2 Aralık 2015 günü, Amed’in Sur ilçesine dönük Diyarbakır valiliğinin sokağa çıkma yasağı ilan ettiği ve buna karşı halkın Özyönetim temelinde direnişe geçtiği tarih oluyor. Beşinci yılını doldurup altıncı yılına giren Sur direnişi ve peşi sıra gelişen Kuzey Kürdistan’daki Özyönetim direnişleri üzerine çok fazla değerlendirme yapılıp, analizlere gidildi. Gerek devlet gerekse de direniş cephesinde bulunan Kürtler için bu süre zarfında birçok tahlil yapıldı. Fakat belli ki daha fazla yapılabilir.
Bilindiği üzere, devlet bu dönemdeki uygulamalarını bir zafer edasıyla sundu ve başarılı olduğunu söyledi. Sur, Cizre, Nusaybin, Şırnak gibi devletin tankı ve topuyla yıkılan Kürt şehirleri, bu başarının birer nişanesi olarak gösterildi ve bunlar üzerinden topluma bir mesaj verilmeye çalışıldı. Elden geldiğince Kürt kentlerini boşaltıp halkı göçertmek, kalanları da sindirip teslim almak üzerine kurulu olan bu politikanın halkı her anlamda zorladığı, ciddi sıkıntılarla yüz yüze bıraktığı aşikar. Bu süreçte yüzbinlerce insan yerinden oldu, milyonlarca insan normal günlük yaşamını sürdüremez hale geldi, en genel anlamda Kürt halkı büyük acılar yaşadı, eziyet çekti.
2014 yılı sonbaharında karar altına alınan ‘çöktürme eylem planı’ çerçevesinde gelişen bu saldırılar ile devletin Kürt halkının yaşam akışına ciddi bir darbe vurduğu söylenebilir. Devlet, bu dönemde toplumun özyönetim ve öz savunma iradesini tanımadığını, hatta bunları ortadan kaldırmak için en vahşi yöntemlere başvurmaktan geri durmayacağını gösterdi. Cizre bodrumlarında yaşananlar, en hafif tabirle tüm Kürt halkına teslim olma çağrısıydı. Direnenlere ne olacağı, bu biçimde gösterilmiş oluyordu. Şüphesiz, bu akıl almaz saldırganlık Kürt toplumunu derinden etkilemiş ve devlet karşısında yeni bir duruş kazanmasını beraberinde getirmiştir. Fakat bu duruş devletin ve onu idare edenlerin beklentileri temelinde olmamıştır. Kürt halkı onların çokça istedikleri teslimiyet bayrağını -eşine az rastlanır ağır baskı ve işkenceye rağmen- kaldırmamıştır. Büyük acılar çekmiş, büyük bedeller vermiş fakat direnişten yana tercihte bulunma konusunda tereddüt yaşamamıştır.
İşte! Bugünü yaratan da bu direniş iradesi ve kararlılığı olmuştur. Devlet, özyönetim ilanlarına saldırarak Kürt halkının özgür iradesini kırmak istemiş, bu konuda pervasız bir yok etme siyaseti izlemiş fakat Kürt halkı da buna karşı muazzam direnmiş ve kazanmıştır.
Şekli de olsa, Türk devleti ayakta, hükümet ülkeyi idare ediyor görünebilir fakat gerçekliğin böyle olmadığı hemen herkesin hemfikir olduğu konudur. Türkiye devleti fazlasıyla değerlendirildiği üzere eğer bugün tarihinin en zorlu dönemini yaşıyor ve yıkılmanın eşiğine gelmişse, hiç kuşku yok ki, bunun birinci nedeni Kürt halkının özyönetim direnişlerine savaşla cevap verilmesidir. Kürt şehirlerini yakıp-yıkan siyasetin bugün tüm ülkeye adeta kan kusturduğu bilinmektedir. Bırakalım Kürt coğrafyasını Türkiye’nin genelinde de mevcut iktidar çok fazla tartışma konusu olup ciddi bir meşruiyet krizi yaşamaktadır. İktidarın toplumsal desteği gittikçe ortadan kalkmakta, zor aygıtlarıyla ayakta duran yönetim algısı, güçlü bir biçimde oturmaktadır.
Elbette, tüm bunlar iktidarın yürüttüğü savaş politikasıyla doğrudan bağlantılıdır ve ondan bağımsız değildir. Kürt halkını ölüm ve tehdit ile baskılayıp sindirmek isteyen iktidar erkinin bunu başaramayınca daha fazla zora ve baskıya yöneldiği, bu da tutmayınca ciddi bir siyasal krize sürüklendiği biliniyor. Kürtten destek alamadığı gibi, Kürdü tümden kaybeden bir iktidarın zaten Türkiye’de yönetim olamadığı genel görüş oluyor. Dikkat edelim! AKP-MHP iktidarının yürüttüğü politikalar nedeniyle, bugün Kuzey Kürdistan’da devleti temsil eden partilere oy vereceğini söyleyen insanların oranı minimal düzeylerde. Bu tür partilere oy vereceğini söyleyenler yok denecek kadar az. Halkın HDP dışında oy verdiği AKP, izlediği siyaset ile bu desteği tümden ortadan kaldırdı. Yeni oluşumların da böyle bir iddia ortaya koyamadıkları görülüyor. Haliyle toplumun yekvücut halde HDP’ye yönelmesi söz konusu. Yani AKP-MHP iktidarının geldiği aşama, pratiğiyle HDP’yi daha fazla büyütmek, güçlendirmek oluyor.
Kuşkusuz, yurtsever demokratik siyasetin gelişip güçlenmesi sadece iktidarın yanlış politikalarıyla da bağlantılı olarak ele alınamaz. Bundan daha da önemlisi ve belirleyici olanı iktidarın savaş politikasına ve her türden saldırganlığına direnişle cevap verilmesidir. Sur, Silopi, Cizre ile başlayan ve Kuzey Kürdistan’ın belli başlı şehirlerini içine alarak büyüyen özyönetim direnişleri olmasaydı, bu muazzam direniş gelişip faşist saldırganlığı kırmasaydı bugün yenilen bir AKP ve devlet olmayacaktı. Eğer bugün Kuzey Kürdistan başta olmak üzere Türkiye’de çöküşün eşiğine gelen bir iktidar söz konusu ise bunun birincil nedeni Kürt halkının özyönetim direnişlerinde açığa çıkan teslim alınmaz iradedir. Bilmeliyiz ki, Kürt halkının özgür iradesi kırılamadığı, Kürt halkı direnerek kirli yüzünü deşifre ettiği için, bugün ülkenin her yanından iktidar karşıtı sesler yükseliyor, devrimci-demokratik muhalefet gelişip güçleniyor ve alternatif haline geliyor.