HDP Sözcüsü Günay, ‘Doğrudur çözülen bir şey var ama çözülen Kürt sorunu değil sizin iktidarınızdır. Geçmişte sizi uyarmıştık, bu sorunu çözmezseniz, çözülürsünüz’ dedi
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Sözcüsü Ebru Günay, Diyarbakır’da gündeme dair değerlendirmelerinde bulundu. DBP Genel Merkezi’nde düzenlenen basın toplantısında konuşan Günay sözlerine “Coşkuluyuz, moralliyiz, güçlüyüz” diyerek başladı.
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü dolayısıyla Şili’den Arjantin’e, Lübnan’dan Rojava’ya, Amerika’dan Polonya’ya kadar dünyadaki bütün kadınları selamlayan Günay, erkek iktidarına ve onun kadın düşmanı politikalarına karşı baş eğmeyeceklerini yineledi.
Başı dimdik mücadele
Bugün güne tekrar operasyonlar ve AKP’nin ‘düşman hukuku’nu uyguladığı gözaltılarla başladıklarını belirten Günay, “Sabah saatlerinde yine onlarca gözaltı yapıldı, özellikle Ankara’da gözaltılar oldu. Ama daha önemlisi dün gece saatlerinde Van İl Binamız korsanca, hırsızvari bir yöntemle hiçbir yöneticimize bilgi dahi verilmeden, kapıları kırılarak içeri girip aramalar gerçekleştirildi
Adalet ve İçişleri Bakanını bu konuda göreve çağıran Günay, “Hiçbir baskı, hiçbir tehdit, gözaltı bizleri yıldırmayacaktır. Bizleri mücadelemizden tek bir adım dahi geri attıramayacaktır. Bizler her yerde başı dimdik mücadele eden bu hırsızlıklara, haydutlara, korsanlıklara boyun eğmeyen buna karşı mücadele eden bu ülkenin vatandaşlarıyız. Böyle olmaya devam edeceğiz, kimse bizi bundan asla vazgeçiremez” ifadelerini kullandı.
AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın reform söylemlerinin gerçeği yansıtmadığını demokrasi güçlerine, ezilenlere ve yoksullara karşı kurulan savaş ve şer ittifakının asla reform yapamayacağını, dertlerinin sadece ekonomik odaklı “dolar” olduğunu söyleyen Günay’ın konuşmasının satır başları şöyle:
Faşizmi kurumsallaştırma süreci
Erdoğan’ın ‘reform’ söylemi AKP-MHP iktidarının faşizmi kurumsallaştırma sürecinde araçsallaştırdığı siyasi, hukuki ve idari kurumların ne denli deforme edildiğinin ve rayından çıkarıldığının itirafıdır. Kurumsal çöküşün geldiği nokta reform adı altında yeniden palyatif taktik hamlelerle aşılmaya çalışılsa da ortaya çıkan tablo tüm çıplaklığıyla rejim krizinin ta kendisidir. Reform söylemi, aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin sürdürülebilirliğini de yeniden tartışmaya açmıştır. 3 sene önce uygulamaya konulan bu sistemin ‘istikrar bozucu’ karakterinin, kurumsal çöküşte en önemli etken olduğu belirginleşmiştir. Anayasa mahkemesi ile ilgili tartışma bunun en uç noktasına işaret etmektedir. Yaptıkları gün gibi ortada. Yönetmeni MHP olan geçmişin kötü bir kopyası olan ve sonu hüsranla biten kötü bir dizi izliyoruz.
Siyasalaşşan yargı
Cumartesi Annelerine açılan davaya, HDP’liler olmak üzere demokratik kamuoyuna dönük her gün yüzlerce kişiye baskın yapılmasına, cadı avı misali insanların gözaltına alınmasına bakın! Daha dün Antalya milletvekilimiz Kemal Bülbül’e, bir mahkeme tarafından ‘siyasi dokunmazlık hakkı’ ayaklar altına alınarak 6 yıl 3 ay hapis cezası verildi. Yargının siyasallaşmasının somut örneği olarak bu kararda demokratik siyaset yapma hakkına yönelik işlenen ağır suça bakın! Yolsuzluktan ibaret yönetim biçimi olan kayyım rejimine bakın. Sabah akşam millet-hak-hukuk diyen bir partinin içinde, farklı tek bir söz söyleyenlerin başına gelenlere bakın; bakanların, yüksek istişare üyelerinin istifa etmek için sadece sosyal medyada zar zor yer bulmalarına bakın!
