Devletin 43. yılına giren PKK’ye yönelik ‘bitirme’ açıklamalarını, diyalogları ve barış çabalarını derledik
Kürt meselesi cumhuriyetin Osmanlı’dan devraldığı bir sorun. Bir farkla cumhuriyetin kurucu kadroları bir ulus devlet kurmak istedikleri için ve proje diğer etnisiteleri dışladığı için Kürt meselesi daha sert bir sorun haline gelmiştir. Bunu bütün bir cumhuriyet tarihi boyunca yaşanan Kürt isyanlarında görüyoruz.
Tabi ki Osmanlı döneminde de isyanlar yaşandı. Ama bunlar daha çok yerel Kürt otoriteleri ile merkez arasındaki çelişkilerde kaynaklanıyordu. Bu isyanlarda da büyük can kayıpları yaşanıyordu, ancak bir etnisiteyi yok etmek boyutuna çıkmıyordu. Ama gide gide bu isyanlar sürecinde Kürt ulusal bilincine dair fikirler ve odaklar oluşmaya başladı.
Cumhuriyet kurulurken bunu bir Türk ve Kürt ortak cumhuriyeti olarak kurgulama/kurma imkanı vardı. Kürtler Mustafa Kemal’in birlikte mücadele çağrısını kabul ettiler, ancak cumhuriyet kadroları bu birlikteliği taktik bir manevra olarak baktı. Verilen özerklik ve Kürtleri tanıma sözleri tutulmayınca isyanlar yaşandı. Son 40-50 yılda yaşananlar da bunun izdüşümü. Devlet birden çok defa reform yapacağı izlenimi yarattı, belki bazı aktörler gerçekten çözüm ve reform istediler ama kimse bu döngüyü kırıp ülkeyi bir çözüme götüremedi.
İlk ateşkes ve Özal
Burada bir istisnadan söz edebiliriz. Bu istisna iki dönem başbakanlık yaptıktan sonra Cumhurbaşkanı seçilen Turgut Özal’dı. 1990’li yıllarda, devlet ve PKK arasındaki savaş 10. yılına girerken PKK Lideri Abdullah Öcalan Lübnan’ın Bari Elyas kasabasında Mart 1993 yılında yaptığı basın toplantısı ile 1 ay süre ile ateşkes ilan ettiğini açıkladı. Öcalan, eğer devlet bu ateşkese uyarsa bu sürenin uzayacağını ekledi. Basın toplantısında Celal Talabani’nin de katılması dikkatlerden kaçmadı. Kamuoyu açısından bakıldığında bu ateşkes sürprizdi. Ancak bir süreden beri Ankara ile Öcalan arasında arabulucular gelip gidiyordu. Ve ateşkesin koşulları sağlanmaya çalışılıyordu.
Özal-Öcalan diyaloğu
Hem YNK Lideri Celal Talabani hem de o dönem Turgut Özal’ın danışmanlığını yapan gazeteci Cengiz Çandar’ın arabuluculuk çabaları ile ateşkes için anlaşmaya varılmıştı. Bir ay sonra ateşkes süresiz uzatıldı. Bu defa yapılan basın toplantısı daha kapsamlı katılım gerçekleşti. İkinci basın toplantısına katılan Kürt siyasetçi Hatip Dicle, o günleri Mezopotamya Ajansı’na şöyle anlatıyordu: “17 Mart 1993 bir aylık bir ateşkesti. Özal, bizler ve diğer kanallar aracılığıyla gerek Mam Celal, gerek gazeteci Cengiz Çandar aracılığıyla Sayın Öcalan’a şu mesajı iletmişti; ‘Evet bu ateşkes çok önemli, ancak bir aylık süreli olması hiçbir anlam ifade etmiyor. Bunu süresize çevirmeniz gerekir.’ Biz Sayın Öcalan ile bu konuyu değerlendirmek üzere 16 Nisan 1993’te yapılan basın toplantısına 2-3 gün kala Şam’a gittik. Bu heyetin içinde ben de vardım. Sayın Öcalan’a mesajı ilettik. 16 Nisan 1993’te Sayın Öcalan ateşkesi süresiz olarak uzattı. Bizzat Özal’a bu şekilde güç verdi, onun elini güçlendirdi. 16 Nisan 1993’teki Kürdistan Sosyalist Partisi (PSK) lideri Kemal Burkay, Mama Celal gibi birçok siyasetçi bizlerle birlikte o toplantıda hazırdı. 17 Nisan günü biz artık Türkiye’ye büyük bir adım atıldı coşkusuyla dönmek üzeriydik. Akşam dönecektik. Mam Celal bizi öğlen yemeğine davet etti. Heyetin tümünü Şam’ın dışında çok güzel bir kır restoranına götürdü. Yemekten sonra Mam Celal Arap radyolarını dinlemiş olacak ki; ‘Eyvah. Size kötü bir haberim var. Maalesef Özal’ın ölüm haberini yayınlıyor Türkiye’ dedi.”
