Geçen haftaki “film için hayatı durdurmak” başlıklı yazım için gerek mail yoluyla gerekse sosyal medya üzerinden kayda değer yorum ve eleştiriler aldım. Bu eleştiri sahipleri, film yapım süreçleri içerisinde yer alanlar kadar film yapım süreçlerinin mağduru olanlardan da oluşuyordu. Belli ki pek çok insanın kendine dert ettiği bir konuya temas etmiştim. Ve yine öyle anlaşılıyordu ki özellikle İstanbul’da yaşayıp da en az bir kere film, dizi, reklam, tanıtım filmi gibi işlerin mağduru olmamış kimse yok gibi. Yazım ile ilgili bütün bu eleştiri ve yorumlardan sonra gerçekten bir film yapmanın nasıllığı üzerine bir film yapıcısı olarak kendimin ve yakın çevremin bu konudaki yaklaşımına ve tutumuna daha yakından bakma gerekliliğine kanaat getirdim.
Daha önceki yazımda da belirttiğim gibi kültür endüstrisi ilişki ağı içerisinde üretilen sinema filmleri ile dizi, reklam, tanıtım filmi gibi fabrikasyon üretim süreçlerine dair çok fazla etik ölçü aramanın bir anlamı yok. Bir fabrikada bir işçinin haklarına ne kadar riayet ediliyor, üretimde çevrenin tahribatının engellenmesi ne kadar esas alınıyorsa kültür endüstrisi üretim ağı içerisinde yapılan üretimde de çalışanlara, çevreye ancak o kadar özen gösterilebilir. Sonuçta her türlü endüstriyel üretimin her aşamasını etik değil, maksimum kâr ve faydayı esas alan kapitalist üretim ilişkileri belirliyor. Dolayısıyla bu ilişkiler ağı içerisindeki üretimlerin yarattığı mağduriyetler daha çok yasal temelde kişi hak ve hürriyetleri bağlamında ele alınabilir. Bir ülkede kişi ve hak hürriyetlerini güvence altına alan ve bu konuda güçlü refleksi olan demokratik yasalar söz konusuysa bu konuda yaşanan mağduriyetler de asgari düzeyde seyrediyordur. Bizimki gibi hem çarpık hem vahşi kapitalist üretimin piyasaları belirlediği koşullarda üretim araçlarını elinde tutan ve bu ilişkileri ile kapitalist devlete güç katan üretim araçlarının sahiplerinin çıkarı yasa yerine geçer. Bu konuda var olan geri yazılı yasalar bile çok rahatlıkla çiğnenebilir. Bizim meselemiz hareketli görüntüyü bir sanatsal üretim olarak ele alan dolayısıyla da bir estetik üretim gerçekleştirirken bunun etik yanının da dikkate alması gereken film yapıcıları ile ilgili.
Estetik bir üretimi asla etikten ayırarak ele alamazsınız. Sanat alanındaki herhangi bir üretim, egemen üretim ilişkilerinin belirleyen, dizayn eden, kural yahut kuralsızlıkları dikte eden yasalarına itiraz etmeksizin, bu çarkın dışında bir yaratım sürecini esas almaksızın gerçek manada bir sanat eseri olma niteliğine ulaşma imkânı yoktur. Bir üretimin niteliğini, ne olduğu kadar nasıl olduğu da belirler. Sanatsal üretimde ne sorusu estetiği belirlerken nasıl sorusu da etikle ilgilidir. Ve nasılı yazılı devlet yasaları değil, sanatçının etik ölçüleri belirler. Bir sanat eserinin estetik mükemmelliği kadar bu estetiğin ürettiği toplumsal fayda da o derece önemlidir. İnsanlar, diğer canlılar, onların yaşadıkları çevre, mekân sanatsal üretiminizi geliştirmede, mükemmelleştirmede bir eleman olarak üretimlerinizde yer alacaklarsa ortaklaşmaya dair bir rıza üretmek zorundasınız. Yaptığınız bir film bir mahallede işten eve yorgun argın dönen bir işçinin yolunu uzatmasına neden oluyorsa, bir çiftçinin tarlasını sürmesini engelliyorsa, bir bebeği uykusundan uyandırıyorsa, bir kuşun yuvasını bozuyorsa yaratmak istediğiniz estetik, etik olarak yara almış demektir. Bütün bu etkileri göre göre film yapmayı bunların üstünde gören anlayışı zaten yazımın bahis konusu yapmıyorum. Filmin sahiciliği artsın diye bir çocuğu tokatlayıp ağlatmak da bir kuşun kafasını kopartmak da etik açıdan bir sorun değildir zaten bunlar için. Derdim etiği önemseyen, bu konuda hassasiyeti olan sinemacıların imkânsızlığın, bütçesizliğin, zaman kısıtlılığının sebep olduğu telaşla istemeden, yanlışlıkla verdikleri zararlar. İstemeden, yanlışlıkla yapmış olmak bizi etik olarak mesul olmaktan kurtarmıyor elbette. Filmimizin her karakterini, her karesini, her elemanını nasıl tartarak, ölçerek estetiğimizi mükemmelleştirmeye çalışıyorsak film çekeceğimiz mekâna ve oradaki tüm canlılara ait yaşama zarar vermemek için de o ölçüde hassas davranmak ve etik yaklaşımımızı mükemmelleştirmek zorundayız.