Toprağa düştü. Cansız. Karanlık bir grup insan kimse bilmesin, bulamasın diye aysız bir gecenin karanlığında toprağın altına koydular. Gizlilik konusunda yanıldılar: Öylesi bir kalabalık vardı ki, onları izleyen. O kalabalık sessizce bekledi. Önce ortalık sakinledi, biraz da zaman geçti.
Toprağın altında sonsuz uykusunda yatanın etrafını bir ayin düzeni içinde çevirdiler. Birbirlerine yardım ederek cansız bedene yerleştiler. İlk gelenler, sonradan gelenlere yardımcı oldu. Herkes ihtiyacı kadar aldı. Fazlasını istiflemedi. Beslendiler.
Cansız yatanın can verdiği bu kalabalığın bir kısmı zamanı geldiğinde kendi varoluşunu sağlayan cansızdan taşıdığı bir tözle yeryüzüne çıktı. O kadar çoktular ki… Yeryüzündeki izlerine bakarız birazdan. Toprağın altında kalanlar da bir yola düştü. Henüz filizlenecek bir ıhlamur ağacının ya da bir ceviz ağacının ya da bir yaban gülü fidesinin hayatına katkı sunmak gibi bir görevleri vardı.
Taşıdılar topladıkları tözü. Kök olacak filizlerin ucuna bıraktılar. Yağmur zamanını beklemeye gerek yok. Yağar, nasılsa. Yağmasa da öyle güçlü bir kanundur ki bu; o töz o filizi besler. Yeryüzüne çıkanlar bir koşturuş içinde, varlıklarının kaynağı olan cevher ya da töz de içlerinde, kısa ömürlerini sürdüler. Bir kelebek ya da bir arı ya da bir peygamber devesi toprağın üstündeki bu cevheri aldı. Kendince taşıdı. Töz ya da cevher, içindeydi. Rüzgârı beklemeye gerek yok.
Eser, nasılsa. Esmese de öyle güçlü bir kanundur ki bu; o cevher o çiçek tohumunu besler. Katilin toprağa gizlice bıraktığı beden, kendiliğinden oluşan bir rıza ile alınan ve taşınan o tözle papatya tarlasına dönüşür. Bir ceviz ağacının cevizlerinin içinde kıvrımını oluşturur. Bir kelebeğin bazen çıktığı kozasının içinde toprağa yeni görevi için geri döner, bazen de kelebekle birlikte konduğu her yeşile bir parçasını bırakır. Arı o çiçekten bu çiçeğe konarak tözü bir daha bir daha döller, çoğaltır.
İşte bu yüzden siz siz olun, yol kenarındaki bir tutam gelinciğe, papatya tarlasına, beton arasından fışkırıveren mineye, ağaca, çayıra dokunun. Dokunduğunuz Hasanlardır, Mehmetlerdir, Ferhatlardır, Hayrettinlerdir. Bugün tam yedi yüzüncü defa Hasanların, Hayrettinlerin, Ferhatların, Mehmetlerin anneleri (Ah! O anneler de mine oldu, ıhlamur oldu, bir dalın içinde) yakınları “Oğlumu verin, veremiyorsanız kemiklerini verin” demek için Galatasaray meydanında buluşuyor. Gelin, ama çiçek getirmeyin Cumartesi Anneleri’ne.