Suriye’de rakip güçler için bayram tatili bitti; “silah başına” komutunun eli kulağında. Fırat’ın
batısında egemenliğini büyük ölçüde yeniden tesis eden Baas rejimi, cihatçı militanların sıkıştığı son bölge olan İdlib’e nihai bir saldırı hazırlığı içinde. Fırat’ın doğusunda ise DAİŞ ve diğer cihatçı grupların etkisi, ABD öncülüğündeki koalisyon destekli Suriye Demokratik Güçleri (SDF) tarafından tamamen ortadan kaldırılmış görünüyor. Ama yedi yıldır yüz binlerce ölüm, milyonlarca göç ve büyük bir yıkıma yol açtığına tanık olduğumuz iç savaşın sona ermek üzere olduğu umuduna kapılmak için erken.
İlk sorun, İdlib’in boşaltılması ile cihatçı militanlar ve ailelerinin nereye gidecekleri olacak. Daha önce Halep ve Raqqa’da gördüğümüz gibi İdlib kuşatması, teslim olmak yerine başka bir bölgeye tahliye edilerek sonuçlanabilir. Geçen Cuma günü Türkiye-Rusya dışişleri ve savunma bakanları düzeyinde Moskova’da yapılan görüşmelerin konusu muhtemelen bu “başka bölge” üzerineydi. Türkiye, an itibarıyla Suriye içinde ele geçirdiği Cerablus ve El Bab bölgelerine bu unsurları almaya hazır görünüyor. Ama bu hamlenin sorun çözümünden çok kriz yönetimi niteliği taşıyacağı ortada. Çünkü, yakın zamanda TSK ve ÖSO kontrolündeki bu bölgelerin de Suriye yönetimine transferi talebi gelmesi kaçınılmaz; özellikle Baas devleti ve onun hamisi Rusya tarafından.
İkinci sorun işte tam bu noktada görünür olmaya başlıyor: İç savaş süreci, başladığı zamandan çok daha çeşitli ve farklı taraflar üretti. Bölgesel ve küresel ölçekte yaşanmakta olan egemenlik ve çıkar çatışmalarının arenası haline geldi. Bölgesel anlamda, Suudi Arabistan ve İsrail’i birleştiren Şii karşıtı cephe ile İran arasındaki hegemonya rekabetinin arenası oldu. İran, doğrudan askeri destek yanında, Lübnan’da konuşlu Hizbullah’ın Suriye güçlerine katılmasıyla Suriye’deki varlığını hissettirir duruma geldi. Cihatçı grupları destekleyen Suudi devleti ise son yıllarda yine İran etkisinin yayılmakta olduğu Yemen’e daha çok odaklanmış görünüyor. Boşluğu dolduran Türkiye devleti, cihatçı grupları ÖSO’ya dönüştürerek TSK’nın Suriye topraklarına müdahale koşullarını oluşturmuş bulunuyor. AKP yönetiminin başta ABD olmak üzere çatışmanın hemen bütün taraflarıyla ilişkileri ve gerilimleri olduğunu izliyoruz. En büyük kaygısı ise bütün gözlemciler için bariz: Suriye’nin kuzeyinde PYD’nin siyasal önderliğinde Kürt yönetimi bölgelerinin oluşumunu engellemek.
Bu iç savaş, küresel ölçekte sürmekte olan rekabet, çatışma ve gerilimleri de içine taşıdı. DAİŞ’in Musul’u işgalinden kısa süre sonra Suriye topraklarına geçerek geniş bir alanı ele geçirmesi üzerine ABD, kurduğu koalisyon güçleri eşliğinde önce hava bombardımanlarıyla savaşa katıldı. Sonra, DAİŞ saldırılarının yoğunlaştığı Rojava bölgesinde Kürt güçleri ile koordinasyon ve işbirliğine girişerek Fırat’ın doğusunda savaşın seyrini değiştirmeye başladı. Bu durumda Rusya’nın Fırat’ın batısında zor duruma düşen Suriye rejiminin yardım çağrısına yanıt vermesi gecikmedi. Böylelikle ülke, doğu (ABD/PYD nüfuz alanı) ve batı (Rusya/Baas nüfuz alanı) olarak fiilen ikiye bölünmüş oldu.
İç savaşın başlangıcında Suriye rejimi karşısındaki temel güç olan cihatçıların sahneden çekilmekte olduğu bu son perdede, başlıca aktörlerin ABD, Rusya, İran destekli Suriye rejimi, PYD önderliğindeki Kürt iradesi ve AKP yönetimi olacağı görülüyor. Olası çatışma koordinatları şunlar: Suriye ve Rusya cephesi ile ABD arasında batı-doğu anlaşmazlığı birinci ve en önemli koordinat olacak. Türkiye’nin ve Türkiye destekli unsurların askeri varlığına karşı Suriye rejiminin ve PYD/SDF’nin itirazları ikinci koordinat olacak:
Türkiye’nin sınırlarının güneyinde gelişmekte olan Kürt oluşumuna karşı itirazları ve tavırları, üçüncü çatışma koordinatı.
Son olarak İran “yayılmacılığına” karşı Suudi Arabistan, İsrail ve ABD’nin paylaştığı kaygılar belirleyici olacak.
Umuyoruz ki bütün bu sorunlu koordinatlarda, silahlı çatışma ve daha fazla kan yerine, bu çok bilinmeyenli denklemin tarafları arasında uluslararası hukuk, diplomasi ve müzakere yoluyla çözüme ulaşılır.
Suriye’deki varlığının hukuki dayanakları oldukça zayıf olan Türkiye devleti, Kürt halkının siyasal oluşum iradesini engellemek için elinden geleni ardına koymayacağını Kobani’de ve yakın zamanda Efrin’de gösterdi. Bu uğurda Erdoğan’ın Esad ile öpüşmeye hazır olması bile ihtimal dahilinde. PYD’nin bir yanda ABD, öte yanda Suriye devleti ile yürüteceği diplomasi, bu nedenle hayati önem taşıyor. Barış, güvenlik ve demokrasi içinde kalıcı bir gelecek, Kürt iradesinin yeni bir Suriye Anayasası oluşturma sürecine katılımı ile mümkün olacaktır.