Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıkladığı acı reçetenin tek adresi emekçi kesimler olacak. Görüşüne başvurduğumuz DİSK Yön. Kur. Üyesi Seyit Aslan, acı reçeteyi IMF programı olarak niteliyor
IMF tarafından kredi verilen ülkelere dayatılan ‘acı reçete’ uygulaması IMF karşıtlığı üzerine sıkça açıklamalar yapan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’dan gelmesi dikkat çekici. IMF direktifleri içinde en dikkat çeken ve toplumu yoksulluğa sevk eden şey çalışanların ücretlerinin düşürülmesi ve pahalılık olmuştur. Önümüzdeki günlerde kamuda çalışan 1 milyona yakın işçinin, emeklinin ve yine milyonlarca işçiyi ilgilendiren asgari ücretin belirlenecek olması acı reçetenin adresini göstermekte.
İşsizlik ödeneği
Ekonomik kriz ve beraberinde yaşanan pandemi koşulları toplumu nefessiz bırakırken, aynı zamanda geçim sorunu çok şiddetli olarak toplumu zorlamaktadır. İşsizliğin yüksek olduğu Türkiye’de pandemi ile birlikte işsiz sayısında patlamalar yaşanırken kısıtlamalar nedeniyle işsiz sayılmayan milyonlarca insanın 1170 liralık bir ödenekle yaşaması bekleniyor. Tüm bunlar olurken sermaye çevrelerine ise ‘istihdam’ adı altında milyarlarca liralık destekler açıklanıyor. Diğer yandan işçiler pandemi koşullarında ve çalıştıkları yerde salgın olması halinde bile işsizlik tehdidi ile kölece çalıştırılıyorlar.
Acı reçete açlık demek
Her geçen gün içinden çıkılmaz bir hal alan ekonomik kriz, ciddi boyutlara ulaştı. Döviz kurlarındaki artışla beraber gelen zamlar; kira, elektrik, su ve doğalgaz faturalarına yansırken, mutfak ve pazar alışverişlerine de ciddi yansımaları oldu. Merkez Bankası’nın faiz arttırma kararıyla döviz biraz düştü, ancak artan fiyatlar geri gelmedi. İşsizlik nedeniyle birçok evde tencere kaynamazken, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Yaşadığımız kritik dönemin ruhuna uygun şekilde, gerekiyorsa devlet ve millet olarak fedakârlık yapmaktan, acı da olsa doğru reçeteleri uygulamaktan kaçınmayacağız” açıklamasıdaki reçetenin muhatabı işçiler ve emekçi halk olacak.
Halk borç batağında
Türkiye Bankalar Birliği’nin eylül sonu itibarıyla açıkladığı verilere göre 33 milyon 643 bin yuttaşın 836.8 milyar lira bireysel kredi borcu var. Geçen yıl borçlu sayısı yine eylül ayında 31 milyon 375 bin kişiyken, borç miktarı ise 572.1 milyar liraydı. Bankaların batık kredi miktarı ise 22.7 milyar lira. Yurttaşların 836.8 milyar lira borç batağına düşürüldüğü ve 2019 Eylül’den 2020 yılı Eylül’üne kadar 3 milyar lira daha borçlanmış olması nasıl bir çöküş içinde olunduğunu gösteriyor.
Ekonomi yerlerde
Türkiye’nin dış borç miktarı 432 milyar dolara ulaşırken, yurttaşların bankalara olan borç miktarı da aynen devlet gibi ödeyebilecekleri seviyeyi çoktan aşmış durumda. Yurttaşların elinde 26 milyon olan kredi kartı sayısının 900 bin adet daha arttığı görülürken, yurttaşların kredi kartı borçları ise 133.1 milyar lira. Eylül sonu itibarıyla 3 milyon 497 bin 886 kişi kredilerini ve kredi kart borçlarını ödeyemiyor. Diğer taraftan esnafın durumu da çalışanlardan farklı değil. 2020 yılı ilk 9 ayında 23 bin 987 esnaf, toplam 11.1 milyar lira tutarındaki 169 bin 974 adet çeki ödeyemezken, 459 bin 146 adet senette protesto oldu. Bunun tutarı da 8.6 milyar lira seviyesinde.
