Mîna Acer’in dil sevdası onu hem Kürtçe ile buluşturur hem şiirle. ‘Kulîlkên Mala Mirîyan’ uzun bir rüyanın gerçekleşmesi gibidir. Acer, ‘Neden Kürtçe rüya görüp Türkçe yazacaktım ki?’ diyor
Selman Çiçek/Diyarbakır
Mîna Acer’in ilk şiir kitabı Kulîlkên Mala Mirîyan, hem çocukluktan günümüze taşıdığı duyguların hem de Kürt dili ve edebiyatına olan ilgisinin izdüşümü. Şiirsiz bir yaşamı soğuk ve eksik olarak tanımlayan Acer’in şiirlerinin bir diğer özelliği ise kadınları anlatmasıdır. Kadınların yaşam, umut ve ölüm ikilemlerini oldukça başarılı bir dille şiirlerini taşır. Acer ile şiirlerinin serüvenini ve ilk kitabı Kulîlkên Mala Mirîyan’ı konuştuk.
Şiir ile olan serüveniniz nasıl başladı?
Çocukluğumdan beri şiir hayatımın bir parçasıydı. Şiir yazmadan bir yaşam soğuk ve eksik olurdu benim için. Çocukken ne zaman küsseydim ya da kendimi iyi hissetmeseydim köydeki evimizden uzaklaşıp tek başıma oturur, varoluşun ağırlığını hissederek sözcüklerimi bir dengbêj ve bir kilam gibi söylerdim. Babam o dönemler çok dengbêj dinlerdi, Mahmudê Hesê’nin sesi, özellikle Delal kilamı, hep kulaklarımda çınlardı. Babamın bir odası vardı orada sadece misafirlerini ağırlardı. Bir sabah odadan dengbêj “Fadilê Kufragî’nin sesiyle uyanmış kılamda kendini asmış karısının ismini adeta haykırıyordu. Odaya gittim ve babama sordum bu kim diye? O günden sonra babam onun ve oralarda geçen çoğu hikâyeyi anlattı bana. En çok kadın hikâyeleri beni etkilerdi. Böyle bir coğrafyada yaşayıp hiçbir şeyden bihaber yaşayamayacağımı anlamıştım artık. Lakin kendi ana dilimle yazmak istiyordum. Neden Kürtçe rüya görüp Türkçe yazacaktım ki? Buna anlam veremiyordum. Zaten köydeki çoğu arkadaşım bana “Sen bizim gibi değilsin” diye darılırlardı hep. Belki de haklılardı. Çünkü onlar oyun oynarlarken ben babama beni “Mahmûdê Hesê’nin evine götür” derdim. Daha 13 yaşındayken bir Tarkovski filmi olan Ayna ile tanışmıştım ki zaten o dönem hayatımızda yalnızca TRT 1 olduğu için hepimiz bir nevi o filmi izlemek zorunda kalırdık. “Belki de bu zorunluluktan olsa gerek, o zamandan beridir tüm aynalarda kendi yüzümü aramaya başladım ve o gün bu gündür yüzümü hiç bir aynaya ait hissetmedim diyebilirim.
İlk şiir kitabınız, şiirlerinin kitap haline gelme süreci ve hikâyesinden bahsedebilir misiniz?
Yaklaşık 15 sene olmuştu şiir yazalı. Fakat hiçbir zaman tam olarak kendimi hazır hissetmiyordum. Bu süreçte Kürt yazar-şair Yıldız Çakar ile tanıştım Diyarbakır’a yerleştikten birkaç sene sonra. Kendisi ile sık sık görüşme fırsatı bulup şiir ve edebiyat üzerine derin sohbetlerimiz olurdu. Bir kadın yazar olarak kendisinden de ilham aldığımı buradan belirtmek istiyorum. Ben yazdığım şiirleri kendisiyle paylaşırdım ama kendisi şiir konusunda ince eleyip sık dokuyan bir yazar olduğu için “Biraz daha bekle şiirlerinin olgunlaşması için.” derdi. Şimdi daha iyi anlıyorum şiir yazmanın ipliğe inci tanesi dizmekten bir farkı olmadığını. Tabii bu edebiyat ve şiir sohbetlerinden yaklaşık 15 yıl sonra ilk dosyayı kendisine yolladım. Yazar-şair Yıldız Çakar yayımlanma zamanının geldiğini onayladıktan sonra Yazar-şair Cemil Denli’ye yolladım dosyamı. Daha sonra kitap Lîs Yayınları’ndan çıktı.
Kitaba gelirsek isimden başlarsak ‘Kulîlkên Mala Mirîyan’ ismini neden seçtiniz, hikâyesi nedir?
Kitabın ismini şiirlerin içeriği belirledi. Şiirlerimin teması, zaten ölüm, kadın ve kadın hikâyeleri, yıkılan umutlar… Onun için kitabı içeriğinden ayrı koymak olmazdı. İçimde yıkık bir ev vardı bahçesindeki çiçeklerin kuruduğu… Ve karanlıkta bırakılan kendi dilim.
Şiirlerinizde neyi haykırmak istediniz, hangi duygulara tercüman oldunuz veya kimin sesi oldunuz?