Yozlaşmış sistemin gidişi
Ali Cengiz oyunlarını çok gördük ve onları tarihin çöplüğüne gönderdik. Bu krizi aşmanın yegane yolu bu iktidardan kurtulmak ve halkın demokratik yönetimini sağlamaktır. Gerçek reform bu çürümüş, yozlaşmış sisteminizin gidişidir. Türkiye’nin reforma değil radikal değişime ihtiyacı var. Bu değişimin tek yolu da toplumsal mücadeledir. AKP-MHP çamurun içine saplanmış bir araç gibi patinaj yapmaya mahkumdur. Dertleri kendileriyle beraber tüm ülkeyi çamura saplamaktır. Geçtiğimiz hafta açık bir şekilde gördük ki ülkede yönetim zafiyeti var. Demokratikleşme diyerek yola çıkan AKP iktidarı küçük ortağına mahkûm olmuş, mafya ve çetelere teslim olmuştur.
Erdoğan siyasi ömrünü uzatmaya çalışıyor
Tek tek herkesi bu ülkenin tamamını otoriter yönetimlerle yönetme saplantısına kapılan Erdoğan bırakın ülkeyi, kendi partisini bile yönetemiyor. 40 yıllık yol arkadaşını, siyasi ömrünü uzatmak için harcayan Erdoğan geçen gün yine çıkmış Kürt sorununu gasp ve yolsuzluk memurları olan kayyım ile çözdüğünü anlatmaya çalışıyor. Pes doğrusu… Bari bunu her gün gözaltına alınan, şehirleri yerle bir edilen, işkenceye uğrayan, helikopterden atılan, kimliği yasaklanan Kürtlere söylemeyin. Doğrudur çözülen bir şey var ama çözülen Kürt sorunu değil sizin iktidarınızdır. Geçmişte sizi uyarmıştık, bu sorunu çözmezseniz, çözülürsünüz dedik, bizi dinlemediniz. Daha önce AKP’ye oy veren, ama artık gerçeği görmeye başlayan duyarlı vicdanlı insanlara buradan bir kez daha sesleniyorum. Bu partinin bu ülkeye vereceği bir şey kaldı mı? Bu partinin emekçilere, kadınlara, gençlere ve Kürtlere vereceği bir şey kaldı mı?
Demokratik Anayasa
Eğer bu ülkede gerçekten değişim ve reformdan bahsedilecekse birkaç hatırlatmada bulunmak istiyoruz: Öncelikle bugün ülkenin en temel ihtiyaçlarının başında hukuk devletini inşa edecek bir süreç gelmelidir. Demokratik Anayasa başta olmak üzere hukuk alanında radikal değişimlere acil gereksinim var. Bu ihtiyaç sadece son 18 yıllık AKP iktidarında değil, aynı zamanda bir bütün olarak ülkenin kuruluşundan bugüne görmezden gelinmiş, ötelenmiş ve bugün bir enkaza dönüşmüş bir sistemin ortaya çıkardığı durumdur. Hukukun ayaklar altına alınarak devletin bekasına kurban edilmesinin tarihi aynı zamanda devletin Kürt halkının temel demokratik haklarına yaklaşımının da tarihidir. Ülkenin kuruluşundan bugüne Kürt halkına yönelik hayata geçirilen uygulamalar daha sonra bir bütün olarak bütün ülkeyi nefessiz bırakmıştır. Kürt halkına yönelik sistematik ve çok boyutlu şiddet siyaseti istisna halinin sürekliliğini sağlayan bir mekanizma haline dönüşmüş durumda.
İmralı tecridi önkoşulsuz ortadan kaldırılmalı
Kürtlere yaklaşım, ülkede demokratik yaşama yaklaşımın da kendisidir. Bugün Sayın Öcalan üzerinde İmralı’da uygulanan mutlak tecrit halinin istisna hali olmaktan çıkıp tüm Türkiye’ye uygulandığını hep birlikte görüyoruz. Bu nedenle söz konusu istisna haliyle mücadele ederken ilk yapılması gereken İmralı tecridinin önkoşulsuz ortadan kaldırılmasıdır. Tecridin olduğu yerde hukuk reformundan bahsetmek insan aklıyla dalga geçmektedir. Türkiye’de hukuk ve demokrasi meselesinin Kürt meselesi ve çözüm sürecinin dinamikleriyle olan ilişkisi herkes tarafından biliniyor. Esas olarak tecrit ve siyasi tutsaklar odaklı yeni bir eylem ve mücadele programı üzerinden bugün Türkiye gündemini yapay bir şekilde işgal eden reform tartışmalarına karşı muhalefetimizi güçlü bir şekilde ortaya koymalıyız. Ülke günübirlik değişen bir siyaset anlayışla yönetilmez. O yüzden biz HDP olarak bu iktidarı yollamakta ve yerine demokratik ve özgür cumhuriyeti inşa etmekte kararlıyız.