Acı reçete emekçiye
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Gerekiyorsa devlet ve millet olarak fedakârlık yapmaktan, acı da olsa doğru reçeteleri uygulamaktan kaçınmayacağız” vurgusunu yapıyor olması ‘aynı gemideyiz’ nakaratının bir versiyonu. Öyle olmasaydı Cumhurbaşkanı Erdoğan’a 1 uçak, Bahçeli’ye 1 uçak, bakanlar ve heyetlerine 1 uçak, korumalara 2 uçak, arabalar için 1 nakliye uçağı ve Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu içinde bir jet olmak üzere 7 uçakla Kıbrıs’a ‘pikniğe’ gitmezlerdi. Pandemi döneminde yurttaşlardan ”biz bize yeteriz Türkiyem” diyerek para dilenen ve ardından acı reçete uygularız diyebilen iktidarın acı reçetesinin tek adresi emekçi kesimler olacak.
Vergiler artacak
Acı reçetede direkt yurttaşları etkileyecek diğer baskılar ise ek vergiler, özel tüketim vergileri, cezaların artması olması. Özelleştirilmemiş hiçbir şey bırakmayan iktidar halen satılmamış ve satılabilir olan tüm ‘kaynaklar’ı (özellikle doğal alanlar) acı reçetenin içine alacak. Reçetenin bir diğer adresi ise KOBİLER olacak. Acı reçete ile kredibilitesi düşük şirketler kredi olanaklarından yararlanamaz hale gelecek ve birçoğu iflas ederken, bir kısım kobilerin ise yabancılara satışları gündeme gelecek.
Çiftçileri zor günler bekliyor
AKP iktidarı 3 Ağustos 2020 yılına kadar olan kamu alacakları için borçların taksitlendirilmesi yoluyla tahsil etmek amacıyla yeni bir yapılandırma adımı atarken çiftçilerin bu kapsama alınmamış olması çiftçilerin ellerindeki arazilerin icralar yoluyla el değiştireceğini ve küçük çiftçilerin açlığa mahkum edileceğini gösteriyor. Diğer yandan tarım işçilerinin sigortasız olarak, hem yaşamsal anlamda hem de ücret anlamında güvencesiz çalıştırılmasına göz yumulması ve bu durumu çözecek adımın atılmaması nedeniyle, gelecek yıllarda bu sorunların artarak devam edeceği anlaşılıyor.
Toplu sözleşmede sıfır zam!
Kamuda sürekli işçi kadrosuna alınan işçilerin yapılan sözleşmesi ekim ayı itibariyle süresi sona erdi. Yeni bir sözleşmenin ise kasım ve aralık ayı içinde yapılması beklenirken ilk acı reçeteyi tadacak olan içinde bu işçiler yer alacak. İki yıl önce Yüksek Hakem Kurulu tarafından belirlenen sözleşme ile işçiler iki yıl boyunca mali ve sosyal haklardan mahrum bırakılmıştı. Bu işçiler şimdi toplu sözleşme süreci başlamış olmasına karşın henüz bir görüşme trafiği yaşanmadı. 696 sayılı KHK kararları kapsamında taşeron çalışanıyken devlette sürekli işçi olanlar, KHK’ye son anda 7 maddeye eklenen 3. Fıkra’da işkolları ile ilgili yapılan düzenleme nedeniyle üyesi oldukları sendikada mı yoksa iş kolu değişikliği ile farklı bir sendikaya mı üye olacaklarının henüz belli olmayışı yine hakem kurulu tarafından sözleşmenin yapılacağına işaret ediyor.
Asgari ücret artmayabilir!
