TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı ile koronavirüs salgınını konuştuk: Türkiye’nin her yerinden alarm veriyor sağlık sistemi. Servislerde yer yok. İnsanlar yoğun bakım yatak sırası bekliyor
Gülcan Dereli
Dünyayı etkisi altına alan küresel salgın yeni tip koronavirüs (Covid-19) can almaya devam ediyor. Dün Worldometer web sitesinde yer alan bilgiye göre dünyada şimdiye kadar toplam 1 milyon 365 bin 965 kişi yaşamını yitirdi, 57 milyon 258 bin 307 kişi ise virüse yakalandı. Türkiye ve bölge kentlerinde ise yapılan resmi açıklamalara göre önceki gün 123 kişi daha yaşamını yitirdi, 4 bin 542 yeni hasta tespit edildi. Böylece toplam vefat sayısı 11 bin 943’e, hasta sayısı ise 430 bin 170’e yükseldi. Ancak hükümetin resmi açıklamalarının gerçeği yansıtmadığına dair birçok bilim insanı görüş bildiriyor. Koronavirüsün artarak yayılmasının nedenlerini, alınması gereken önlemleri ve sağlık çalışanlarına yönelik artan şiddete kadar birçok konuyu Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı ile konuştuk.
TTB koronavirüs sürecinde toplumun güven duyduğu kamusal bir meslek örgütü olarak öne çıktı. Özellikle şeffaflık, salgın sürecini meslek örgütleri ile eşgüdüm içinde yürütmek, verilerin güvenliğine dair şüpheleri gidermek konularında sık sık açıklamalar yapıldı, yapılıyor. Bu hükümet cenahında ne kadar karşılık buldu sizce?
Sanki bir karşılık bulmuyormuş gibi görünse de açıklama yapmaya zorlandıklarını düşünüyorum. Türk Tabipleri Birliği’nin Türkiye’de salgının başlamasıyla birlikte şeffaflık talebi, daha fazla test yapılması, taramaların yaygınlaştırılması talebi bize doğrudan bir yanıt olmamakla birlikte Sağlık Bakanlığı’nın yaptıklarını ciddi bir biçimde etkiledi. Görüyoruz bunu. Temmuz ayında biliyorsunuz tabloda bir değişiklik yapmışlardı ve verileri farklı bir biçimde paylaşmaya başladılar. Temmuz ayı itibariyle, o dönemde de Türk Tabipler Birliği Covid-10 İzleme Kurulu ile beraber bu işaret eden tablodaki hataları vurgulayan açıklamalar yaptı. Dolayısıyla bu tabloyu açıklamak zorunda bıraktı Sağlık Bakanlığı’nı. Sonrasında test sayıları ile ilgili tablonun ortaya çıkışıyla beraber Türk Tabipleri Birliği olarak bizler bu kez özellikle bu tabloyu yorumlayan ve bu tablo üzerinden testlerle ilgili gerçek oranların bu oranlar olduğunu söyleyen bir değerlendirme yaptık. 7. ay değerlendirmemizde Covid-19 İzleme Kurulu’yla ve bu kez vaka-hasta ayrımının ne olduğunu anlatmak zorunda kaldı. Kendilerince tabii ki. Sonuçta biz Sağlık Bakanlığı’nı şeffaf olmaya zorluyoruz. Şeffaf olmama konusunda bir direnç olduğunu biliyoruz. Ama bir zorunluluk hissediyorlar açıklama yapmak için her biz açıklama yaptığımızda ve yorumlama zorunda hissediyorlar. Ama eşgüdümde özellikle hem illerdeki pandemi kurullarında hıfzıssıhha kurullarında tabip odaları temsiliyeti, sağlık meslek örgütlerinin temsiliyeti ile ilgili bir direnç var.