Dicle, Öcalan’ın bu olayı ilgili görüşlerinde aktarıyor: “Sayın Öcalan, ‘Büyük ihtimalle Özal’ı devlet öldürdü. Çünkü bir Osmanlı geleneğidir. Yenilgi yaşayanlara asla müsamaha edilmez. Özal’ın bu barışçıl tavrı, siyasi çözüme açık olması, devletin derin kanadı tarafından büyük ihtimalle bir yenilgi olarak algılandı ve bu nedenle Özal büyük ihtimalle öldürüldü’ demişti.” (MA, 9 Ekim 2020)
Asker ateşkesi tanımıyor
Turgut Özal’ın girişimleri ile ilan edilen ateşkese, asker uymadı. Bu yüzden birçok can kaybı yaşadı. Çok sonraları Hürriyet’te Saygı Öztürk’ün sorularını yanıtlayan o zamanın Asayiş Kolordu Komutanı Necati Özgen “Kimse bana ateşkes emri vermedi, ben de kimseye ateşkes emri vermedim” diyordu. (Saygı Öztürk, 33 Kurşun, s.63).
Karanlık olay
Turgut Özal öldükten 40 gün sonra Elazığ-Bingöl karayolundan dağıtıma giden askerlerin yolu kesildi ve 33 asker kurşuna dizildi. Öcalan daha sonra bu olayı karanlık bir olay olarak niteledi. Böylece ateşkes ve barış çabaları ortada kaldı. Oldukça şiddetli geçen iki yılın ardından 15 Aralık 1995’te PKK bir kez daha tek taraflı ateşkes ilan etti. Ancak Çelik Harekatı’yla Federe Kürdistan’a operasyon yapıldı. İkinci ateşkes girişimi de sonuçsuz kaldı.
Erbakan’la diyalog
1996 yılında kurulan Refah Yol hükümetinde başbakan olan Necmettin Erbakan da aracılar aracılığıyla Öcalan ile temas kurdu. Mektuplaşmaların gerçekleştiği bu süreçte Erbakan da sorunun barışçıl çözümü için Öcalan’la dolaylı diyaloga geçti. Diyaloglar Alev Alatlı ve İsmail Nacar vasıtasıyla kuruldu. Ancak bu süreç de Erbakan’ın 28 Şubat’ta hükümetten istifaya zorlanmasıyla akamete uğradı.
Çözüm süreci
PKK Lideri Abdullah Öcalan, İmralı sürecinin hemen başında barış için girişimler başlattı. 1 Eylül 1999’da Dünya Barış Günü’nde bir kere daha ateşkesi ilan etti ve PKK’lilerin Türkiye’yi terk etmesini istedi. Öyle de oldu.
Bu süreç 5 yıl sürdü. Bu sürede devlet hiçbir adım atmadı. 1 Haziran 2004’te tekrar ateşkes bozuldu. Öcalan, hükümete bu kez de 10 maddelik “Barış Planı” sundu. 2005 yılına kadar “Barış İçin Yol Haritası”nı geliştirdi. Ancak AKP’nin buna yanıtı “Eve Dönüş Yasası” adı altında pişmanlık yasası çıkarmak oldu.
Anayasada tek cümle
2008’de Öcalan, “Eğer çözüm isteniyorsa herkesin, Kürtlerin de üzerinde mutabık kalacağı bir anayasa yapılabilir. PKK’ye de ‘Gel, bu anayasanın hazırlanış sürecine katıl’ denilebilir” teklifinde bulundu. Bu konuda bir cümlenin bile anayasada yer almasının yeterli olacağını söyledi. Öcalan’a göre: “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası bütün dil ve kültürlerin demokratik bir şekilde varlığını ve kendini ifade etmesini kabul eder” cümlesi bile tek başına birçok şeyin önünü açacaktı. Öcalan, “Bu cümleyi anayasaya koysunlar iki ay içinde PKK silahı bırakır. Ondan sonraki aşama demokratik yasalarla düzenlenir. Bu söylediklerim mümkündür, akan kanı durdurabiliriz” dedi. Ama çözüm iradesi gösterilmedi. Tersine dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “Sınır ötesi operasyon için her şey masada, başbakan da bunları onaylamıştır” dedi.
