Amira ve Amir, DAİŞ tarafından kaçırılan Êzîdî çocuklardan ikisi. Federe Kürdistan’dan Suriye ardından Türkiye’ye götürülen kardeşler, önce Arap sonra Türkleştirilmeye çalışılmış. Türkiye’de Amira, Aya; Amir ise Ahmet olmuş. Ailesinin tesadüfen bulup yeniden Federe Kürdistan’a götürdüğü iki çocuk kısacık ömürlerine büyük bir zulmü sığdırdı. Öyle ki Amira, “Sadece 12 yaşındayım ama bu dünya için çok yaşlı olduğumu hissediyorum” diyor.
Reber Dosky
2014 Ağustos’unda, DAİŞ’li teröristler Federe Kürdistan’daki Êzîdî toplumuna saldırdılar. Sayısız insan öldürüldü, 3 binden fazla Êzîdî çocuk ve kadın kaçırılıp DAİŞ kontrolündeki alanlara götürüldü. Yıllar boyunca DAİŞ’in zulmüne maruz kaldılar. Onlardan biri de Amira.
Onunla Êzîdî kurbanlar ve kurtulanlar üzerine ikinci filmim için yaptığım araştırma sırasında tanıştım. Amira DAİŞ tarafından kaçırıldığında 6 yaşındaydı. Türkiye’de neredeyse tesadüfen bulundu ve büyük zorlukların ardından Êzîdî toplumuna geri götürülebildi. Amira’nın hayata tutunmak için acilen yardıma ihtiyacı var. Yaşayabilmeli, karnını doyurabilmeli ve okula gidebilmeli.
Amira
Adım Amira Xudêda. 12 yaşındayım. Ailem 12 kişiden oluşuyor(du): Babam, annem, ben, beş erkek ve dört kız kardeşim.
Irak: Ailem
DAİŞ saldırdığında altı yaşındaydım ve Werdiye’de yaşıyordum. O günü hala biraz hatırlıyorum. Çocuklar ve kadınlar bir tarafta, erkekler başka tarafta toplandı. Bunu niye yaptıklarını hiç bilmiyordum. Ondan sonra annemizle birlikte Irak’ın başka bir yerinde yaşamaya başladık. Birkaç ay sonra en küçük kardeşim Amir’le ben DAİŞ tarafından annemizden ayrıldık ve Suriye’ye götürüldük.
Suriye: Arap olduk!
Suriye’de Hatice diye bir kadına götürüldük. Kocası ölmüştü ve 5 çocuğu vardı. Bizim artık Arap olduğumuzu ve yeni annemizin de Hatice olduğunu söylediler. Bizi hiçbir şeye zorlamadı. Orada normal bir hayatımız oldu. Hayat eğlenceliydi: yüzmeye, gezmeye ve eğlence parkına gidiyorduk. Savaş olduğumuz bölgeye yaklaşıp da kötüleşince, Hatice bir sürü başka insanla birlikte Türkiye’ye kaçmaya karar verdi. Başka birçok aile ile birlikte, kamyonlarla Türkiye sınırına gittik.
Türkiye: Çocuk bakım merkezi
Sınırdan alınıp otobüslerle başkent Ankara’ya götürüldük. Orada polise kaydolmamız gerekiyordu. Polis bizim mama Hatice’nin gerçek çocuğu olmadığımızı anladı. Onunla gitmemize izin verilmedi ve Ankara’nın yakınındaki Kırşehir’de bir çocuk bakım evine götürüldük. Orada anne babası olmayan veya anne babasının bakamadığı bir sürü başka çocuk vardı. Ben kız okuluna gidiyordum, Amir başka bir okula. Teneffüslerde veya etkinlikler sırasında ve hafta sonları da birbirimizi görebiliyorduk.
Müslüman ve Türk olduk!
