İnsanlık zulüm ve vahşete karşı her zaman sesini yükseltti. Ölümcül sessizliğin egemen olduğu en karanlık dönemlerde, önce analık temelinde kadınlar çığlıklarını koy vermekten sakınmadı. Özellikle Türkiye özelinde insan hakları hareketinin yükselişinde anaların kurucu bir etkisi oldu. Hiç yaprak kımıldamazken, tutuklu anaları 1982 yılında askeriyenin işgali altındaki TBMM önünde cunta başkanı General Kenan Evren’in yolunu kestiler. Türkiye’de insan hakları hareketinin mayasını onlar tuttu.
Nazi Almanya’sında 1940’ların Berlin’inde Alman kadınları, Yahudi eşleri için eylem koyma cesaretine sahipti. Nazi Almanya’sının temerküz kamplarından sağ kalan kadınlar, 20 küsür yıl sonra yeni vatanları Arjantin’de çocuklarının kaybının acısını omuzlarına yüklendiler. Eylem 14 cesur kadının 30 Nisan 1977’de Plaza de Mayo’da toplanması ile başladı. Başlarına beyaz eşarp bağlıyorlar, her Perşembe başkanlık sarayının bulunduğu Mayıs alanında toplanıyor, çocuklarının akıbetini soruyorlardı. İtildiler, kakıldılar, kimileri çocuklarının akıbetine uğrayıp, “kaybedildiler”. Ama kısa zamanda insanlığın vicdanının simgesi haline geldiler. Durdurulamadılar. Mayıs Anaları hareketinden sonra Mayıs Anaları Büyükanneleri hareketi yükseldi. Aynı Dersim yetimleri gibi, kaybedilenlerin çocukları katilleri tarafından evlat edinilmişlerdi. Büyükanneler hareketi onların peşine düştü. Geriden de gelse, Mayıs Alanı Babaları hareketi de yükselecekti.
Hareketin başarısının nedenlerinden biri de siyasi hareketlerin “kullanımcılığına” olanak tanımamaları, bağımsızlıkları idi. Beyaz başörtüleri, adalet için cesur ve sürekli kavganın simgesi haline geldi. 1987’de beyaz eşarpları ile, Ankara’ya cezaevlerindeki çocuklarının hakları için yürüyen Didar Şensoyu, Leman Fırtınayı, Perihan Akçam’ı, Gülüzar Çağlayan’ı, Sacide Çekmeci’yi, Tatarileri, İsmet Pekdemir’i, Vahide Açan’ı ve diğer anaları hatırlıyorum. Onlar da Ankara kapılarında, devlet güçlerinin orantısız şiddeti ile yüz yüze kalmışlardı. Mayıs Alanı Anaları 2,037 yürüyüş gerçekleştirdi. Şimdilerde yeniden yürüyüşe başladılar.
Yeni gelen merkez sağ hükümet 30 bin olan kayıp sayısını 9 bin dolayında göstermeye kalkınca kimisi 80’ini aşkın, kimisi tekerlekli iskemlede yollara döküldüler yine. Cumartesi Anaları hareketi de ülkede yine alacakaranlığın egemen olduğu bir dönemde yükseldi. “Çocuklarımız Nerede?” sorusu yükseltildi. “Artık Yeter!” çığlığı koy verildi. Kürt illerinde kirli savaş zaten 1993 sonrasında tavan yapmış, kayıpların, yargısız infazların ötesinde 3 milyonu aşkın insan yerinden yurdundan edilmişti. Sınır tanımayan vahşetin batıya da ulaşması kaçınılmazdı. 1995 Martında İstanbul’da Gazi Mahallesi kıyımı ve direnişi yaşandı.
1995 Ocağında gözaltına alınan, işkenceyle katledilen Hasan Ocak’ın cesedi 55 gün sonra ormanda bulundu. Daha ceset bulunmadan İHD İstanbul Şubesi ile Hasan Ocak’ın annesi Emine, Baba Ocak, Hüseyin ve diğer kardeşleri “oğlumuzu canlı istiyoruz” diye eylem başlatmıştı. 1995 27 Mayısı’nda ise Galatasaray Meydanı’nda, Cumartesi Anneleri ilk eylemlerini gerçekleştirdi. Hareketin özelliği, siyasal hareketlerden bağımsız olarak yükselmesiydi. Ocak ailesi ve diğer kayıp aileleri yanında, bu hareketin yükselmesini sağlayan Nadire Mater, Nimet Tanrıkulu, Neşe Ozan, Ayşe Günaysu gibi kadın insan hakları savunucularına teşekkür borçluyuz.