İktidarın açıkladığı Orta Vadeli Programlarda (OVP), ücret artışlarının geçmiş enflasyona göre yapılmayacağı açıklanmıştı. 2019 yılında yayımlanan ve 2020-2022 yıllarını kapsayan OVP’de ‘fiyat istikrarını’ sağlamak gerekçesiyle, “Kamunun yönlendirdiği bazı fiyat ve ücretlerde geçmiş enflasyon yerine programdaki enflasyon hedeflerine göre ayarlamalar yapılacağı, böylece enflasyonda atalet etkisinin sınırlandırılacağı” iddia edilmişti. Elbette böyle bir iddiaya kargalar bile gülerken, iktidarın bugüne kadar hiçbir biçimde tutmayan öngörülerine göre ücretlerin belirlenmek istenmesi işçinin emeğinden çalma işlemi dışında başkaca bir hedefi olmadığı çok iyi bilinmekte.
Açlık sınırının altı
OVP’da 2021 yılı için enflasyon öngörüsü yüzde 8. Asgari ücretin bu rakam kadar arttırılması beklenirken ilk altı ay yüzde 4, ikinci altı ay yüzde 4 olmak üzere zam yapılabileceğini söylemek gerekiyor. Bu durumda 2 bin 324 lira 70 kuruş olan asgari ücret ilk altı ay 2 bin 417 lira, ikinci altı ay içinse 2 bin 510 lira olacak. Tabi ki ‘acı reçete’ ile ‘sıfır’ zam dayatması da oldukça yüksek bir ihtimal. Türk-İş’e göre açlık sınırı 2 bin 438,24 TL, yoksulluk sınırı ise 7 bin 942 lira. DİSK’e göre ise açlık sınır 2 bin 401 lira, yoksulluk sınırı ise 8 bin 304 lira. Buna göre 10 milyon asgari ücretli açlık sınırındaki bir ücrete mahkum olacak.
Emekliye sıfır zam!
OVP’da 2021 yılı enflasyon beklentisi yüzde 8 ancak gerçek enflasyonun yüzde 38 olduğunu belirten ekonomist sayısı oldukça yüksek. OVP’den sonra açıklanan Merkez Bankası 4. Enflasyon Raporu’nda ise 2021 yılı enflasyon tahmini yüzde 9.4 olarak belirlendiğini hatırlatalım. 2021 yılında memur maaşlarına ve kamu işçilerinin ücretlerine yüzde 3+3 oranında artış yapılacak. Enflasyon bu oranları aşarsa aradaki farkın da ücret ve maaşlara yansıtılacağı belirlenmişti. 2019 yılı Ekim ayından 2010 Ekim ayına kadar yıllık enflasyon TÜİK verilerine göre 11.89 olması ve gerçek enflasyonun yüzde 38 olması iktidarı ilgilendirmiyor. Enflasyon zammının dahi yapılmayacağını ise OVP programında görebiliyoruz. OVP’ye göre 2021 yılı enflasyon öngörüsü yüzde 8 ve bu nedenle zamların ancak ilk altı ay için yüzde 2,5, ikinci altı ay içinde yüzde 2.5 zam olarak belirlenmesi bekleniyor. Ancak ‘acı reçete’ uygulaması nedeniyle bu yüzde 2.5+2.5 zammın da yapılmaması muhtemel.
Acı reçete IMF programıdır
Acı reçetenin hangi amaca hizmet edeceği ve kimleri etkileyeceği konusunda, DİSK Yön. Kurulu üyesi ve Gıda-İş Gen. Başkanı Seyit Aslan düşüncelerini bizimle paylaştı:
“Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın görevinden istifa etmesi ya da ettirilmesi sonrasında ekonomi politikalarında bazı yeni adımların atılmaya başladığını görüyoruz. Merkez Bankası’nın piyasaların beklediği ölçüde bir faiz artırımı yapmış olması ve sonrasında Erdoğan’ın “acı ilaçları (reçeteleri) bir süre içeceğiz” söylemi birlikte değerlendirildiğinde başkaca yeni adımların geleceğini de anlıyoruz. Bu kararlar kamuoyunda “ekonomi politikası” olarak tartışılsa da aslında özü itibariyle de toplumsal ve siyasal politikalardır. Bu politika tercihlerini ise çok açık bir biçimde sınıfsal tercihler belirlemektedir.