Şiirlerimde önce annemin ve sonrasında çevremde tanık olduğum kadınların acılarına ses olmak istedim. Dünyadaki tüm kadınların kapı arkalarında boğulan sesleri, sesime karışıp bu kapıya dayandı ve şiirlerimde hayat buldu.
Şiirlerinizde günümüzde kadınların yaşadıklarını gördük ve hissettik. Bu konu hakkında ne söylemek isterseniz?
Çok geniş bir perspektifte ele almak lazım aslında. Ataerkil toplumumuzda daha doğmadan kadın kimliğine zaten biçilmiş çeşitli misyonlar ve roller var. Doğduktan sonra da bir kadın olarak bütün ömrün toplumun sana biçtiği bu rolleri yaşamakla-dayatmakla geçiyor. Kadın kimliğin patriarkal toplum tarafından biçilmiş normlara uydurulmak için her türlü fiziksel ve psikolojik cinsiyetçi şiddete maruz kalıyor… Bir süre sonra artık kadının kendisi bu mantaliteyi içselleştirip devam ettiriyor. Çünkü bizim coğrafyada normun dışına çıkmak, birtakım bedelleri de göze almak anlamına geliyor. Örneğin şiirin kendisi bile erilleştirilmiş ve kadın şimdiye kadar ancak şiirin “pasif objesi” olabiliyordu. Hele ki Kürt edebiyatı gibi marjinalleştirilmiş bir halkın edebiyatında kadın kimliği daha fazla aşılması gereken yapısal sorunlarla karşı karşıya geliyor. Bütün bu sarmalın içinde kendi deneyimlerimden ve gözlemlerimden yola çıktım, kendi yaşadıklarımdan, sonra da bu coğrafyadaki diğer birçok kadının kadın kimliğinden dolayı maruz kaldığı her şeye ve bununla beraber doğan acılarına, kendi şiirlerimde yer vermek istedim. Şu yaşadığımız 21. yüzyılda bu coğrafyada kadın hâlâ her türlü şiddete maruz kalıyor, kendi ruhu ve bedenine dair kararlar erkek tarafından veriliyor ve yine kendi yararına kadını düşüncenin nesnesi haline getiriliyor. Böyle sürekli bir şiddet ortamında birçok kadının sesi sadece dört duvara çarpıp yine içlerindeki ceviz kabuğuna saklanıp kendi acılarıyla baş başa kalmaya zorlanıyor, kalıyor. İşte şiir bu noktada bir yakarış olarak imdadına yetişiyor. Benim şiirlerim kadının ve dilin yakarışıdır.
Hayatın her alanına sirayet etmiş erkek egemen toplum karşısında bir kadın şair olarak güçlü bir şiir kitabıyla yer aldınız. Kadın ve edebiyat, kadın ve şiir metaforundan yola çıkarak kadının edebiyat ve şiirdeki yeri nedir, zorlukları nedir?
Kadınlar her alanda olduğu gibi şiir alanında güçlü çıkışlar yakalıyor. Kadınlar artık şiirin özneleri haline geliyor. Dünya edebiyatında Wolf, Sylvia Plath, Agatha Christie, Ursula K.Le Guin, Ferruhzad; Kürt edebiyatında Yıldız Çakar, Xelat Ehmed; Türk edebiyatında Aslı Erdoğan ve Tezer Özlü var. Saydığım yazarların kalemleri, en çok beğendiklerim arasında başlarda gelir. Ayrıca örneğin Ortadoğu coğrafyasında kadın şiir yazarken otosansür mekanizmalarına hangi derecede yakalanıyor? İlgimi çeken başlıca sorunlardan biri şiir alanında. Bence bu üzerinde durulması gereken bir konudur. Bir önceki cevapta bu mekanizmalara kısaca değinmiştim ve bir de işin içselleşmiş cinsiyetçilik kısmından da söz etmiştim… Mesela kadın şiir yazamaz, ancak nesnesi olabilir tezi gibi… Ve kadın bilinçaltının bunu benimsemesi…
Dil sevdası ve şiir
Mîna Acer’in ilk şiir kitabı Kulîlkên Mala Mirîyan Lis Yayınevi aracılığı ile şiir severlerle buluştu. Derik’te doğan Acer, ilk ilkokulu bitirdikten sonra Diyarbakır’a yerleşir. Kürtçeye olan ilgisini Diyarbakır’da bulduğu imkânlarla geliştirmek ister. Kürdi-Der’de başlayan Kürt dili serüveni dil hocalığına kadar yükselir. Acer, ayrıca çocukluğundan beri yazdığı şiirleri daha iyi dokumak için Kürt dili ve edebiyatına da yakından ilgi duyar. Mevcut eğitim kalıpları yerine 3 yıl boyunca Cegerxwîn Akademisi’nde Kürt dili ve edebiyatı eğitimi alarak Kürt diline olan sevdasını edebiyat ile buluşturur.
Sosyoloji ve Sosyal Hizmetler okuyan Acer şu an İstanbul Üniversitesi Çocuk Gelişimi bölümü okumakta.