek ve ruhsal yönden çökertmek için her şeyi yapar. Bu şekilde günler, aylar, yıllar geçer. Üç rehine zindan zindan gezerken, biz zamanın akışını arada bir görüntünün üzerine düşen rakamlardan izleriz: 803. gün, 1074. gün, 1529. gün, 2391. gün, 2757. gün, 3053., 3518., 3989., 4323. gün. Sonunda sivil yönetime geçişle birlikte nihayet serbest kalırlar. Gün gelir devran döner; Rosencof saygın bir şair ve yazar, Huidobro önce senatör sonra bakan, “Pepe” Mujica ise bildiğimiz gibi 75 yaşında ülkenin devlet başkanı olur.
Bir kadın:
Adı Nasrin Sotoudeh. Daha çok kadın ve çocuk haklarına hayatını adamış İranlı insan hakları savunucusu avukat. Aynı zamanda biri 20 diğeri 12 yaşında iki çocuk annesi. Ülkedeki rejim muhaliflerinin, ölüm cezasına çarptırılanların, başörtüsü yasağını ihlal eden kadınların savunmasını çoğu zaman karşılıksız üstlenir. Bu nedenle defalarca hapse atılır, içeride tutmak için casusluktan ahlasızlığa kadar muhtelif suçlar icat edilir. Sotoudeh, Jafar Panahi’nin 2015 tarihli “Taksi Tahran” filminde taksiye binen yolculardan biriydi ve orada şunu diyecekti: “İçeriden çıkınca, dışarıda daha büyük bir hapishane buluyorsun.”
En son 2018’de tekrar tutuklanarak kendisine 38 yıl hapis ve 148 kırbaç cezası verildi. Girdiği açlık grevinde sağlık durumunun kötüleşmesi, üstüne bir de Covid-19 virüsü kapması ve artan uluslararası baskılar nedeniyle 7 Kasım’da geçici olarak serbest bırakıldı. Henüz iyileşmediği ve tahlil sonuçlarını dahi alamadığı halde, geçen hafta alelacele yeniden demir parmaklıkların arkasına tıkıldı. Bu süre zarfında virüs yüzünden çocuklarına bir kez bile sarılamadı!
Cezaevine giderken bıraktığı kısa mesajda başka bir mahkumu anarak “Ahmad Reza Jalali için sesimizi yükseltelim” demiş. Jajali, İsveç’te yaşayan alanında yetkin bir tıp profesörü, 2016’da iki üniversitenin davetlisi olarak Tahran’a gelmiş ve bir daha evine dönememişti. Önce kaçırılıp sonra casuslukla suçlanarak uyduruk bir duruşmayla ölüm cezasına çarptırıldı. Geçen ay ise cezanın kısa sürede infaz edileceği duyuruldu. Evinden apar topar götürülürken bile Sotoudeh’in kendine değil başka birinin durumuna dikkat çekmesi ne denli ilkeli bir hak savunucusu olduğunu gösteriyor.
Bir ülke:
Adı lazım olmayan ülkede binlerce siyasi mahkum zindanlarda rehin. Pandemiye karşı en kötü sınavı veren ülkeler klasmanında liderliğe oynarken, hafta sekmeyen ev baskınlarıyla yeni tutuklular, yeni mağdurlar yaratıyorlar. Çoktandır toplama kamplarına dönüşmüş olan cezaevlerini Covid-19’la işbirliği içinde birer ölüm kampına dönüştürmekten çekinmiyorlar. İnsanlar neyle suçlandığını bilmeden yıllarını zindanda geçirirken, bazıları sağ girdikleri hapisten tabut içinde çıkıyor. Mevcut rejime isim koyamayanlar bir zahmet hapishanelere baksın.
Başta bahsi geçen filmde, tecritte delirme noktasına gelen Mujica’ya annesi ender görüşmelerden birinde “Yalnızca direnmeyi bıraktığında kaybetmiş sayılırsın” diyor. Muayene için götürüldüğü doktorun sözleri de bu işin basit bir reçetesi gibi: “Elinden geleni yap, tutunabileceğin ne varsa ona tutun. Güçlü ol. Hayatta kal. Bitmek üzere.” Nitekim bitti, sonsuz gibi görünen 12 yılın ardından içeride son bir gece geçirip çıktılar ve ülkeyi yönettiler.
Buraya kadar okuduysanız, ödül niyetine: Filmde de duyulan Sílvia Pérez Cruz’un sesinden Paul Simon’un meşhur şarkısı “Sound of Silence”ı bulup açın, hatta benim gibi birkaç defa dinleyin. Geceyi ve ‘kanser gibi yayılan’ sessizliği yırtmak için bedel ödeyenleri unutmayalım diye.