Kapalı bir ekonomi, despot-faşist bir rejim ve yayılmacı anlayışı ile geminin karaya oturacağı aşikâr (idi). Bu anlamda AKP-MHP koalisyonu aslen bitmiştir. Ancak alternatif bulunana kadar sorunlu çiftler gibi bir arada kalacak gibi
Cengizhan Kaptan*
Geldiğimiz noktada belirsizlikten yıkıma gitmekte olan bir ekonomi, yok hükmünde ve neredeyse önüne gelenin istediğini yaptığı, alt mahkemenin Anayasa Mahkemesi’ne ‘racon kestiği’ bir adalet sistemi, kaotik, baskıcı, yayılmacı bir politik sistem ve bu yayılmacılık ile ekonomik durumun çelişkilerinin iyice belirginleştiğini görüyoruz. Sistem içinde şimdilik tam açığa çıkmayan ama ateşin dumanının göründüğü bir yangın var. Bu arada hala savaşa, savaşlara da finansman lazım; Afrin için harcanan mermi fiyatları malum! Tabi Afrin sonrası eklenen diğer coğrafyaları da unutmamak lazım…
Albayrak-Çakıcı
Albayrak’ın Instagram’dan teamüllere müthiş uyumlu(!) istifasından sonra dövizdeki düzeltme/düşüşün nedeni kanımca yabancı yatırımcının hükümetten öncelikle olumlu mesaj, akabinde de hızlı yapısal reformlar beklemesinden kaynaklandı. Zaten %4,75’lik faiz artırımı ile de alakalı olan bu beklenti, faiz artırımı sonrasında dövizi yeni seviyelerinde sabit tutabildi. Buradaki mesaj açıktır: yatırımcı, yatırım yapmak için kaotik olmayan, düzenli, yatırım yapılabilir bir ülke arar. Ek bilgi: Basel kurallarına istinaden, yatırım yapılabilir ülke statüsüne sahip olmayan bir ülkeye giriş yapan finansal sermayenin ayırması gereken kapital yüksektir. Türkiye’nin mevcut durumda yatırım yapılabilir ülke seviyesinde bir reytingi olmadığı için (minimum BBB- gerekli) yabancı yatırımcıyı çekmesi çok zordur. 2007-2008 finansal krizinde hükümet imajı kendince düzgün tuttuğu için ve kriz global etkide olup bir de Kazakistan vs. gibi benzer ülkelerde finansal sistem çöktüğü için (örnek: Bank Turan Alem’in batması ve devletin borçları üstlenmemesi) Türkiye o ve benzeri yıllarda yatırım çekebilmiş ve reytingi yatırım yapılabilir seviyelere çıkmıştı. Kapital dünyası makyajları sever; makyajın sakladığı ile pek ilgilenmez.
Albayrak sonrası siyasi tabloya baktığımızda ise ‘felaket’ tabir edilecek hamleler görüyoruz. Yukarıdaki ekonomik nedenden ötürü yapısal/yargısal reform yapacağını duyuran Erdoğan’a karşı bir hamle MHP tarafından geldi. Ancak doğrudan değil, CHP üzerinden yapıldı bu. Siyasi tarihte organize suçlardan hükümlü birisi, CHP liderini hakaretlerle tehdit etti ve MHP lideri de bu kişiye alenen sahip çıktı. Buradaki hedefin Erdoğan’a ‘yargı reformu yaptırmam’ mesajı olduğunu da düşünmek gerekmez mi? Erdoğan’ın tam da reformları duyurduğunu ve birden fazla kez yatırımcıya yatırım çağırısı yaptığını düşünürsek, bunun Erdoğan’a soğuk duştan da fazla bir etki yaptığını söylemek gayet mümkün.