Etkili bir temsiliyetten söz ediyorum. İmzaya getirilen belgeleri kastetmiyorum elbette. Bununla ilgili bir direnç olduğunu söylemek mümkün. Sağlık Bakanlığı ile iletişim için aylar sonra önceki konseyimize bir randevu vermişlerdi ve görüşmeler yapılmıştı. Merkez Konseyi’nin seçim sonrası yenilenmesiyle birlikte yeniden biz randevu talebinde bulunduk henüz bir yanıt alamadık. Bir direnç olduğunu görüyoruz.
Hekimliğin elbette hayati bir meslek olduğu biliniyordu ancak koronavirüs sürecinde bu herkesin belleğine daha da yerleşti. Ancak çalışma koşulları, kamusal sağlık hizmetlerinin özelleştirilmeyle daraltılması, virüs yükünün sağlık çalışanlarının sırtına yıkılması konusunda TTB sık sık açıklamalar yaptı. Siz nasıl bir manzara görüyorsunuz? Sahada durumu nedir?
Şimdi başından beri sağlık çalışanlarının özellikle risk altında olduğunu dile getirmiştik biz; meslek hastalığı olması konusunda da çabalar yürütülüyordu. Önceki konseyimiz görüştüğünde Sağlık Bakanı ile bunu dile getirmişti. Sağlık Bakanı da bunu meslek hastalığı olmasını ben de istiyorum ama benim sorumluluğumda değil gibi bir yaklaşım sergilemişti. Bu dönemde de biz gene meslek hastalığı vurgusu yapıyoruz. Kasım ayını özellikle buna ayırdık. Bütün odalar, Türk Tabipler Birliği Merkez Konseyi olarak, sağlık emek meslek örgütleri olarak topluca meslek hastalığı olması konusunda sesimizi daha da yüksek biçimde duyurmaya gayret ediyoruz. Sağlık bütçesi görüşülürken gündem oldu meslek hastalığı Meclis görüşmelerinde. Meclis’te de sesimizin duyurulması için tüm milletvekilleriyle ayrımsız görüşmeler yapıldı, dosyalar iletildi ve Türk Tabipleri Birliği logolu stikerler ilettik. Görünür oldu bütün bu taleplerimiz. Tabi nasıl bir süreç işleyecek, siyaset bunu nasıl değerlendirir hep birlikte göreceğiz.
Bir yandan Covid-19 ile beraber sağlık çalışanlarının, sağlık emekçilerinin ne kadar önemli olduğu ortaya çıktı ama bir yandan da sağlıkta şiddet hız kesmiyor. 2 gün önce filyasyon ekibine bir saldırı oldu. Hekimler yaralandı, sağlık çalışanları yaralandı. Sadece bu filyasyonda temaslı olmaları nedeniyle karantinada kalmaları gerektiği söylendiği için.
Sağlık kurumları ciddi sıkıntılar yaşıyor. Yük çok fazla, bunu kaldıramıyorlar. Yatak bulmakta zorlanılıyor. Servisler, yoğun bakımlar doldu. Burada yine zaman zaman sağlıkta şiddet manzaralarını gözlüyoruz. Çünkü vatandaş ne yazık ki sağlıktaki tüm aksaklıları sanki sağlık çalışanları sorumluymuş gibi değerlendiriyor ve sağlık çalışanlarına şiddet olarak yöneltiyorlar. Oysa vatandaşın burada sağlık çalışanları değil asıl olarak hükümetin ve Sağlık Bakanı’nın bu aksaklıklardan sorumlu olduğunu görmesi ve haklarını hükümetten talep etmesi söz konusu olmalı, bilinçli bir yurttaş sorumluluğuna ihtiyacımızı var bu noktada. Sağlıkta şiddeti önlemek, bunun meslek hastalığı olduğu konusunda yurttaşın destek vermesini sağlamak çok önemli. Yoksa alkışlarla, duygusal bir takım söylemlerle, yılı sağlıkçılar yılı yapmakla iş bitmiyor. Biliyoruz ki kadınlar ve çocuklar için çeşitli günler, yıllar ayrılıyor ama sonra çocuk istismarı artış gösteriyor. Kadınlar öldürülüyor, şiddete uğruyor. Dolayısıyla sözde değil eylemle kendini göstermesi gerekiyor sağlık çalışanlarına desteğin.
