Sinan Çiftyürek
Süleyman Demirel, “Kürt realitesi vardır, sorunu yoktur. Kürt realitesi yerine Kürt sorunu dediğiniz zaman başka yerlere gidersiniz. Millet sorunu, siyasi bir sorun kabul etmiş olursunuz” ve “Meseleleri mesele etmezseniz ortada mesele kalmaz” demişti. Yani Kürt meselesi var ama siz mesele etmeyin diyordu. Erdoğan da son yıllarda Demirel benzeri söylemine sarıldı, mesele etmezseniz “Kürt sorunu yoktur” demeye getiriyor.
Demagojinin sınırları
12 Ağustos 2005’te, “Kürt sorunu benim sorunumdur illa ‘ad koyalım’ diyorsanız Kürt sorunu bu milletin bir parçasının değil, hepsinin sorudur. Benim de sorunumdur… Anayasal düzen dahilinde daha çok demokrasi, vatandaşlık hukuku, refahla çözeceğiz” diyen Erdoğan bir süredir “Kürt sorunu yoktur” diyor. Ama aynı Erdoğan iktidarı, Amed-Qamişlo-Hewlêr’de her gün her saat Kürt meselesi ve Kürdistan ile yüzleşmenin ötesinde ekonomik, ticari, siyasi olarak aynı masada buluşuyor. Bu durum “Kürt sorunu var diyorsam var yok diyorsam yok” keyfiyeti veya “Mesele etmezseniz Kürt meselesi olmaz” demagojisinin sınırlarını gösterir.
Devlet stratejisi
Mustafa Kemal’den beri Türk hükümetleri, Kürt meselesinde devlet stratejisini esas alarak koşullara göre taktik politikalar geliştirdiler. Gelişmelere göre Kürt meselesi “vardır” ya da “yoktur” zikzağı, ulusal özgürlük mücadelesinin durumuyla da bağlantılı olarak devletin stratejisine göre çizilir. Burada hükümetlere biçilen rol devlet stratejisini uygulayan taktiksel alanla sınırlıdır. Örneğin Erdoğan 2005’te “Kürt sorunu benim sorunum” dediğinde de, “tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek vatan” sınırları çerçevesinde “çözeceğini” belirtmişti.
Siyasal çözüm yolu
Unutmayın ki Türk siyaseti, “var” dese de demese de Kürt meselesi vardı ve var! Aklın ve demokratik siyasetin yolu; sokakta, Meclis’te, dağda, ovada, uluslararası platformlarda ve siyasal, kültürel, ideolojik, ekonomik, askeri ve bin yıllık tarihsel arka planıyla yüzleştiği Kürt/Kürdistan meselesini bütün derinliği ve tarihsel girdileriyle görüp-tanıyıp-kabullenerek siyasal çözüme yönelmektir. Başka çıkış yolu yok!
Zaten ABD’nin, “Türkiye’nin Rojava’ya olası bir askeri operasyona karşıyız”; Mazlum Kobani’nin, “Ankara ile gerilimi azaltmamız gerektiğinin farkındayız, ABD’nin arabulucu ve garantör olmasını istiyoruz”; Murat Karayılan’ın, “Her zaman politik bir çözüme hazır olduklarını… Suriye ve İran Kürtlerini ABD ile ilişki kurmaları konusunda cesaretlendirdiklerini… ABD ile ilişki geliştirilmesine karşı değiliz. Aksine, Kürdistan’ın tüm bölgelerinin ABD ile ileri düzeyde temasını destekliyoruz” beyanları Türkiye-DSG-ABD-PKK arası örtük siyasi trafiğin işareti gibi. Biden gelmeden, Biden siyasetinin işaretleri de denilebilir.
Muhalefetin utangaçlığı
Muhalefet partileri Kürt meselesinde utangaç/kaçak duruşu aşmalıdırlar…
18 yıldan beri iktidar olan AKP ve Erdoğan’ın, sadece Kürt meselesini değil genel olarak ekonomik, siyasal, hukuksal sorunları çözme kapasitesi kalmadı. Dolayısıyla Kürt meselesinde devletin stratejisine uygun taktikler üretmeye muhalefet partileri olarak CHP, SP, DEVA Partisi, Gelecek Partisi üstlenmeye aday.