Oslo görüşmeleri
2009’da da Öcalan kendi çözüm projesi olan “Yol Haritası”nı açıkladı. Öcalan, AKP’ye seslenerek, “Demokratik müzakere olursa çözüm gelişir, bu konuda cesur olun, demokratik çözümün önünü açın. Demokratik siyasetin önünü açın. Barışın önünü açın. Demokratik müzakerenin önünü açın” dedi. Öcalan’ın bu açıklamayı yaptığı günler aşağı yukarı 1 yıldan beri PKK ile devlet arasında görüşmeler Oslo görüşmeleri resmi olarak 2008 Eylül’ünde başladı. Ama önceden dolaylı görüşmeler vardı. Uluslararası kurumların aracılık yaptığı ortaya çıktı. Görüşmeler Oslo’da olduğu için Norveç devletinin de bilgisi dahilinde olduğunu söylemek gerekir. Türk devleti ve PKK arasındaki ilk görüşme Eylül 2008’de yapıldı. İkincisi ya da üçüncüsü Mart 2009’da yapıldı. Seçimlerden sonra mayısta da görüşmeler oldu. Daha sonra temmuzda görüşmeler oldu. 2009 yılındaki Oslo görüşmeleri, aynı zamanda Öcalan’ın bir Yol Haritası hazırlayarak devlete sunduğu sürece tekabül ediyordu. O zaman MİT Müsteşar Yardımcısı ekibiyle geliyordu. Daha sonra 2009 Ağustos’unda, Yol Haritası’nın devlete verildiği süreçten sonra Hakan Fidan da görüşmelere katıldı. O zamanlar Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı/Başbakan Temsilcisi olarak görüşmelere katılıyordu. Öcalan, ağustosta Yol Haritasını sundu. Ancak devlet yine adım atmadı. Diyarbakır kırsalında meydana gelen bir çatışmada 11 askerin yaşamını yitirmesi üzerine bir kere daha süreç sona erdi.
Habur süreci
Oslo sürecine paralel Türkiye’de bazı adımlar da atılmaya başlandı. Öcalan’ın çağrısıyla 34 PKK üyesi Habur Sınır Kapısı’ndan giriş yaptı. Gelenleri karşılamak üzere Şırnak’ın Silopi ilçesinde yaklaşık 50 bin kişi karşıladı. Bütün bölgede gelişler coşku ile karşılandı. Bu gelişmeler ve milliyetçi muhalefetin eleştirileri hükümeti ürküttü ve geri adım attı.
2011’e girerken Öcalan bu sefer demokratik anayasal sürecin yol haritası temelinde müzakerelerle nihai sonuca gitmek istiyordu. İmralı’da devlet heyetiyle görüşmeler ciddi aşamaya gelmiş, protokollere bağlanmıştı. Bu süreç on bin kişinin KCK operasyonları adı altında tutuklanması ile bitirildi. Öcalan, “2011 Temmuz’undan itibaren büyük bir savaşla yüklendiler. Nihai tasfiye operasyonları yaptılar. Başbakanı buna inandıran ekip ‘PKK’yi 2011’de bitireceğiz’ demişti. Bu temelde on bin kişiyi KCK operasyonları adı altında içeriye aldılar” dedi.
24 Temmuz 2011 Öcalan’ın son avukat görüşmesi idi ve 22 Kasım’da da tüm avukatları gözaltına alındı, 2012 yılı boyunca ve 2013 yılına dek bu politika sürdürüldü.
Dolmabahçe mutabakatı
2013 başlarından itibaren Öcalan, “Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşam Süreci”ni ilan etti. Bu süreçte devlet heyeti ile Öcalan arasında PKK’nin de dahil olduğu en kapsamlı görüşmeler yapıldı. Devlet heyeti ile görüşmeler başladı. İmralı adasında günlerce çözüm protokolleri görüşüldü. Öcalan’ın kaleme aldığı çözüm protokolü 1 Mart 2015 günü Dolmabahçe’de devlet ve HDP heyeti tarafından açıklandı.
Dolmabahçe mutabakatını 10 maddesi şöyleydi:
1 – Demokratik siyasetinin içeriği tartışılmalı.
2 – Demokratik çözümün ulusal ve yerel
boyutlarının tanımlanması,
3 – Özgür vatandaşlığın yasal ve demokratik güvenceleri.