Sağlık Bakanı Yoğun Bakım Servisleri’nin doluluk oranını yüzde 65 olarak açıkladı. Ancak birçok kentte yoğun bakımlarda yer olmadığı belirtiliyor. Hastanelerdeki durum nedir? Bakan neye göre yüzde 65 oranını veriyor?
Bunların çok şeffaf bir şekilde paylaşılması gerekiyor ki planlama yapılabilsin. Ama şeffaflık yok. Dolasıyla biz ancak sahadan alınan bilgiler ve gözlemlerimiz üzerinden söyleyebiliyoruz. Burada da Sağlık Bakanı İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük iller diyor ama Türkiye’nin her yerinde bugün onu da kabul etmek zorunda kaldı. Türkiye’de genel olarak bir sıkıntı olduğunu dair bizim açıklamalarımızı kabul etmek zorunda kaldı. Türkiye’nin her yerinden alarm veriyor sağlık sistemi. Servislerde yer yok. Başka serviler için ayrılmış Covid-19 servisine dönüştürülüyor. Ve yoğun bakım yatakları dolmuş durumda. İnsanlar yoğun bakım yatak sırası bekliyor. Ciddi sıkıntılar var yoğun bakımlara ilişkin de. Şimdi bir takım oranlar veriyor Sağlık Bakanlığı, diyor ki işte bizim yoğun bakım yatakları doluluk oranımız yüzde 65. Ama bu arada yoğun bakım yataklarının bir kısmı yeni doğan, bir kısmı çocuk yoğun bakım, bir kısmı kardiyoloji yoğun bakım yatakları dolasıyla bunlar Covid-19 için uygun olan donanıma da sahip değiller. Bunların oranı nedir? Buna göre oran mıdır yüzde 65, açıklama son derece muğlak. Bunun yanı sıra özel hastanelerin yoğun bakım yatakları var ki neredeyse yarıya yakını yüzde 45 özel hastanelerin yoğun bakımlarıdır toplamın içinde. Bunlar ne durumda, bunları kullanıyor muyuz? Kullandığımızda vatandaşa bir ek ödeme çıkıyor mu? Hani çıkmaması gerektiğini ifade ediyor Sağlık Bakanı ama sahadan gelen bilgiler ücretlendirme yapıldığına dair pek çok özel hastanede. Dolayısıyla bununla ilgili bir sıkıntı var. Türk Tabipleri Birliği ilk salgın başladığı andan itibaren 2. Basamakta karşılayamazsınız salgını dedi. Koruyucu sağlık hizmetlerini güçlendirin. Salgını önleyin. Yoksa içinden çıkılmaz bir hal alır. Ve bugün geldiğimiz noktada görüyoruz ki tam da böyle bir tablo var ortada. Saha zor durumda ve sağlık çalışanları ciddi zorluklar yaşıyor. Acil servislerin bir kısım yataklarını yoğun bakıma dönüştürmeye çalışıyorlar bazı hastanelerde ama bu tabi ki uygun değil. Özellikle bu salgında özel donanımlı ortamlar olması gerekiyor yoğun bakımların. Bunlarla ilgili sıkıntılarımız var.
Salgın artarak devam ediyor. Bu konuda nereye gidiyoruz? Sonbahar ile birlikte artış olacağı uzmanlarca belirtiliyordu ancak ülke yaz mevsimindeyken artışla karşılaştı. Kışa girilirken daha da artmasından endişe ediliyor. Nasıl tedbirler alınabilir? Önerileriniz neler?
