Hayatın ve siyasetin onca hengâmesi ve baskısı arasında birçok şey gibi kimi kavramlar kullanım dışı kalıp önemsizleşiyor ne yazık ki.
Toplumun tektipleştirilmeye çalışıldığı böyle bir süreçte yeniden kendimizle hesaplaşma adına da olsa kimi kavramlara yeniden neşter atmak gerekiyor.
Hadi bu yazıda konumuz, tektipleşmeye karşı ‘birey’ ve ‘bireysellik’ kavramları olsun.
Her birimiz bir toplum içinde yaşıyoruz. Yaşamın sosyal, siyasal, kültürel alanlarında kişinin kimlik kazanması ancak birey olabilme özelliğini kazanmasıyla mümkündür.
Bu özelliği oluşturabilenler, şartlanmış beyinlerin ürettiği kavram, fikir ve davranışlardan arınmasını bilen kişiliklerdir…
Bu anlamıyla birey olabilmeyi başarmış kişilikler; otoriteye boyun eğmenin, kurallara körü körüne bağlanmanın, ayrımcılığın ve önyargının panzehirini de bünyesinde taşırlar.
Bize, donanımlı, bir tarzı olan, kendini, yeteneklerini, kapasitesini, yapabileceklerini bireylerin kendileri için iyi ve doğru olanı sezgileri, bilgileri, deneyimleri, gözlemleri ve akılları sayesinde bulduklarını belirten bilim buna bağlı olarak bireysellik kavramını; bireyin kendine özgü özellikleri gerçekleştirmesi ve bazen diğerlerinden farklı kimse olarak düşünmesi ve yaşamını sürdürmesi biçiminde açıklar.
Aynı olay ve olgular karşısında herkes aynı şeyi hissedemez, aynı etkiler aynı tepkileri vermez her zaman. Herkes kendi gözü, kendi antenleri, yüreği ve beyniyle görür ve algılar.
Bireysellik çoğu kez toplum ve toplumsal karşıtı olarak algılanır. Oysa kendi olabilen araştırıp sorgulayabilen, bireylerin oluşturduğu toplumsal yapı da buna göre biçimlenecek, sorgulayan, eleştiren, hesap soran bir yetkinliğe ulaşacaktır. Bu çeşitliliği getirir. Sürüleşmeyi engeller. Bir kez daha vurgulamakta yarar var: Burada konu edilen bireysellik, toplum karşıtı ya da toplum dışı olmak ya da kitleyi yadsımak değildir.
Ayrıca, ‘bireysellik’ ve ‘bireycilik’ kavramları çoğu kez birbirine karıştırılır ya da aynı şeylermiş gibi algılanır. Bireycilik; bireyi baş gerçek olarak algılayan, çıkar ve gereksinimleriyle bireyin toplum karşısında yer aldığını ileri süren ve toplumdan soyutlayan bencil bir anlayıştır. Oysa bireysellik, kişinin varlığını diğerlerinden ayıran, kendine, kendine özgü belirtiler birliğini ifade eder. Kendi dışındakilerin de hak ve hukukunu gözetir.
Bireyin gereksinim ve yeteneklerinin geliştirilebilmesi için yaşam koşullarında yaratılan olanaklardan yararlanılması bireyselliğin oluşmasına yol açar. Kişinin bireyselliği aynı zamanda bir toplumsal sonuçtur. Zaten genel olanla tikel olan gerçeklikte kendi başlarına bağımsız şeylermiş gibi birbirinden ayrı olarak var olamazlar. Aralarında her ikisinin de birbirlerini dışladıkları yanları, aynı zamanda iç içe geçtikleri yanları bir arada diyalektik bir bağ içinde bulunurlar. Bireyin kendisi yalnızca öznel olan ile öznel olmayan arasındaki ayrıma dikkat ederek kendi öznesiyle özdeşleşir. Bu anlamıyla hem bireydir hem de kolektif öznedir. Bireyselin kendine özgü oluşu yaşamda benzer ve ortak kökenlerle kucaklaşmasını engelleyemez.
Birey olabilme çabası içinde olanlar, toplum içinde çoğu kez kabul görmezler ve kınanırlar. Çünkü toplum katında bağımlı değer yargılarını bozacağı korkusu vardır. Toplum içinde yaşayan her insanın bir bireysel yanı vardır. Sosyal çevrenin desteği birey için ne kadar gerekliyse, bu desteğin baskı unsuru ve kaygı kaynağına dönüşmesi o derece sakıncalıdır.
Bireysellik dediğimiz, genelin ve özün tikel olanda damıtılması ve düzenlenmesinden başka bir şey değildir. İnsan kendi özelliği dolayısıyla bir birey ve bireysel ortak varlık olduğu kadar toplumun da bütünselliğidir.
“İnsan toplumsal bir varlıktır” belirlemesinin yetersiz kalmaması için, insanın hem bireysel hem de toplumsal bir varlık olduğunu bilince çıkarmak gerekir. Ancak bu sayede toplum için birey, birey için toplum feda edilmeyecektir