Kudüs’teki bir hırsızlığı açığa çıkardıktan sonra İstanbul’a gelen meşhur dedektif Hercule Poirot, Orient Ekspres treniyle Avrupa’ya gidecektir. İlk önce trende yer bulamayan dedektif, ünü sayesinde seyahat etme imkânı bulur
Hüseyin Bul
Polisiye Kraliçesi Agatha Christie’nin Doğu Ekspresinde Cinayet romanının filme uyarlanacağı haberleri polisiye severleri oldukça heyecanlandırmış ve büyük beklentiler yaratmıştı. Oyuncu seçkisiyle bu beklenti çıtası daha da yükseldi, zira önce kadroda Mrs Hubbart için Angelina Jolie’nin ismi geçse de sonra kadrodan ayrılması kadroyu zayıflatmadı. Yılların oyuncularından Akademi Ödüllü Michelle Pfeiffer ve Judi Dench’in kadroya dâhil edilmeleri filmin yaratacağı enerjiyi yükseltti. İşin sükseli çıkış yapması için Johnny Depp, Willem Defeo, Penélope Cruz ve Kenneth Branagh gibi isimlerinde olması yeterliydi. Yetmedi!
Büyük bir heves ve merakla beklenen polisiye, gizem ve suç türündeki film eleştirmenlerden tam not almayı başaramasa da gişede bir koyup sekiz almayı başardı. Filmin kısa özetine gelirsek; Kudüs’teki bir hırsızlığı açığa çıkardıktan sonra İstanbul’a gelen meşhur dedektif Hercule Poirot Orient Ekspres treniyle Avrupa’ya gidecektir. İlk önce trende yer bulamayan dedektif ünü sayesinde seyahat etme imkânı bulur.
Simetri ve denge takıntılı Dedektif Hercule Poirot’ın (Kenneth Branagh) bindiği trende cinayet işlenir. Hastanın ayağına giden doktor misali dedektif de tam o trendedir. Çığ düşmesi sonucu tren yolda kalır ve cinayeti çözmesi için iki saatlik süresi vardır yoksa yerel kuvvetler cinayete el koyacaklardır. Dedektifin, cinayeti eski bir olayla bağlantıyı kurmasına kadar arada sırada teklemesi, tıkanması ve düşen temposu sonucu, seyirci beklentinin verdiği hayal kırıklığının da tadına bakmış olur.
Büyük bir kısmı trende geçen filmin, dış çekimlerinde kullanılan teknik sayesinde (CGI-Computer-Genarated Imagery) geçtiği dönemi gerçeği aratmayacak sahicilikle yansıtmayı başarıyor. Kompartıman ya da dar alandaki yakın çekimlerden dolayı neredeyse her yolcuya şüpheyle bakılmasını sağlayan bakış açısının yanında karakterlerin ahlak sorgusu üzerinden ilerlemesi filmin tek artısı gibi duruyor.
Yönetmenin (Kenneth Branagh) her kapı açıldığında ve neredeyse her sahnede alâmetifarika bıyığıyla arzıendam edişi diğer oyunculara haksızlık edildiğini düşündürmüyor değil. Hele Prenses Natalia karakterine can veren yılların aktrisi Judi Dench neredeyse figüran gibi kalmış. Sanat simsarı Edward Ratchett karakterini canlandıran Johnny Depp’in yaverliğini, muhasebeciliğini yapan Hector MacQueen (Josh Gad) sanıyorum dedektiften sonra en iyi oyunculuk çıkaranlardan.
Filmin en güzel yönlerinden biri 1930 yıllarına ait İstanbul görüntüleri. Birçok Hollywood filminde Türkiye’ye at görüntüler her zaman tartışma konusu olmuştur. Hatırladığım kadarıyla en son James Bond filminde bile özelinde İstanbul, genelinde Türkiye’ye ait seküler yaşam tarzının tam tersi görüntülerle anılmasına vesile olmuştu. Şapka reformunun yapıldığı yıllardaki İstanbul görüntülerinde her ne kadar kadın figüranlar azınlıkta olsa da bugünkü İstanbul’dan daha modern görüntüler görmek mümkün Doğu Ekspresinde Cinayet filminde.
Pandemiden dolayı turizmin yerlerde olduğu bir dönemde İntercity’nin katkılarıyla gerçekleştirilen Formula 1 yarışmasının Türkiye’de yapılması bu açıdan çok büyük bir fırsatken, bu fırsatı gelenekselleşen şampanyayla kutlama törenini ters yüz ederek Formula pilotlarına şampanya yerine gazoz dayatmak tam anlamıyla bir öngörüsüzlüktür. Sonra da çıkıp Hollywood bizi böyle gösteriyor diye ağlamaksa tam bir zavallılıktır. Doğu Ekspresinde Cinayet filmini bir de bu gözle izlemek lazım.