Gazetemize konuşan avukatlar, ırkçılık davalarında yargının cezasızlık politikasını değerlendirdi
Yadigar Aygün
Türkiye’de her geçen gün ırkçılık, ayrımcılık, ötekileştirme politikaları artıyor. Bu coğrafyanın kadim halklarından olan Kürtler, Ermeniler, Rumlar, Süryaniler ve diğer halklar ırkçı saldırılarla karşı karşıya. Sakarya’da, Yozgat’ta Kürt mevsimlik tarım işçileri ırkçı saldırıya maruz kaldı. Afyon’da Kürt inşaat işçisi Özkan Tokay öldürülürken 2 inşaat işçisi yaralandı. Samsun’da 16 yaşındaki Suriyeli işçi ırkçı saldırı sonucunda öldü. Irkçılığın ve ayrımcılığın giderek arttığı bugünlerde ise yargı, ırkçılık ve nefret suçlarına yönelik davaların çoğunda “Benim Türküm yapmaz” anlayışıyla suçu örtbas ederek, cezasızlık politikası uyguluyor. Gazetemize konuşan avukatlar ırkçılık davalarında cezasızlık politikasının uygulandığını kaydetti.
Taraflılık söz konusu
Avukat Gülizar Tuncer, ırkçılık ve nefret söylemi kapsamında açılan dosyalarda yargı organlarının resmi ideoloji doğrultusunda karar verdiğini söyledi. Tuncer; yargının eşit, adil, her yurttaşın hakkını kapsayan kararlar vermediğine dikkat çekti. Tuncer, “Resmi ideolojiyle sınırlanan çerçevenin dışına çıkmıyor. Yargı, zaten geçmişten bugüne var olan bu ırkçı, faşist söylemlerle hareket edenlerin ya da bu tarz saldırılarda bulunanların yanında yer alıyor. Şu anki mevcut devlet düzeninin, devlet sisteminin tarihsel süreç içinde edindiği geleneksel reflekslere uygun davranıyorlar. Dolayısıyla verdikleri kararlara bu doğrudan yansıyor. Şikâyette bulunduğumuz dosyalarda da hep bir taraflılık söz konusu oluyor. Olumlu nitelenen dosyalar pek fazla olmuyor. Yargı organlarının verdiği kararlar mevcut hak ihlallerinin daha çok artmasına, defalarca tekrarlanmasına sebep oluyorlar. Suça teşvik ediliyor. İnsanlar görüyorlar ki kendilerine yönelik herhangi bir olumsuz karar çıkmıyor. Suçlular beraat ettiriliyor. Bu şekilde hak ihlalleri artarak devam ediyor” dedi.
Irkçılık devletin kodlarında
Yaşanan katliamları hatırlatan Avukat Tuncer, devlet kodlarına sinmiş ırkçılığa, ayrımcılığa, ötekileştirilmeye dikkat çekti. Tuncer, “Bu ülke 1915 yılında Ermeni Soykırımı’nı daha sonra Pontus Rumlarına yapılan katliamlar, Kürtlere, Süryanilere, Keldanilere yönelik katliamlar gerçekleştirdi. Bu devlet katliamlar üzerine kurulan bir devlet. Osmanlı’dan bugüne Osmanlı’dan devraldığı bu geleneği sürdüren bir devlet. Dolayısıyla ırkçılık ve nefret söylemi davalarının sümen altı edilmesi çok şaşırtıcı değil. Eşit yurttaşlık diye bir şey hiçbir zaman olmadı. Kimliklerinin numaralarından tutun da askere alınma olaylarında belirli devlet görevlerine getirilme konusunda düşündüğümüzde hep bir ayrımcılık söz konusu oldu. Irkçılığa maruz kalan kesimler hep katledilen, hor görülen, aşağılanan, ezilen konumda oldukları için bir eşit yurttaşlık talepleri dahi olamadı. Onların yaşam hakkı bile hep tehlikede oldu. Devletin kodlarına sinen bir ırkçılık, ayrımcılık, milliyetçilik, Türk-Sünni üzerinde yükselen bir anlayışı var. Bu zihniyet devam ettirildiği için zaten eşit yurttaşlık olması hayal. Onun mahkeme kararlarına yansıması da çok doğal bir süreç oluyor. Şu anki siyasi anlayışla değişmez ancak siyasi iktidar değişikliğinin ve toplumsal zihniyetin değişmesi gerekiyor” dedi.
Eşit yurttaşlık hakkına aykırı
Mardin’den Sakarya’ya çalışmak için giden 16 Kürt işçisine yönelik ırkçı saldırı gerçekleşmişti. İşçilerin avukatı Avukat Kemal Erdem, ırkçılık ve nefret söyleminden dava açılmadığına dikkat çekti. Erdem, “Mardin Barosu adına Sakarya’daki Kürt işçilere yönelik dosya ile ilgileniyoruz. Maalesef dosyada ırkçılığın adı geçmiyor, nefret söylemine dair bir soruşturma işlemi yapılmadı. Dosya sadece ‘basit yaralama’ suçu üzerinden yürütülüyor. Dosya ne bir tehdit, ne bir hakaret ne de TCK 122. Madde bağlamında nefret ve ayrımcılık suçu olarak ele alınıyor. Bizi zaten kıran durum da budur. Savcılık bu anlamda soruşturma yürütmüş olsaydı bizim en azından geleceğe dair umutlarımız devam ediyor olacaktı ama maalesef dosyamızda böyle bir durum söz konusu dahi bile edilmedi. Eşit yurttaşlık kavramı ile çelişen bir durum söz konusudur. Türkiye’de yaşayan diğer milliyetlere mensup yurttaşlar kendilerini güvende hissetmiyorlar diyebiliriz. Bu anlamda eşit yurttaşlık tartışması yapılmalıdır. Türkiye’de yaşayan Kürt yurttaşlar, ırkçı saldırılardan dolayı herhangi bir ile gidip çalışamayacak durumda” diye belirtti.