Zaten adaletten, hukuktan, kültürel reformdan bahseden, parti kuran, Batı’ya mesaj veren Türk siyaset kadrosu kararını Diyarbakır’dan ilan etme ihtiyacı duyuyor. Diyarbakır’ı çekici kılan, devlet stratejisine uygun yeni kimlik ve söylemlerle Kürt halkını oyalamaya ön hazırlık ve iktidarı belirlemede anahtar konuma gelen sandıktaki gücüne talip olmak. Talip olsunlar ama Diyarbakır’a gelip anadilde eğitim, Meclis içi çözüm, Kürt haklarından söz eden herkes öncelikle:
Bir; devletin tekçi-ırkçı stratejisine göre oyala-denetle-asimile et taktiklerinin hareket alanının daraldığını, Kürt halkı ve siyasal temsilcileri yaşanmışlardan çıkardıkları derslerle malum taktikleri yutmayacağını bilmeli.
İki; Anayasa’nın ilk dört maddesinin değiştirilmesini Meclis’e taşımalı. Bu ilk dört madde değiştirilmeden söyledikleri hatta atacakları her adım suya yazılmış yazı olur! Hükümetlerin duruma göre Kürt meselesi “vardır”, “yoktur” zikzaklarını engellemenin ve Türk siyaset kadrosunun Amed’de doğru konuşup, Ankara’da şaşmayacaklarının güvencesi; bu dört maddenin değiştirilmesini de içerecek yeni bir anayasanın hazırlanmasıyla mümkün olabilir.
Üç; Kürt halkının oyuna talipseniz bunun bedeli var; sandıktan çıkan iradesine saygı, kayyum siyasetine karşı güvence, kentlerin, şirketlerin bile bayrak-kimliği varken 20 milyon Kürt statüsü talebine ve acilen anadilde eğitim ile Kürdün Anayasa’da tanınmasını savunmak.
Dört; “Kürt halkının oyuna talibim” diyorsan başta Kürdün seçilmiş siyasal temsilcilerini resmen ve alenen tanımak ve muhatap alıp görüşmek. Kapalı kapılar ardından ya da “Anlarsınız ya beni destekleyin” türünden kaçak dövüşü sonlandırmak zorunda.
Reform ve AKP
“Hukuk ve adalet reformu!” “Reformcularını” yemeye başladı!
AKP, sistem partilerinden biri değil. Nasıl ki CHP Cumhuriyet’in kurucusu ise AKP (esas Milli Görüş’ten gelen çekirdeği) de “iki ayyaşın kurduğu” Kemalist, laik rejimi ve parlamenter sistemini değiştirmek istedi. AKP, geçici giydiği neoliberalizm gömleğini çıkarıp Milli Görüş’e dönünce rejim değişikliği hedeflerini de güncellemeye başladı.
Kemalizmi hedefe koydular fakat çok geçmeden aşamayacaklarını görüp “Kemalizm Cumhuriyet’in harcı” dediler. Uzun iktidarlarında mütedeyyinlerin azalmasına karşın ateizm ve deizmin güçlenmesi karşısında kerhen laikliği savunmaya başladılar. Parlamenter sistemi değiştirip Doğu despotizmin İslami versiyonu olacak başkanlık sistemi hedeflendi ve MHP ile birlikte getirildi de ancak kısa sürede başkanlık sistemi de tıkandı. Tıkanma bu hedeflerle sınırlı değil. Merkez Bankası döviz kaynaklarının tükenmesi, TL’nin erimesi, tırmanan enflasyon ve işsizlik, Suriye, Kıbrıs, Doğu Akdeniz, Libya’daki tıkanmayla birleşince, dün “Ey AB kendinizi ne zannediyorsunuz biz alternatifsiz değiliz. Şanghay İttifakı orada duruyor ha” vb. diyen Erdoğan “reform” beyanlarıyla birlikte AB’nin “Bir parçasıyız” demeye de başladı. Bunların sonucu “yerli ve uluslararası sermayeye” teslim olan “reform” açıklamaları geldi.
Sermaye için reform
Erdoğan, “Bakanlıklarımız ve kurumlarımız yanında ilgili tüm kesimlerle yakın diyalog ve iş birliği halinde; ülkemizde ekonomide ve hukukta yeni bir reform dönemi başlatıyoruz” dedi. Bununla hem “Yerli ve milli üretim”, “Kendi göbeğimizi kendimiz keseriz” propagandasını noktalamış hem de “reformların” sermaye için yapıldığı açıklanmış oldu! Çünkü “Yabancı sermaye gelmeden ekonomi toparlanamaz!” “Yabancı sermaye ise tam ve bağımsız yargı olursa gelirmiş!” demenin başka anlamı yok!