Türkiye’de bizi Müslüman yaptılar. Bize Türk olduğumuzu söylediler. Müslüman olan herkes Türk’tür dediler. Adımı Amira’dan Aya’ya çevirdiler, kardeşim de Amir’ken birden Ahmet oldu. Yeni hayatımıza odaklanmaya çalıştık. Ama o zamanlar cevabını bulamadığım bir sürü soru vardı kafamda: Ben kimim? Nereliyim? Burada ne yapıyorum? Niye buradayım? Annem, babam, ailemin geri kalanı nerde?
Ve Êzîdîymişiz
Bir gün tanımadığımız bir adam, Facebook’ta gördükten sonra kreş idaresine gelip bizi görmek istedi. Meğer babamın kuzeniymiş. Beni onunla yüz yüze getirdiklerinde deli gibi kaçtım, nefesim kesilene kadar koştum. Bilmediğim bir dilde konuşuyordu. Kürtçe / Türkçe çevirmen aracılığıyla, bizim akrabamız olduğunu iddia etti. Kardeşimle ben sadece ağlayabildik. Birkaç ay sonra, adam kız kardeşlerimden birini de yanına alıp çocuk merkezine geri geldi. Bizden ve ondan DNA alındı. Sonuç: gerçekten de akrabaydık. Sonra bir öğrendik ki hepimiz Êzîdiymişiz.
Önce Arap olduğumuzu söylediler, sonra Türk olduk, şimdi de yeniden Êzîdîyiz. Gerçekten Êzîdî olduğumuz ve Kürdistan’da bir ailemiz olduğu öğrenilince, gerçek ailem ile Türk devleti arasında büyük bir mücadele başladı. Ailem bizi istiyordu ve Türk devleti gitmemize izin vermiyordu. Niye, bilmiyorum. En sonunda, Eylül ayında, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’den bir delegasyonla gitmemize izin verdiler.
Irak: Leyla Yenge
Bu bizim için çok zor oldu. Öğretmenlerimize, arkadaşlarımıza ve çocuk merkezinde gece gündüz bize bakan annelere bir kere daha veda etmek zorunda kaldık. Ama bir yandan da gerçek ailemizi bulduk diye sevinçliydik. Ama Türk devleti bizi bir şartla vermişti: Mülteci kampında yaşamayacaktık. Bu yüzden ailem kiralık bir ev bulmak için çok çabalıyor. Ama ailemin elinde avucunda çok bir şeyi yok. Başkalarının yardımıyla şimdi bir aylık kirayı ödeyebiliyoruz. Şu an Dihok ile Musul arasındaki Khanke köyünde, en büyük abimin eşi Leyla ile birlikte yaşıyorum. Abim kayıp. Ailemin geri kalanı da. Babam, annem, üç erkek ve bir kız kardeşim kayıp.
Yeni toplum
Leyla bize çok yakın davranıyor, görüyorum bunu, ama birbirimizi anlayamıyoruz. Amir ve ben Kürtçe konuşamıyoruz, onlarsa Türkçe konuşamıyor. Bize annelik yapmaya çalışıyor. Çok tatlı, ama ben gerçek annemi özledim. Anne babamın birkaç resminden başka bir şey yok. Evde bir sürü zaman geçiriyorum. Sabah kalkınca internetten müzik dinliyorum ve videolar izliyorum. Amir daha dışa açık ve her yere gidiyor. Ama ben hala bu yeni topluma alışmaya çalışıyorum. Hala okula gidemiyoruz çünkü gidebileceğimiz okul şehirden çok uzak ve yol masrafına paramız yetmez. Amir ve ben mülteci kampındaki okula da gidemiyoruz çünkü orada yaşamamıza izin verilmiyor. Nasıl yapayım, ne edelim, bilmiyorum.
Adım Amira, sadece 12 yaşındayım ama bu dünya için çok yaşlı olduğumu hissediyorum.
Reber Dosky’e ait bu yazı, Yeni Özgür Politika’dan Serap Güneş’in çevirisiyle alınmıştır.