12 Eylül kayıplarının sayısını bile bilmiyoruz, ama 1983 seçimleriyle sözde “demokrasiye geçildikten” sonra da, devlet işkence, yargısız infaz ve kaybetme alışkınlığından vazgeçmedi. Ama özellikle bu alışkanlıklar 1983 yılından sonra Demirel’in başkanlığı sırasında patlama yaptı. Aynı Mayıs Alanı anaları gibi, Cumartesi Anneleri de devlet güçlerinin ölçüsüz şiddeti ile yüz yüze kaldı. Aynı dönemde cezaevlerinde baskı tavan yaptı, bu açlık grevlerine neden oldu. Bu devlet şiddeti, 1996 Ocağında İstanbul sokaklarında binlerce tutuklama, tutuklananların Şili’deki gibi stadyumlarda toplanması ve bu sırada olayları takip eden Evrensel gazetesi muhabiri Metin Göktepe’nin vahşice dövülerek katledilmesi ile tavan yaptı.
Annesi Fadime Göktepe, anneler hareketinin bir diğer simgesi oldu. Hükümet, Yaşar Kemal gibi aydınların girişimi sonucu açlık grevindeki siyasi tutuklularla anlaşma yoluna gitti. 28 Şubat parlamento içi darbenin en önemli mesajı, 1998 Mayıs’ında İHD başkanı Akın Birdal’a yönelik suikast ile verildi. İkinci sinyal ise, 13 Mart 1999 tarihinde, Cumartesi Anneleri’ne devlet güçlerinin yaptığı barbarca saldırı ile verildi. Latin Amerika cuntalarının bile vicdani sınırlarını aşan bu saldırıdan sonra 2008 yılına kadar, Cumartesi Analarının eylemlerine son verildi. 2000 19 Aralık “Hayata Dönüş” militer operasyonu/kıyımı ile de nokta konuldu. Türkiye cezaevlerinde tecrit sistemi yerleştirildi. 2008 yılında Veli Küçük ve kimi diğer kirli savaş sorumlularının tutuklanması umut yaratmıştı.
2009 yılında İHD Kayıplar Komisyonu’nun öncülüğünde Cumartesi Anneleri eylemliliği yeniden başlatıldı. O zaman Komisyona, ilk toplu kayıp örneği olan ve 24 Nisan tarihinde gözaltına alındıktan sonra, Ermeni aydınlarının da anılması önerisinde bulundum. Gerekçeleri uygun bulan komisyon, 2009 yılında eylemliklerinde Ermeni aydınlara da yer vermeye başladı. (*) Beni etkileyen en çarpıcı örneklerden biri de, Hakkari’de iki oğlu kaybedilen Keldani aile idi.
Bu eylemlilikler, bazı sorumlular hakkında davalar açılsa bile, Arjantin’deki gibi sonuçlar ne yazık ki alınamadı. Cumartesi Anneleri 700. Hafta’nın eylemliliğinde bugün. Barış Anneleri’nin eylemliliklerine ise hiçbir biçimde izin verilmiyor. Sözlü tarih araştırmacısı, Gülçiçek Günel Tekin, Barış Anneleri’nin tanıklıklarını derleyip toparladı. Birgün yayınlanır umut ederim. Keşke Cumartesi Anneleri’nin deneyimini aktaran bir sözlü tarih çalışması yapılsa.
(*) Bizdeki kayıplar olayının ilk örneği olan 24 Nisan toplu tevkifatından sonra kaybedilen aydınların biyografilerini derleyen Teotik’in “11 Nisan Anıtı” adlı kitabına (Belge yayınları, üç dilli, 2010) dayanarak 2009 24 Nisan’ında Tütün Deposunda gerçekleşen anma sırasında bir sergi açtım. IHD, 2008 yılında Bilgi Üniversitesi’nde bir panel düzenlemişti. 2009 yılında yer vermediler. Sevgili Osman Kavala, bu sergiye ve Ermeni aydınların metinlerinin okunduğu etkinliğe olanak sağladı. Onu çok özledik.