Savcılar tenezzül etmiyor
Avukat Erdem, ırkçılık ve nefret söyleminin TCK 122. maddesine göre suç olduğunun altını çizdi. Pek çok davanın ırkçılık, nefret söylemi suçu olmasına rağmen bu kapsamda yürütülmediğini söyledi. Erdem, “Sakarya’da işçilerin davasında ve bölgenin genelinde aynı durum söz konusudur. Daha önce takip ettiğim bir işkence dosyası var. Bu işkence dosyalarının temelinde nefret söylemi ve ırkçılığın yattığını söyleyebiliriz ama maalesef bu kapsamda dava yürütülmedi. Diğer ırkçılık davalarında da hep aynı sonuç ile karşılaşıyoruz. Cumhuriyet savcıları ırkçılık ve nefret söyleminden dava süreci yürütmeye tenezzül bile etmiyor. Devleti kendi gücü bilen insanları muhafaza etmek adına savcılar soruşturma bile açmıyor. Türkiye’de Kürt olmanın sorumluluğu ve bir yaptırımı var. Belirli bedeller ödeniyor” diye konuştu.
Mülteciler adalete erişemiyor
Mülteci hakları alanında çalışan Avukat Şahin Berber, toplumda herkeste hakim olan bir ayrımcılık hali olduğunu söyledi. Berber, mültecilerin temel haklarına ve adalete erişim konusunda sıkıntılar yaşadığını belirtti. Berber, “Bu özellikle ırkçılık ve ayrımcılık Suriyelilere yönelmiş durumda. Mülteciler savaştan kaçıp Türkiye’ye geliyorlar, belirli bir statü altındalar. Belirli bir hakları var. Ayrımcılık, ırkçılık yüzünden sağlık, eğitim, adalet gibi haklarından yararlanamıyorlar. Mülteci ve göçmenler devlet kurumlarına gitmekten çok korkuyorlar. Aşağılandıklarını düşünüyorlar ve yetkili kurumlardan çekiniyorlar. Çocuklara koruma kararı çıkarmamız gereken durumlarda hakimler koruma kararlarına çıkaramama eğiliminde oluyorlar. Bir sağlık tedbir kararı bile çıkarmak gerektiğinde bile zorlanıyoruz. Hakimden şöyle bir cümle duydum: ‘Bakmayın siz bunların parası olmadığına hepsinde para var ya’ hakimden beklenmeyecek bir tavırla karşılaştım” dedi.
Kimi davalar kapatılıyor
Avukat Berber, mültecilerin adalet kurumlarında yaşanan ayrımcılık ve ırkçılıktan kaynaklı olarak adalet mekanizmalarına başvurmadığını vurguladı. Berber, “Mülteci ve göçmenler adaletten mahrum kalıyorlar. Çalışma hayatında ucuz iş gücü olarak görülüyor. SSK’siz az maaşla çalıştırılıyor. Çalışma hayatında maaşlarının verilmediği oluyor ‘Nasıl olsa adalete başvuramayacak’ diye. Kimi dosyalarda hakim, savcı sonuna kadar gidiyor. Kimi davalarda kapatmaların olduğunu görüyoruz. Mahalle kavgalarında şunu gördüm. Polisler daha çok göçmen ve mültecileri gözaltına alma eğilimde bulunuyorlar. Göçmenler gözaltına alındıklarında idari bir durum olarak valiliğe bildirilmesi gerekiyor. Genelde valiliklerden sınır dışı kararları çıkıyor. Bir mahallede saldırıya uğrayanlar mülteciler ve göçmenler bile olsa sınır dışı ediliyor. Bu yüzden şikâyet de etmekten çekiniyorlar” diye konuştu.
Irkçılık öldürüyor
İHD’nin “2019 İnsan Hakları İhlalleri Raporu”na göre 2019 yılı içerisinde bir kişi ırkçı saldırı, beş kişi de LGBTİ’lere yönelik saldırılar sonucu yaşamını kaybetmiş, 27 kişi de uğradıkları nefret saldırıları sonucunda yaralanmıştır. Buna karşın nefret suçlarındaki gerçek verilerin İHD’nin ulaşabildiği verilerin ötesinde olduğu görülmektedir. KAOS GL Derneği’nin Mayıs 2020’de yayınladığı “Homofobi ve Transfobi Temelli Nefret Suçları Raporuna” göre homofobi ve transfobi temelli nefret suçlarında asıl veriler çok daha yüksektir. Bu rapora göre, sadece 2019 yılı içerisinde 150 nefret suçu vakası yaşanmıştır. 2020 yılında sadece İHD’nin tespitlerine göre 14 ırkçı saldırı olayında 3’ü Suriyeli çocuk olmak üzere 7 kişi öldürüldü. Söz konusu vakalarda en az 32 kişi de yaralandı.