4 -Demokratik siyasetin devlet ve toplumla ilişkisi ve bunun kurumsallaşmasına ilişkin başlıklar.
5 – Çözüm sürecinin sosyoekonomik boyutları.
6 – Çözüm sürecinde demokrasi
güvenlik ilişkisinin kamu düzeni ve özgürlükleri koruyacak şekilde ele alınması.
7 -Kadın, kültür ve ekolojik sorunların yasal çözümleri ve güvenceleri.
8 – Kimlik kavramı ve tanınmasına dönük çoğulcu demokratik anlayışın geliştirilmesi.
9 – Demokratik cumhuriyet, ortak vatan, milletin demokratik ölçülerle tanımlanması, çoğulcu
demokratik sistem içerisinde yasal ve anayasal güvencelere kavuşturulması.
10 – Bütün bu demokratik hamle ve dönüşümleri içselleştirmeye yarayan yeni anayasa”
Dolmabahçe Deklarasyonu’na bakıldığında, müzakere sürecinde konuşulacak başlıkların, tartışılacak konuların sadece Kürt sorununun çözümüyle de sınırlı olmayan Türkiye’nin demokratikleşmesinin yeni bir Anayasayla ilerletilmesine varan bir yaklaşım görülüyor.
Bu süreç 2015 Nisan ayına dek sürdü ve tam da 2015’te Dolmabahçe Mutabakatı’nda belirlenen pratik adımların atılması aşamasındayken, Erdoğan’dan “Bu mutabakatı tanımıyorum” açıklaması geldi. Öcalan’ın barış çabalarına karşılık mutlak tecrit devreye girdi. Sürecin bitmesi ile birlikte Öcalan’a mutlak tecrit uygulanmaya başlandı. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası gerçekleşen aile görüşmesinde Öcalan, “Hâlâ barış projeleri üzerine çalışmayı sürdürüyorum. Benimle demokratik çözüm ve barış için görüşülsün. Varsa böyle bir niyet, barış projelerimizle bu sorunu birkaç ayda çözeriz. Eğer demokratik çözüm ve barış için samimilerse ben rolümü oynarım” çağrısını yaptı. Ancak iktidar bu çağrılara yanıt vermediği gibi, tecridi derinleştirerek sürdürüyor.
1984’den bu yana devletin resmi bitirme açıklamaları
PKK’nin silahlı eylemlere başladığı 1984 yılından bu yana devlet yetkilileri sık sık PKK’yi bir haftada, birkaç ayda bitirme sözü verdi. Darbe lideri Kenan Evren, “birkaç çabulcu” diyerek kısa sürede bitirileceğini söyledi. Sonrasında Cumhurbaşkanı Özal da benzer açıklamalar yaptı. Sonra şiddet ile sorunun çözülemeyeceğini fark edip barış arayışına girdi ancak ömrü yetmedi. Özal sonrası ise ağır can kayıplarının olduğu bir süreçti. Tansu Çiller’in başbakanlığı döneminde JİTEM ve benzeri yapılarla 17 bine yakın sivil cinayet işlendi. Çiller de sık sık “Ya bitireceğiz ya bitireceğiz” açıklamalarında bulundu. Bir dönem “Bask modelini tartışmaya hazırız” diyen Çiller de Mehmet Ağar-Doğan Güreş ile bitirme politikası izledi. Sonrasında da devlet yetkilileri sık sık bitirme yönünde açıklamalar yaptı. Süleyman Soylu, 1 Ekim 2016’da Efkan Ala’dan İçişleri bakanlığı görevini devraldı. Soylu, o günden itibaren yaptığı açıklamalarda, “PKK’nin baharı ve nisan ayını görmeyeceğini, bir daha adının anılmayacağını” söyledi.
Soylu, göreve geldikten 3 ay sonra, 2017 yılı Nisan ayını işaret ederek, “PKK’nın adı bir daha anılmayacak” demişti. 2018-2019 ve 2020 yılında da aynı açıklamalar yapıldı. Soylu son olarak 2021 yılını işaret etti. PKK kurulduğu dönem İçişleri Bakanlığı koltuğunda oturan İrfan Özaydınlı’nın da aralarında bulunduğu Hasan Fehmi Güneş, Yıldırım Akbulut, Abdulkadir Aksu, İsmet Sezgin, Mehmet Ağar, Meral Akşener, Nahit Menteşe, İdris Naim Şahin, Beşir Atalay, Efkan Ala gibi 36 isim de, benzer ifadeleri kullanmıştı.
HABER MERKEZİ