Diğer yandan kritik dönemlerin kritik figürü Bülent Arınç, televizyona çıkıp tekrar Kürtlerin dostu olmaya başladı bir anda. Kavala’nın hala tutuklu kalmasına hayret ettiğini söyleyip üstüne bir de Demirtaş’a değindi ve Demirtaş’ın da serbest kalabilmesinin mümkün olabileceğine değindi. Hayranlıkla izledim(!) Üstüne de Demirtaş’ın kitabının okunmasını tavsiye etti ki Demirtaş sevilsin ya da sevilmesin, kitabı vesilesi ile Kürtlerin ve dramlarının anlaşılacağını dile getirdi. Bunun yanısıra çözüm süreci diye bilinen sürecin hükümet kanadındaki aktörlerinden Efkan Ala’nın da AKP Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı’na atandığını ekleyelim.
Sorunlu çiftler
Bunlar tam nereye gider bilinmez ama dün bir dostumla da sohbet ederken bir konu kendini zaten öne çıkardı: AKP, özellikle Erdoğan, siyasete dönmek istiyor. MHP’nin faşizan, militarist yaklaşımı ve AKP’nin buna epeydir tam boyun eğmiş görüntüsünden sıyrılmak hatta kurtulmak derdinde gibi kendisi ve partisi. Ne ekonomi ne de politika kaldırabiliyor bu yükü artık ve bile bile lades midali bu yönde ilerlendi yıllardır. Kapalı bir ekonomi, despot-faşist bir rejim ve yayılmacı/işgalci bir eylem anlayışı ile geminin karaya hem de bodoslama bir biçimde oturacağı aşikâr (idi). Bu anlamda AKP-MHP koalisyonu aslen bitmiştir. Ancak alternatif bir yapı bulunana kadar sorunlu çiftler gibi bir arada kalacak gibiler gene de.
Nihal Atsız ittifakı
Karaya oturmakta olan geminin hiç olmazsa olduğu yerde demirlemesine ve yakıt takviyesi yapıp yeni bir ikinci kaptan bulunması çabası şeklinde bir döneme girilmesi bundan. Dövizin sabitlenmesi ve faiz artırımına rağmen hafiften yukarı tırmanış sinyali vermesi de yatırımcının beklentisine dair işaret veriyor. ‘Büyü ya da öl’ prensibi ile ve bu büyümeyi üretimdeki verim artışı ile değil nüfus gücü ile yapmaktan öteye gidemeyen bir ekonomik sistemin tek yapabileceği borçlanmak ve tekrar borçlanmak. IMF’ye olan borcu kapatanların özel sektörü yarım trilyon dolar borçlandıran bir ekonomik sisteme imza atmış olduğu bir yapıdan bahsediyoruz. Acı reçete ise işçiler, köylüler, emekçiler, sömürülenler için var! Eğer bu yapısal değişiklikler yapılmaz ise tekrar bodoslama bir şekilde karaya yanaşacak gemi. Tabi yapısal değişikliklere rağmen de karaya oturma sinyallerinin de epey güçlü olduğunu gözardı etmememiz gerekiyor.
Velhasıl, önümüzde siyasetin güçleneceği bir dönem başlıyor gibi. CHP’nin faşizm ile barışık politikası tüm hızıyla devam ederken, İYİ Parti’nin de nasıl bir rol alacağını göreceğiz. Gerçi İYİ Parti ile CHP gayet iyi anlaşılıyorlar. En son olarak, ırkçı-kafatasçı Nihal Atsız’ın isminin Maltepe’deki bir parka verilmesi İYİ Parti ve CHP’li İBB tarafından onaylandı. Ne diyelim: Türkçü faşizme armağan olsun! Bu şekilde devam eden bir muhalefeti(?) bir gün AKP ile koalisyon yaparken görürsek şaşırmamamız gerekiyor. Almanya’da yıllardır merkez sağ ve merkez sol ‘Büyük Koalisyon’ olarak birlikte yönetmişlerdi ülkeyi; neden siyasal İslam ile faşizme destek çıkan bir parti de Türkiye koşullarında ‘büyük’ bir koalisyon yapmasın? Tabi, reform makyajı ile. Üstü derhal çizilecek bir olasılık olarak göremiyorum. Ancak, Türkiye seçim sürecine girmişe benzer ve seçim sonrası çıkacak tablonun da bunları belirleyeceği muhakkaktır.