Aslında biz çok açık bir şekilde önerilerimizi paylaştık. Hatta hükümet bakanlar kurulu toplantı sonrası Sayın Cumhurbaşkanı’nın tedbir açıklamaları olmadan saatler önce biz sağlık meslek örgütleri ile beraber bir açıklama yaptık ve önlemlerin ne olması gerektiğini de söyledik. Toplumsal hareketliliği kısıtlayın dedik. Toplu bulunulan alanları kapatın dedik. Zorunlu üretim dışında üretimi durdurun dedik. Kamu çalışanları ücretli izinli olsun, özel sektör çalışanları ücretli izinli olsun, gündelik çalışanlar, güvencesiz çalışanlar, esnaf için mutlaka temel bir ücret sağlansın dedik. Ayrıca esnafa kira desteği verilsin dedik. İnsanların elektrik, su giderleri devlet tarafından karşılansın dedik. Mutlaka fiziksel mesafe korunarak ama bireysel fiziksel, hareketliliği de arttırarak yakın çevresinde yeterli yeşil alan insanların rahat hareket edebileceği ortamlar oluşturulsun dedik. Bütün bu önerilerimizi aslında sunduk. Ayrıntısıyla. Ayrıca sağlık personelinin yeterli olmadığı, bu konuda sıkıntılar yaşandığı ifadeleri var. Çalışma sürelerinin mutlaka kısaltılması gerekiyor. Dinlendirerek dönüşümlü çalıştırmak gerekiyor sağlık çalışanlarını, sağlık çalışanı yeterli değil iddiasının karşında da biz diyoruz ki 12 bin atama bekleyen sağlık çalışanı var. Kanun Hükmünde Kararnamelerle bir gecede atılmış deneyimli sağlık çalışanları var. Haklarında hiçbir soruşturma olmadan atılmış bu insanlar. Bu insanları göreve iade edin. Sağlık çalışanları yeterli olduğu koşullarda da dönüşümlü çalışmayla koşulları ile onlarında vira çalışma yükünü azaltın dedik. Ayrıca zorunlu üretimde olanlara da nitelikli kişisel koruyucu donanım sağlayın dedik.
TTB önümüzdeki süreçte nasıl bir yol izleyecek?
Biz önceki yıldan ve yıllardan farklı bir yol izlemiyoruz aslında. Bütün kollarımızla, kurullarımızla, çalışma gruplarımızla üretmeye ve doğru bilgiyi kamuoyu ile paylaşmaya gayret ediyoruz. Sağlık çalışanlarının hakları için mücadele ediyoruz. Halk sağlığı için mücadele ediyoruz. Gene halk sağlığı için mücadele etmeye, sağlık çalışanlarının hakları için mücadele etmeye devam edeceğiz.
Aşıyla ilgili kafalarda çok fazla soru işaretleri var. Bize biraz aşı ile ilgili durum hakkında bilgi verir misiniz?
Aşı gerçekten bir belirsizlik halinde sürüyor. Sağlık Bakanı’nın açıklamaları vardı. Aralık sonunda aşılamaya başlayacağız gibi. Tabi onayların çıkması gerekiyor her şeyden önce. Daha hiçbir aşı için yaygın kullanım adına bir onay çıkmış değil. Onay çıkacağı varsayılıyor. Tabi yüksek olasılık diye tanımlanıyor bazı aşılar için ama o ortaya çıktığında da üretim, dağıtım ve yaygınlaştırılmayla ilgili sıkıntılar muhakkak. Zaten nüfusun yaklaşık beşte birini oluşturan devletler, beşte dördünü ayırtmış durumda bu onay çıkacak aşılar için. Geri kalan nüfusun beşte dördü ancak aşıların beşte biri ile yetinecek. Yani böyle bir tablo var. Açıklanan bu rakamlar doğruysa bu çok büyük bir risk. Bu öneriler içinde şunu ifade etmiştik. Ulusal ve uluslararası bütün sağlık meslek örgütleri ve Dünya Sağlık Örgütü bu aşı dağıtımından sorumlu olmalı, denetimini yapmalı, aşının ücretsiz herkese eşit ulaştırılması sağlanmalı demiştik. Bu denetim süreçlerinde yer almak üzere tüm uluslararası sağlık emek meslek örgütleriyle birlikte çalışma yürütmeye gayret edeceğiz.