Kabiliyeti kalmadı
Ey ekonomi sen neye kadirmişsin be! Senin hatırına “hukuk devletini güçlendirme”, “adalet ve hukuk reformu” çağrısı geldi. Geldi ama 18 yıldan beri iktidardayken yapmadığı reformları artık yapma kabiliyeti de kalmadı. Zaten Erdoğan da “Yatırım ikliminin ayrılmaz parçası olan hukuk reformunu hayata geçiriyoruz” derken topluma yönelik bir “reform” olmayacağını belirtmiş oldu. Açıkça görüldü ki “reformlar” toplum için değil sermaye içinmiş! Hukuk, adalet ve ekonomide “reformlar” sıcak paranın Türkiye’ye gelmesi için güvenli liman oluşturulmak isteniyor. Ki Erdoğan ve yetkilerinin “Hukuk reformu yapacağız”, “Ekonomik Reformları geliştireceğiz”, “adalet yerini bulsun” söylemlerinin tam da havada uçuştuğu gün, Diyarbakır’da 24’ü avukat! 101, son bir haftada ise 1000’den fazla kişinin gözaltına alınmasıyla yurtsever, devrimci, demokrat güçlere açıkça “Size hukuk, adalet yok” denildi.
Turnusol kâğıdı
Arınç’ın çıkışı bu açıdan turnusol kâğıdı işlevini üstlendi. Erdoğan’ın “reform” ilanını fazlasıyla ciddiye alıp durumdan vazife çıkararak harekete geçip Osman Kavala ve özellikle Selahattin Demirtaş’a ilişkin çağrıları ile puan alacağını düşünen Arınç fena halde yanıldı ve istifasına mal oldu. Aynı süreçte AKP eski Milletvekili Mehmet İhsan Arslan’ın 17 Kasım’da BBC söyleşisinde “Parlamenter sisteme geçişin çok uzak değil… Karşımızdaki olay terörden ibaret değil. Yani ülkede altı milyon aktif, nüfusa bakarsanız 20 milyonu buluyor, HDP’ye destek veren, antidemokratik uygulamalara rağmen o kesimde direnen bir nüfusumuz var. Bu 20 milyonun tamamı terörist olamaz. Beğen veya beğenme, halk iradesi kutsaldır diyoruz biz, halk onları seçti. Buna saygılı olunması gerekiyordu bence…” dediği için Disiplin Kurulu’na sevk edildi. Yani “reformlar” daha iddia düzeyindeyken AKP içindeki “reformcuların” başını yemeye başladı.
Adalette, hukukta, ekonomide reform yapılacaksa önce; adalet ve hukukun esas mağdurları, Kürtler ve siyasal temsilcileri, baskı altındaki demokrasi dinamikleri ve Cumartesi-Barış Anneleriyle görüşmeleri gerekirdi ama AKP kiminle görüşüyor? TÜSİAD ve TOBB!
Muhalefet nerede?
Cumhur İttifakı, içeride ve dışarıda tökezliyor ama muhalefet yok!
AKP’nin 18 yıl iktidarda kalmasının iki temel nedeninden biri, AKP’nin kökünü oluşturan Milli Görüş’ün 40 yıl gibi uzun iktidar mücadelesi. Diğeri ise iktidardan çok muhalefetin sokaktan korkuyor olmasıdır. Öyle ki Cumhur İttifakı’nın; kayyum, gözaltı, temel hak-özgürlüklerin gaspı siyasetine ve yollara düşüp yürüyen işçilere, Trabzon, Yozgat, Sakarya’da ırkçı saldırıya uğrayan Kürt mevsimlik işçilerine sahip çıkmayan muhalefet söz konusu. Aslında ekonomik ve siyasal sorunlar, Cumhur İttifakı iktidarının muhalefet tarafından sarsılması için yeter de fazla ama muhalefet iktidara hazır değil.
Kısacası, Cumhur İttifakı, iktidarı taşıyamıyor, başta CHP muhalefet ise halen “AKP tam yıpranmadı bekleyelim” modunda. Antonio Gramsci’nin “kriz, eskinin ölmekte olduğu, ama yeninin doğamadığı durum”u yaşanıyor.
Tıkanan AKP, bir gözüyle yan yan yeni bir çözüm sürecine, diğeriyle MHP’ye bakıyor çünkü ikisi birlikte yürümez. Bu durumda AKP’deki çatlak mı derinleşir yoksa Cumhur İttifakı mı çatlar? Mart 2021 MHP Kurultayı sonrası tablo netleşebilir.