Demirtaş
Tüm yollar yine partimize, önceki dönem Eş genel başkanımız Selahattin Demirtaş’a, Kürt sorununa çıkıyor. Hem Bahçeli hem Erdoğan planlarını yine bizim üzerimize inşa etmeye, toplumu yanıltarak kışkırtmaya, faşizmin klasik kodlarını tekrar etmeye devam ediyor. Kürt düşmanlığınız sizin iktidarınızı, koltuklarınızı kurtarmaya yetmeyecek. Ayrıca toplum artık sizin koltuk davanızın ülkenin beka sorunu olmadığını görüyor. Buradan halkımıza sesleniyoruz, tarihimiz çetelere karşı mücadele örnekleriyle dolu. Gücümüz ise birliğimizden omuz omuza mücadelemizden geliyor.
Yönetilemeyen salgın
Salgın, alınan sorumsuzca kararlar nedeniyle bugün itibariyle ciddi bir dalga haline gelmiştir. İstanbul başta olmak üzere birçok ilimizde hastanelerde ve özellikle yoğun bakım servislerinde yer kalmadı. Pandemi uygulamaları cezaevlerinde de insanlık dışı şartlar yarattı. Cezaevindeki her mahpusun yaşamı devletin garantisinde olması gerekirken, iktidar bu konuda hiçbir şey yapmayarak mahpusları adeta ölümle yüz yüze bıraktı. Son açıklanan tedbirlerde de yüzlerce, binlerce işçinin çalıştığı işyerlerine yönelik maalesef bir düzenleme yok. Kamu emekçileri salgın yokmuş gibi çalıştırılmaya devam ettirilecek. Düzenlemede işyerlerini kapatmak zorunda kalanlara maddi destek sağlanmadığı gibi işsizler ordusuna katılacak yeni yüzbinlere insanımız için ise bir destek düşünülmemiş.
Düzenlemenin hazırlık sürecinde bir kez daha yerel yönetimler, sendikalar, TTB, sivil toplum örgütleri, iktidar partileri dışındaki siyasi partiler devre dışı bırakılmıştır. Hastaneler ve yoğun bakım üniteleri tamamen dolu iken sağlık alanındaki personel açığının güvenceli kadrolu istihdamı ile kapatılmasına yönelik hiç bir planlama yapılmamıştır.
Halk sağlığı tehlikeye atıldı
Bildiğiniz gibi 1 Ekim’de Bakan Koca vaka sayılarının gizlenmesini, hem vatandaşlara hem dünya sağlık örgütüne yanlış bilgi verilmesini ‘ulusal çıkarları’ korumak için yapıldığını açıklamıştı. ‘Ulusal çıkar’ diyerek gerçeği sakladınız, halk sağlığını tehlikeye attınız, gerçekleri kararttınız, ekonomiyi kurtarmak adına toplumda sahte bir ‘İyi durumdayız’ rahatlığı yarattınız. En başından hedef gösterdiğiniz ancak gerçekleri söyleyen Tabipler Birliği terörist değil, siz doğru konuşmamışsınız demek ki. Derhal TTB’liğinden özür dilenmeli ve kovid vakalarını aylardır düşük gösterip, salgının kontrolden çıkmasına, vatandaşlarımızın ölümüne sebep olan Sağlık Bakanı bir an önce hesap vermeli bu topluma.
İşçilerin eylemleri
Ekonomik kriz derinleşip, bu krizde büyük sermaye, AKP yandaşları palazlandırılırken, işçi ve emekçilerin payına ise açlık sınırında yaşamak ve acı reçeteler düşüyor. AKP-MHP iktidarı, pandemi karşısında işçilerin sağlığı için bir gün dahi fabrikaları kapatmazken, işçiler haklarını aradığında ise hemen hiç utanmadan, ikiyüzlüce pandemi gerekçesiyle işçilerin yürüyüşlerine izin vermiyor. Aylardır hakları için direnen Somalı, Ermenekli maden işçilerinin yürüyüşüne asker polis barikatıyla, coplarla, biber gazı ve TOMA’larla yanıt veriyor. Yine Gebze’de en temel hakları olan sendikaya üye oldukları için işten atılan işçilerin yürüyüşü polis şiddetiyle engellendi ve işçiler dövülerek, yerlerde süründürülerek gözaltına alınıyor.
Polis şiddeti
Cezasızlık politikasıyla sokaklarda her istediğini yapan polislerin, İzmir’in Konak ilçesi Kadifekale semtinde 13 Kasım’da feci şekilde dövdüğü 25 yaşındaki esnaf Mehmet Şerif Coşkun, tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitirdi. Bu yaşananlar fevri davranışlar değildir, her sivili öldürdüğünde cezasız kalan kolluk kuvvetleri, iktidardan aldıkları güçle cinayet işlemeye, en küçük bir itirazda dahi insanlara her türlü şiddeti uygulamayı kendilerine hak görüyorlar.
ANKARA