Cumartesi Anneleri benim için hep çok özel oldular. İşte sene 95 ve ben girdiğim savaşın doğal sonuçlarından biri olarak PKK gerillalarınca ayağımdan vurulmak süretiyle esir alınmış durumdayım. O senelerde annelerimiz kayıp yakınları için yeni yeni Galatasaray’a çıkıyordu. Aileme elinden geldiğince mektup yazıp durumum ile ilgili bilgilendirme yapıyorum. Hatta bir keresinde telefon dahi açmıştım fakat öyle olmasına rağmen herhalde yaşadıkları şok ile benim yaşadığıma hala inanmıyorlardı.
Velhasıl o durumda olan ailemi kısıtlı imkanlar doğrultusunda benim kurtarılmam için birçok yere yönlendirmeye çalışıyorum. Evet o dönemde savaşın orta yerinde kaybolmuş yavrusunu bulması için anneme Cumartesi Anneleri ile dayanışmasını da söylemiştim. Neyse zaman geçti heyet oluştu, o dönem PKK’nin elinde esir olan bizler bırakıldık .
Bir süre diğer esir askerlerden ayrıcalıklı olarak askerî hapishanede tutulduktan ve zorla askerliğin geri kalan kısmı da tamamladıktan sonra ailemin yanına döndüm. Sonra o zor süreci konuşmaya başladık. Ne yazdığım mektupları benim yazdığıma inanmışlar ne de yaptığım telefon konuşmasındaki kişinin ben olduğuma, ta ki PKK kamplarına gelip beni görünceye kadar.
Birçok şeyin yaşanmasına hatta telefon görüşmesi yaptığım halde amcamın ‘o çocuk öldü ondan umudu artık kesin’ sözleri de cabası. Anneme, seninle aynı durumu yaşayan ama bunlara sessiz kalmayıp Galatasaray’da kaybedilen yakınlarını arayan anneler ile birlikte mücadele et diye yazmıştım. Neden Cumartesi Anneleri ile Galatasaray’da oturmadın dediğimde ise, annem ‘ama oğlum onlar ‘terorist’ değil mi’ demesin mi.
Ben de ah annem, güzel annem dedim, senin yüreğin beni görmediğin öldüğümü düşündüğün dönemde ne durumdaydı diye sorunca ‘hiç sorma’ dedi annem ‘hiç sorma’, sessiz yıllarda yaşıyor muyum, yaşamıyorum bilmiyordum. Bende ah annem o meydan da oturan her bir anne senin gibi, yıllardır kaybedilen çocuklarından belki iyi kötü bir haber çıkar diye sıcak, soğuk, yağmur, boran demeden orada oturuyorlar.
Ah be annem, güzel annem bu coğrafya da savaşa, savaşları yürüten hükumetlerin yanlış politikalarına, yaptıkları insanlık dışı icraatları dinlendirdin mi ‘terorist’ görülüyorsun. Oğlun savaşın orta yerinde, öldüğünü düşündüğün oğlun, o yıllarda kendisinin de dâhil olduğu insanlık ve savaş suçlarını ifşa ettiğinden beri ‘terorist’ olarak görülüyor. Sen de anne o günlerden, hatta ölmeyip de PKK’ye esir düştüğümden beri onların gözünde bir ‘terorist’in annesisin. Peki dedim, anneme benden razı olmadığın yanım var mı? Annem ‘olur mu ben seni bilirim bir kuşu dâhi inciltmezsin’.
Ha işte benim güzel annem terörist diye gösterdikleri o güzel yiğit annelerin milyonda biri etmem, ona göre değerlendirmeni yap. O zaman annemin gözlerinin nasıl dolduğunu hatırlıyorum. Yıllardır öldü diye düşündüğü oğlunun yüzüne düşürdüğü yorgunluğu ve yanaklarından süzülüpte yere düşen gözyaşlarını. Elbette dünyanın neresine giderseniz gidin bu acı, bu gözyaşı evrenseldir, belki de acının ortak dili gibi nereye gitseniz bu dili anlarsınız fakat önyargılarımız olmasa. Einstein’in dediği gibi önyargıları parçalamak atomu parçalamaktan daha zor. Annem bunun bariz örneği; her şeyden sakınıp ne zorluklarla büyüttüğü oğlu birden savaşın orta yerinde kayboluyor. Öldü mü, kaldı mı belli değil.
O an desen oğlun geri dönecek ama sen şu zehiri iç desen içecek ama önyargısı yüzünden kendisi gibi durumda olan Cumartesi Anneleri’nden şeytan görmüş gibi kaçıyor. O yüzden de asla Cumartesi Annesi olamadı.. Kaybedenler belki de en çok bu vicdansız açıktan yararlanarak bu güne kadar hesap vermeden ellerini kollarını sallayarak aramızda geziyorlar.
Vicdanlarımızı körerten, bir araya gelmemizi engelleyen bu önyargı duvarını kırmadığımız sürece de bu böyle devam edecek, çok şükürler olsun ki her şeye rağmen ellerinde yürekleri ile bu duvarın kırılması için tam 700 haftadır Cumartesi Anneleri mücadele yürütüyor. Bugün bu yazıyı, bu belirlemeleri yapabiliyorsam onların elleri yüreklerin de o duvarlarda açtıkları çatlaklardan sızan aydınlık sayesindedir.
Hatta Roboski’den Ankara’ya yaptığımız barış yürüyüşün ardından sevgili Meral Geylani’nin önerisi ile yerleştiğimiz Roboski’de 28.12.2011 tarihinde TC hava kuvvetlerine bağlı savaş uçaklarının bombardımanı sonucu kaybettikleri yakınlarının belli olan faillerinin yargı önüne çıkarılması için katliamın 55. haftasından sonra başlattığımız perşembe değerlendirmeleri / adalet nöbetini tamamen Cumartesi Anneleri’ni örnek alarak başlattık, bunu da gurur ile belirtiyorum.
Bizler sadece milyondan biriyiz. Annelerimiz bu anlamı ile milyonlara rol modeli olmuştur. Ben Cumartesi Anneleri ile ilgili bu yazıyı hazırlarken, Cumartesi Anneleri’nin adalet nöbeti için 700. oturumuna izin verilmediğini, hatta hayli zorbaca bir yönelime maruz kaldıklarını ve onlarca annenin gözaltına alındığını sosyal medyadan öğrendim. Bizler savaşsız bir dünya, barış dedikçe yaşadıklarımıza inanamıyorum. Bu neyin hıncıdır, neyin hesabıdır ki adalet nöbetlerinin 700. oturumunda #CumartesiAnneleri’ne görülmedik bir yönelim geliştiriliyor.
Cumartesi Anneleri Türkiye’dir, Türkiye. Öyle her istediğinizde yönelemez, dokunamazsınız. Cumartesi Anneleri bu ülkenin vicdanidir, vicdanı. Öyle her istediğinizde söküp atamazsınız. 90’lı yılların karanlığından bir fener gibi çıkıp bugüne gelmesini bildiler. O dönemki iktidarı, muhalefeti karanlığını iyi bilir. Öylesi bir dönemde dahi böylesi yönelime maruz kalmadılar. Yazımı bitirirken ben bir barış aktivisti olarak #CumartesiAnneleri’ne uygulanan bu yönelimi kınadığımı belirtirken, yetkilileri de derhal bu yönelimdeki sorumluluklarından dolayı annelerimizden özür dilemeye çağırıyorum. Kamuoyunu da bu konuda daha duyarlı olmaya çağırıyorum.
CumartesiAnnelerineDokunma BarışHemenŞimdi #700HaftaCumartesiAnneleri