‘Seçmenleşmiş’ kitle
Özbilinç ve toplumsal bilinç konuları ise, bize bu olanları düşünmek, bunların iç ve dış bağlantılarını anlamaya çalışmak gibi ödevler yüklüyor. Bu ödevler delege edilecek görevler değildir; her bireyin üzerinde durması ve anlamak için çaba sarfetmesi gereken konulardır. Atomlaşmış, akışkanlaşmış bir toplumun bir göstergesi de yurttaşlığını yitirmiş, sadece ‘seçmen’leşmiş kitlelerdir. Başkalarına ‘Ne yapacağız’ diye sormak ya da ne yapılacağını başkalarına tamamen devretmek ‘seçmen’ fonksiyonunun ötesine geçemeyen bir iradeyi gösterir. HDP, bir dönem, özellikle yerel yönetim çalışmaları ile bunun ötesine geçen bir toplumsal ve bireysel iradeyi gösteriyordu.
Özbilinç/toplumsal bilinç
Ne olacağını, tam olarak ne yapılacağını bilmek mümkün değildir. Ancak ne yapılmayacağını, süreçte ilerlerken yapılan hataları değerlendirip yeni hareket alanları tanımlamak tam da bu özbilinç ve toplumsal bilince gereksinim duyar. Popüler bir dizi hakkında olumlu-olumsuz değerlendirmelerin dahi fanatizm sınırlarında gezinen tartışmalar yarattığı toplumlarda, siyaset konusunda tartışmaktan uzak kitleler (özellikle Türklerin ağırlıklı nüfus oluşturduğu yerlerde) toplumun bilinçaltında ‘seçmen’ rolünden hoşnutluğunu göstermektedir.
Sorumlu bireysel ve toplumsal davranış, düşünceleri, arzuları, talepleri siyasi iradeye yansıtabilmektir. Örneğin, AKP ile koalisyon istemeyen bir başka partili ve partililer bunu kendi partilerine güçlü bir biçimde yansıtabilmelidirler. Keza, faşistlerin ismini parka verenlere oy verilmeyeceğini açık açık göstermelidir başka partililer. Özbilinç ile toplumsal bilincin uyuşabilmesinin koşullarından birisi de budur: talepleri toplumsal bilinçte yer bulmayan özbilinç, bunun üstüne şiddet, baskı görürse en hafif şekli ile nevrotik bir yapı geliştirir.
Yeni mürettebat…
Katılımcı olmak, iradenin öznede de toplumda da görüleceği sağlıklı bir zeminin vazgeçilmez bir koşuludur. Dolayısı ile sorun, faşizmle uzlaşacak her adımı kesin bir şekilde reddeden bireysel ve toplumsal iradeyi ortaya koyabilmek ve faşizmi sonlandırmaktır. Bu anlamda HDP’ye belki de her zamankinden daha fazla sorumluluk düşmektedir. Ancak bu sorumluluk sadece HDP’ye düşme şeklinde değil bahis konusu bireysel ve toplumsal bilinç sorumlulukları temelinde ele alınmalıdır. HDP ve toplumsal muhalefet fonksiyonu üstlenen birey ve toplumlar ‘seçmen’ statüsünde kalıp sonradan eleştirme hakkına sahip olsalar da bu eleştirilerin adımlar atıldıktan sonra yapılmasının pek bir faydası olmayacağını akılda tutmamız gerekir. HDP’nin kucaklayıcı, büyük işler yapmasını diliyorum bir birey olarak. Çünkü epey yakında HDP’nin ve Kürt siyaset temsilcilerinin de kapılarının çalınacağı ufukta görülüyor (henüz çalınmadı ise).
Son söz: Bazen geminin karaya oturması gayet iyidir! Yeni mürettebat ile yeni ufuklara yolculuklara çıkılmasına yol açar bu ‘kaza’lar.
*Akademisyen