Çevirmen Rasih Güran hakkında Ozan Hazar’ın Artı-Gerçek’in Forum bölümünde çıkan yazısı alıp beni lise yıllarına geri götürdü.… “Değerli araştırmacı Emin Karaca’nın Nazım Hikmet’in Aşkları adlı kitabını okurken dikkatimi çeken Rasih Güran ismini arama motoruna yazmakla başladı her şey. Aşina olduğum bir isimdi ama nereden olduğunu çıkaramıyordum. Kitabın öyle hazin bir yerinde karşılaşmıştım ki Rasih Güran’la, ismini görmemle onun adına üzülmem bir olmuştu. Zira Nazım-Piraye ayrılığında payına çok ağır bir yük düşmüştü: ayrılık mektubunu Piraye Hanım’a iletme görevi. İsmini aratınca üzüntüme minnet duygusu da eklendi. Zira, önemli kitapların çevirmeniydi Güran ve bunların arasında severek okuduklarım, okumayı planladıklarım vardı: John Reed’den Dünyayı Sarsan On Gün, Steinbeck’ten Gazap Üzümleri ve Bitmeyen Kavga, Faulkner’ın Ses ve Öfke’si, Deutscher’in üç ciltlik Troçki biyografisi… Rasih Güran ismine aşinalığım da muhtemelen çevirmenliğinden ileri geliyordu. Çevirilerini yayımlamaya devam eden yayınevlerinin ona layık gördüğü iki satırlık baştan savma biyografilerde doğum ve ölüm yılları bile net değildi. Ama değişmez kapanış cümlesi, üzüntümü de merakımı da arttırmıştı: ‘1970 yılı civarında intihar etti.’” Merak eden Artı-Gerçek’ten arar bulur.
Daha Kabataş Orta Okulu’nun son sınıfında dadanmaya başlamıştım Cağaloğlu’na. 30’ların Hilmi Kitabevi, Semih Lütfi Bey Katolik Ermeni bir yayıncıydı. O ölmüştü ama eşi Madam’dan kitap alırdım. İnkılap Kitabevi’ne de uğranmasa olmaz. Garbis Fikri Bey’in kurduğu.
Remzi Bey ne müthiş bir yayıncı idi… Kabataş lisede iken ben, tezgahta bizzat o dururdu, ondan aldım Steinbecklerimi, Yaşar Kemallerimi, Orhan Kemallerimi, Maksim Gorkilerimi, Pearl Bucklarımı ilk. Ve elbette yokuş üzeri Yaşar Nabi’nin Varlık’ından ne kitaplar…
Ankara’da 61 yılında Cumhuriyet Lisesi Orta 2’de okurken ise, Ankara Ulus’ta Akba Kitabevi’ne dadanmıştım. Sebahattin Ali’nin yayıncısı.
Steinbeck’in “Bitmeyen Kavga”sı, doğduğum yıl, 1948’de Remzi’den çıkar çıkmaz yasaklanmıştı…
50’li yıllarda Makkartizm Cağaloğlu’nun da üzerinden silindir gibi geçmişti ama, 30’lu yıllarda yeniden canlanan sol kültürün izlerini bulmak mümkündü. Sahaf Çarşısı’nda Elif Kitabevi’ne gider, 40’lı yılların dergilerini, kitaplarını bulurduk kuytu köşelerde. Sahibi Aslan Kanardağ’a da Spinoza doktorası sırasında, kıyısından dokunmuştu 51 tevkifatı.
Üniversite öğrencisi Masis Kürkçügil birktirdiği paralarla borç harç Troçki’nin Hayatım’ının ilk cildini bastırmıştı. Köz’ün ilk kitabı. Birlikte elbette, Vedat Günyol’un Yeni Ufuklar’ının ve Çan Yayınları’nın müdavimi idik.
Elbette, Vilayet’in karşı köşesinde Memed Fuat’ın Yeni Dergisi’ne ve De Yayınları’na uğranmasa olmazdı.
