Türkiye’nin “şirket- devlet” modeline geçiş süreci Türk-İslam blokunun istek ve gereksinimleri doğrultusunda çıkartılan ya da çıkartılacak olan kanun hükmünde Kararnamelerle şekillenmeye devam ediyor. Yeryüzünde örneği görülmeyen bir merkezileşme ve otoriterleşme sürecinin, 14 Eylül 2016’dan itibaren Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) yönetimindeki 100 civarındaki belediyeye peş peşe atanan kayyumlarla bir ön-uygulamasının yapıldığını anımsatmak abartı olmayacaktır. Zira kayyum atanan belediyeler tam anlamıyla yeni rejimin şekillenmesi için bir laboratuvar olarak kullanıldı.
İç ve dış siyasi, iktisadi ve askeri gündemler anlık olarak değişirken, iktidar bloku (AKP/MHP) pusuya yatmış ve “Allah’ın lütfu”na çevireceği yerel seçimleri kolluyor. Olağan akışı Mart 2019’da olacak seçimlerin öne çekilip çekilmeyeceği iktidarın çıkarlarına ve hesaplarına göre belirlenecek. Ama belki de daha önemlisi, seçimler öne çekilir mi çekilmez mi tartışması yürütülürken, 8 Ağustos’ta “Tek Hesap” konusunda çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle muhalefetin elinde olan ve kazanabileceği belediyeler için adeta ferman yazıldı. Bu kararnameyle tüm belediyelerin gelirleri ve harcamaları başında damat Berat Albayrak’ın bulunduğu Hazine ve Maliye Bakanlığı’na dolayısıyla Saray’ın vesayeti altına alınmış olundu.
Bunun Türkçesi, iktidar bloku seçimleri öne çeksin ya da çekmesin geleceğe yönelik tüm hazırlıklarını yapıyor. İktidar kazansın ya da kaybetsin artık tüm belediyelerin stratejik planlamasında söz sahibidir. İç tartışmalara gömülmüş CHP’yi radikal demokrasi karşıtı tutumundan dolayı bu yazının dışında tutup daha çok HDP üzerinden yerel seçimlere giden süreci irdelemek istiyorum. Bu tartışmaların sürdüğü günlerde (18 Ağustos) HDP Milletvekili Meral Danış Beştaş, “Çok güçlü bir çalışmayla yerel seçimlere hazırız” şeklinde bir açıklama yaptı. Bunca baskı ve sindirme politikalarına maruz bırakılan bu partiye haksızlık etmemeye özen göstererek, bu “güçlü hazırlık” meselesinin özellikle iktidarın yaptığı hazırlıklar bağlamında derinlemesine tartışılması gerektiğini düşünüyorum. Öncelikle halihazırda DBP’nin elinde “kalmış veya bırakılmış” Iğdır ve birkaç ilçe belediyesinin nasıl yönetilebildiğini veya yönetilemez olup olmadığını değerlendirmemiz gerekiyor. Bu hattan ilerleyerek olası seçimlerde kazanılabilecek belediyelerin “yönetilebilirlik” koşullarının olup olmadığını, yeniden kayyum atanırsa nasıl bir strateji izleneceğini şimdiden konuşmakta fayda var.