“Yeni” olarak sunulan bu ekonomi politikalarına geçmeden önce eskisi neydi kısaca ona değinelim. Faiz eşittir enflasyon söylemi ile özdeşleşen düşük faiz politikasının özü kamu kaynaklarının düşük faizli krediler yoluyla sermayeye transfer edilmesidir. Merkez Bankası başta olmak üzere kamu bankaları aracılığıyla kamu kaynakları ve tasarrufları doğrudan ya da dolaylı olarak hızla sermayeye transfer edilmiştir. Bu transferler üretim ve istihdama dönüşmemiş, içeride ve dışarıda devam eden çatışmacı, anti-demokratik, baskıcı politikaların yarattığı istikrarsız ortamın da etkisiyle TL’nin hızla değer kaybetmesinin önüne geçilememiştir.
Merkez Bankası rezervleri piyasaya aktarılmış bu da yetmemiş, İşsizlik Fonu başta olmak üzere başkaca kamusal kaynaklar sermayeye kaynak aktarımı aracı haline dönüştürülmüştür. Büyük sermaye bu dönemi kazançla atlatırken işçi ve emekçilerin payına ise; hayat pahalılığı, işsizlik, gelirlerinin azalması ve yoksulluk düşmüştür.
Şimdi ise adına yeni dedikleri ekonomi politikaları uygulanmaya başlanmıştır. Bu politikanın özü ise yüksek faiz politikası ile kamunun yüksek faizle piyasaya borçlanmasıdır. Bu borçlanmanın kararını siyasal iktidar vermiş olsa da ödeyecek olan işçi ve emekçiler olacaktır. IMF programı olarak bilinen bu politikanın iki temel kuralı vardır. Kamu gelirlerini artır harcamaları azalt. Kamu gelirlerini arttırmanın en önemli yolu vergi gelirlerini artırmaktır. Vergi gelirlerinin önemli bir bölümünü dolaylı vergilerin oluşturduğu göz önünde bulundurulduğunda iğneden ipliğe her şeyin vergisinin artacağı ve doğalında da fiyatlarının artacağı aşikar.
Diğer önemli bir husus ise kamu harcamalarını azaltmaktır. Kamu harcamalarının azaltılması ise en başta yatırımların, kamusal giderlerin azaltılmasıdır. Kamusal giderlerin başında kamusal hizmetler gelmektedir. Kamunun finanse ettiği sağlık, sosyal güvenlik, eğitim başta olmak üzere her düzeydeki kamusal hizmetin finansmanı daha fazla piyasalaşacaktır. Ücretler baskılanacak, artan enflasyon ile birlikte reel ücretler düşecektir.
Bu durum asgari ücretten, toplu sözleşmelere kadar etkisini gösterecektir. Sermayeye doğrudan teşviklerin de görece azalacağı bu dönemde başkaca araçlarla sermaye finanse edilmeye çalışılacak, bunun da en önemli adımı iş gücü piyasasının daha çok esnekleştirilmesi olacaktır. Yakın zamanda işçi ve sendikaların tepkisi ile geri çekilen esneklik ve kıdem tazminatına yönelik düzenlemelerin bu dönemde yeniden gündeme gelebileceğini söyleyebiliriz.
Özetle, siyasal iktidarın eski ve yeni politikalarının özü aslında aynıdır. Adına acı reçete denilen bu politikaların acısı işçi sınıfı ve emekçilere, tatlı kısmı ise sermayeye düşmektedir. Tercihler sınıfsal olduğuna göre mücadele de buna uygun olmak zorundadır. Saldırının daha büyük olacağını göz önünde bulundurduğumuzda, işçi sınıfı ve emekçilerin bunu boşa çıkaracak mücadelesinin de aynı ölçüde büyük ve birleşik bir karaktere sahip olması kaçınılmazdır.”