Rasih Güran’ın intiharı büyük bir acı olmuştu o zaman bizim için. Ben de bir ay kadar sonra hapse girmiştim… O sırada çevremizde birçok arkadaş Maltepe Cezaevi’nden kaçan Mahir’lerle dayanışma içinde, onlara destek vermeye çalışıyordu. Bunların bir bölümü 1972 Şubat operasyonunda yakalanacaktı. Olayın Rasih Güran ile ilgili bölümünü Ozan Hazar sayesinde öğrenmiş oldum.
1972 yılının 12 Mart döneminin en karanlık, kasvetli bölümü olduğu söylenebilir. Ulaş’ın öldürülmesi, Deniz’lerin idamı, Kızıldere… Bütün bu karanlığı anlaşılan Rasih Güran’ın yüreği kaldıramamıştı.
Bizim kuşağı o kadar besledi ki çevirdiği kitaplarla Rasih Güran… Aynı zamanda daha geniş bir bakışa sahip olmamızı sağladı. 68 kuşağı 17 Devrimi’nin tarihini okumaya, Stalin’in “Leninizmin İlkeleri” ile değil, Rasih Güran’ın tercümeleri ile başlaması ne kadar hayırlı oldu bir bakıma. Kerenski’nin anılarından da okuyabildik mesela 1917’yi. Kafamızın bir köşesinde kaldı onlar. Bir dönem Jozef abinin kitaplarını biz de devirmedik değil. Sahi TİP Kadıköy ilçesinde Leninizm İlkeleri semineri vermişti galiba Murat. Mehmet Ali Aybar her türlü semineri yasaklayadursun.
Mustafa Kemal Ağaoğlu ne büyük iş yaptı onun tercümelerini yayınlamakla… DP’li bir bakanın, aynı zamanda büyük bir yazar olan Samet Ağaoğlu’nun oğlu ve Tektaş Ağaoğlu’nun kardeşiydi Mustafa Kemal. Bir matbaa kurmuştu, yayınevi ile birlikte. Abonesi olmuştuk yayınladığı kitapların. Şolohov Nobel aldığında, Tektaş tercüme etmiş, Mustafa Kemal basmıştı. Her ay yeni cildinin çıkmasını bekledik heyecanla Durgun Akardı Don’un.
Üniversitede ülkücülüğün pirlerinden Hilmi Ziya Fındıkoğlu’na, “Nazileri Almanya’da İktidara Geçiren Sosyo Ekonomik Koşullar” diye bir ödev hazırlamıştım da hınzırcasına, bana “oğlum bu defterler kapanmadı mı?” demişti.
80’li yıllarda ise yazar, şair ve çevirmenler Kooperatifi olan YAZKO’nun temeli yine Mustafa Kemal Ağaoğlu’nun kurduğu matbaa altyapısına dayanıyordu. 12 Eylül’e karşı sol kültürün başka türlü direnişini ve yaşamasını sağlamıştı bu. Edebiyat dergisi yanında, Çeviri dergisi ve Felsefe dergisi de yayınlıyordu YAZKO.
Ne yazık ki değerini bilemedi Mustafa Kemal’in “bağzı”ları. Soğudu, bıraktı YAZKO’yu. 80’lerin sonunda yine parlak bir kültür projesine imzasını attı. Kanser erken aldı onu bizden.
Kültürel direnişe destek veren 78 kuşağından gençler vardı cin gibi, tercümeleri ile hapiste ya da dışarıda…
Ankara’da da AYKO kurulmuştu. YAZKO gibi gelişemese bile. O dönemde, Cahit Orhan Tütengil’in Sosyal Bilimlerde Araştırma ve Metod kitabını ve Enver Gökçe’nin Yaşam ve Şiirlerini çıkarmasını sağlamıştık AYKO’nun. Daha sonra bu kitaplar Belge Yayınları’ndan çıkacaktı.
Sonuç olarak bu bilme, araştırma tutkusu bitmez, kuşaktan kuşağa devrolunur. Unutulanların üstünü kaplayan küller eşelenip, yaşanan gerçeklik momentleri bellekte canlanıp kayda geçer.