Asgari ücret, bir ülkedeki en az ücreti yani taban ücreti ifade eder. İşçinin sahip olduğu vasıf, işin özellikleri ve işçi ile işveren arasında yapılan pazarlık sonucunda elde edilen haklara göre taban ücretin (asgari ücretin) üzerine eklemeler yapılır. Bu nedenle sadece vasıfsız, tecrübesiz, toplu sözleşmeden yararlanamayan örgütsüz işçilerin esas ücreti asgari ücret düzeyinde olabilir ki bunun da emek piyasasında küçük bir azınlığı kapsaması beklenir.
Türkiye’de kaç kişinin asgari ücretle çalıştığı neredeyse devlet sırrıdır. 2014’ten bu yana AKP hükümetleri -TBMM’de verilen soru önergelerini de yanıtsız bırakarak- “Kaç kişi asgari ücretle çalışıyor?” sorusuna yanıt vermemiştir. DİSK-AR’ın 2019’da yayınladığı raporlarında yer alan hesaplamalara göre -AB ülkelerinde yüzde 7 olan- asgari ücretle çalışanların oranı Türkiye’de istihdam edilenlerin yarısına yakındır. Kaldı ki kayıt dışı istihdam edilenler, esnek çalışanlar, stajyerler ve son yıllarda yaygınlaşan asgari ücretten yatırılan ücretin bir kısmının patrona geri ödetilmesi gibi uygulamalarla, emekçilerin önemli bölümü asgari ücretin çok altında bir ücretle çalıştırılmaktadır. Bu da Türkiye’de “asgari ücret” adıyla belirlenenin, aslında “ortalama ücret” hatta birçok sektörde/iş yerinde çalışanlara dayatılan “azami ücret” olduğunu gösterir! Asgari ücretin azami ücret olarak dayatılanlar sadece eğitimsiz, vasıfsızlar değildir; üniversite mezunu pek çok genç, öğretmenlik, mühendislik, muhasebecilik gibi profesyonel ya da yarı profesyonel işlerde bile resmi asgari ücretin altında ücretle çalışmaya razı olmaktadır.
Oysa 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 23. maddesinde, “çalışan herkesin adil; kendisi ve ailesinin insanlık onuruna yetecek bir ücret alma hakkına sahip olduğu” vurgulanmıştır. Bu bağlamda “çalışana ve ailesine insanlık onuruna uygun bir yaşam düzeyini sağlayacak bir ücret” temel insan hakları içinde kabul edilmiş ve devlete, bu konuda gerekli önlemleri alma görevi verilmiştir. Yine BM tarafından kabul edilen, Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Üzerine Uluslararası Sözleşme’de, “bütün işçilere, kendisine ve ailesine iyi bir yaşam düzeyini sağlayacak asgari ücretin verilmesi gerektiği” belirtilmiştir.
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Anayasası’nın başlangıç bölümünde, işçilere sağlanacak ücret güvencesi sadece işçiler için bir hak olarak kalmayıp aynı zamanda evrensel ve kalıcı bir barış için de gerekli unsurların başında geldiği ifade edilmiş; işçilere “yeterli yaşam koşullarını sağlayacak bir ücretin güvence altına alınması” öncelenmesi gereken konular arasında kabul edilmiştir. ILO, asgari ücret ile ilgili olarak üç sözleşme ve üç tavsiye kararı onaylamıştır.
Avrupa Sosyal Şartı’nın 4. maddesinde de “Tüm çalışanların, kendileri ve ailelerine iyi bir yaşam düzeyi sağlamak için yeterli ve adil bir ücret alma hakkı” olduğu belirtilmiştir.
TC Anayasası’nın “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası Antlaşmalar kanun hükmündedir” ifadesine yer verilen 90. maddesine göre yukarıdaki uluslararası sözleşme hükümleri Türkiye için de geçerlidir. Öte yandan Anayasa’nın 55. maddesinde uluslararası normlara paralel olarak “Ücret emeğin karşılığıdır. Devlet, çalışanların yaptıkları işe uygun adaletli bir ücret elde etmeleri ve diğer sosyal yardımlardan yararlanmaları için gerekli tedbirleri alır” hükmüne yer verilmiştir.
Yani gerek Anayasa gerekse uluslararası normlara göre tüm çalışanlar, emeklerinin karşılığı olan, kendisi ve ailesinin insanlık onuruna yakışır yaşam sürmesini sağlayacak bir ücret alma hakkına sahiptir. Oysa Türkiye’de asgari ücretin belirlenmesinde ne emeğin karşılığı yerini bulmakta ne de her sözleşmede yinelenen onurlu yaşam sürme ölçeği dikkate alınmaktadır.
Her vesilede aileyi kutsayan AKP hükümeti, mesele asgari ücret olunca “aileyi yok saymakta” ve asgari ücret hesabını sadece işçinin kendi giderleri üzerinden belirlemektedir. Türk İş’in Kasım ayında açıkladığı raporda bir işçinin “yaşama maliyeti” aylık 3 bin 074 TL’dir. Oysa halen geçerli olan 2 bin 324 TL asgari ücretle bırakın işçinin ve ailesinin onurlu bir yaşam sürmesini, tek yaşayan bir işçi bile en temel ihtiyaçlarını karşılayamaz.
Asgari ücret görüşmeleri öncesinde 2021 yılı için asgari ücretin, Yeni Ekonomik Program’ın (YEP) yüzde 8’lik enflasyon hedefi ya da Merkez Bankası’nın yüzde 9.4’lük enflasyon tahmini doğrultusunda belirlenmesi beklenmektedir. Bu durumda da en iyi olasılıkla yeni asgari ücretin 2 bin 542 TL olacağı öngörülebilir. Bu da emekçiler ve ailelerinin 2021’de onurlu yaşama kavuşmaları bir yana açlıkla cebelleşecekleri yeni bir yıla daha gireceklerini göstermektedir.
Peki asgari ücretin ne kadar olması gerekir?
Asgari ücretin miktarından önce “ortalama ücret” ya da “azami ücret” olmaktan çıkıp “taban ücret” haline gelmesi sağlanmalıdır. Asgari ücret miktarı hesaplanırken, işçilerin de sosyal bir varlık olan insan oldukları ve geçindirmek zorunda bulundukları ailelerinin ihtiyaçları da göz önüne alınmalıdır. Bu durumda asgari ücret en az Türk İş’in dört kişilik ailenin zorunlu ihtiyaçları üzerinden “yoksulluk sınırı” olarak belirlediği 8 bin 198 TL üzerinden hesaplanmalıdır.
Bu miktarın çok yüksek olduğu, patronların bunu ödeyemeyeceğini savunanlar olursa onlara; halkın cebinden ve emekçilerin İşsizlik Sigortası Fonu’ndan sermayeye aktarılan kaynaklar, şirketlerin yüksek kârları, giderek düşürülen kurumlar vergisi oranları, zenginleşen ve lüks içinde yaşayanların artması ve yasal ya da yasa dışı yollarla yurt dışına aktarılan servetler anımsatılıp, önce bunların hesabını vermeleri istenebilir mesela…