Bu soruları ve tartışmayı herhangi bir umutsuzluğa, boşluğa veya boş vermişliğe yol açmanın aksine demokratik mücadeleye bir katkı olarak görülmesini umut ediyorum. Öncelikle yazıyı geçmişe götürüp sorun ve tartışmalara boğma niyetinde değilim. Ancak “güçlü hazırlık” yapılan bu süreçte geçmişte yaşanmış olan olumlu ve olumsuz tüm deneyimlerin derinlemesine irdelenmesi gerekiyor. Devletin siyasi, iktisadi ve askeri baskı yöntemlerini başka bir yazının konusu olarak bir kenara bırakarak; Kayyum atanan belediyelerin yaklaşık 4 dönemdir Kürt siyasetinin elinde olduğunu düşündüğümüzde, tüm o süreçlerde görev almış olanların, mali saydamlık, hesap verme sorumluluğu, stratejik planlama ve bütçeleme, personel politikası, gelir dağılımı, sosyal yardım ve politikalar, çevre ve daha birçok konuda neden kapsamlı bir özeleştiri yapılmadığı, eğer yapıldıysa bu süreçlerden ne tür dersler çıkarıldığı ya da örneğin, eşbaşkanlık gibi henüz “çağdaş dünya”nın dahi hazmedemediği bir uygulamanın nasıl işlevsiz bırakıldığına dair kamuoyunu doyurucu bir tartışma silsilesini çoktan yapmış olması gerekmez miydi? Partinin ilgili organlarının geçmişte yaşanmış olan tüm deneyimlere ilişkin değerlendirmelerini ve bundan sonrası için belirlenmiş yol haritasını kamuoyuna duyurmasının tam zamanı değil midir? Olasılıkları göz önüne alarak seçimlerin yapıldığını ve HDP’nin kayyum atanan tüm belediyeleri aldığını düşünelim. “Güçlü hazırlık” yapıldığını varsayarak, birkaç öneriyle yazıya son verelim.
Öncelikle seçimi beklemeden içinde mali denetçilerin de bulunduğu, iktisatçı, bütçe uzmanı, sivil toplum örgütleri ve hareketlerin temsilcilerinin de olduğu bir “Yerel Yönetim Araştırma Komisyonu” kurulmalı. Bu komisyon, seçimlerin hemen ardından, yani deliller karartılmadan: Kayyum yönetimlerinin gelir ve giderlerinin nasıl kalemlendirildiğini, stratejik planlama ve harcamaların nerelere yapıldığını, ihalelerin nasıl yapıldığını ve kimlere dağıtıldığını, kayyum ve yardımcılarının aldığı ücretin ne kadar olduğunu rapor haline getirmeli. Kayyum atamalarından önce ve kayyum idaresinden sonra belediyenin bütçesindeki borç/alacak ve nakit durumunun nasıl değiştiği tek tek verileriyle kamuoyuna sunmalı. İşten çıkarılanların ve yerlerine alınanların kimler olduğunu tespit edip, kayyum yönetimi altındaki belediyelerde “rüşvet, yolsuzluk, kayırmacılık” olup olmadığını araştırmalı ve kamuoyuyla ivedilikle paylaşmalı.
Özetle bu araştırma komisyonun en önemli görevi kayyum yönetimlerinin yarattığı hasarın tespitini yapmak ve bunun mümkünse seçimi beklemeden hemen şimdi gerçekleştirmek olmalı. Belediyeleri kayyumların elinden geri alma iddiası olan DBP’nin veya HDP’nin de önümüzdeki süreçte, mali saydamlık ve hesap verebilirlik konularında nasıl bir yönetim anlayışına sahip olduğunu netleştirmesi ve bu anlayışı yaşama geçirmek için nasıl bir yöntem ve strateji ile hareket edeceğini somutlaştırarak bunu kamuoyu ile paylaşmasının tam zamanı değil mi? Bu çerçevede sosyal yardım, personel, ihale politikası vb. tüm işlerde saydamlığı ve liyakati önceleyen bir yönetim anlayışını kurumsallaştırmak amacıyla kentin tüm bileşenlerinin temsilcilerinden oluşmuş, yeni yönetimi denetleyici ve yönlendirici kent konseylerinin ilanı ve yaşama geçirilmesi kilit bir önemde.
Tam da bu yüzden, şeffaflık ve hesap verebilirlik açısından her bir yurttaşın belediye kararlarına katılımı ve denetiminin yolunu açacak demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü bir programın kamuoyu ile paylaşılmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Her şeyden önce damada bağlanan “Tek Hesap” ile elleri kolları bağlanan belediyelerin yeni yönetimlerinin seçimlerden hemen sonra buna karşı kent halkıyla birlikte harekete geçerek, bir tutum ve duruş sahibi olmalıdır. Direniş geleneği olanlardan da bu beklenir…