Kardelen Taş
Dünyanın dört bir yanında kadınlar, kadın düşmanı ve cinsiyetçi söylem ve politikalara meydan okumaya devam ediyor. Gündelikliğin eril yasası kadınları sokaklarda istememesine rağmen son yüz elli yılda gerçekleşen her tarihsel olayda ivme kazanarak kitleselleşen ve artık toplumsal olayların yönünü belirleyebilecek kadar büyüyen kadın mücadelesi dünyanın çeşitli yerlerinde benzer baskılara ve zulme direnmeye devam ediyor.
Yakın tarihin en katılımcı ve en geniş katılımlı mücadelesinin zamansal kesişmesi bir tesadüf olmasa gerek. Kadınların direnişi, şehrin mekanlarında hüküm sürerek sokakları kuşatabildiği ölçüde, dansıyla, zılgıtlarıyla, sözüyle, özgürleştirici sokak siyasetine muktedire karşı kavgası verilip bitirilecek bir siyasi ana sığmayacağını, bunun belki de sonu gelmeyecek çatışmalı bir mücadele süreci olduğunu ve nihayetinde sokağın kadınları, kadınların sokağı özgürleştirici pratiğini açığa çıkarabileceğini göstermiş oldu. Kadınların sesleri, suskunlukları, mücadelesi bize konuşmamız, yazmamız, öfkemizi anlatmamız gerektiğini hatırlatıyor. Erkek-devletin sokak ve kamusal mekanlarda kadınlara karşı yürütülen gündelik politikalarına rağmen kadınların mücadeleleri kamusal uzamlarda kendi hikâyelerini anlatarak eylediklerini ve birlikte eyleyerek kendilerini ortaya koyduklarını söylüyor. Latife Tekin’in dediği gibi: “kendi sesini kaybeden biri, başkasının sesini taşıyamaz.”
25 Kasım, Dominik Cumhuriyeti’nde Patria, Minerva ve Maria isimli üç kız kardeş (Mirabel Kardeşler) Trujillo diktatörlüğüne karşı yürüttükleri rejim karşıtı mücadelelerinin sembolleşmiş günüdür. Kelebekler diye de biliniyor çünkü hepimizin üzerinde kelebek etkisi yaratan bir direniş bu. Amerika’dan Arjantin’e, Polonya’dan İran’a kadınlar, sistemlerin dayattığı politikaları kabul etmeyerek “Dünyanın yarısıyız, gökyüzünün hepsini istiyoruz” diyerek ayaklandı. Savaş, yoksulluk, mücadeleyi gerileştirici gelenekler ve faşizmin kıskaca almaya çalıştığı kadınlar, İran’dan Afganistan’a, Mısır’dan Suudi Arabistan’a kadar ülke ülke erkek egemen yasalara ve tekçi sistemlere karşı direnişteydi.
Biz kadınlar dünden bugüne, kamusal alanları erkeklere ait kılan patriyarkal sisteme; kadını esnek, güvencesiz ve ucuz emeğin kaynağı olarak gören, heteroseksüel tek eşliliği bütün topluma dayatan, trans cinayetlerini, lezbiyenlerin ve biseksüellerin üzerindeki baskıları arttıran AKP hükümetine karşı seslerimizi yükselttik. Kadınları aileye hapseden, çocuk ve bakım emeğini üzerlerine yıkan, kadının bedenini, cinselliğini denetleyen heteroseksist AKP politikalarını deşifre ettik. Kadınlar olmadan barış olmaz dedik. “Dünya yerinden oynar, kadınlar özgür olsa!” derken dünyayı yerinden oynatmaya gücümüz olduğuna gerçekten inandık.
Dört duvar arasından başlayarak sokağa, mahalleye, meydana, kente taşacak kadınların hikayeleri. Cinsiyetçi ve eril politikaları da kadınlar, arka ve karanlık sokaklara değin değiştirecek. Erkek devlet şiddeti, ataerkinin günlük pratiğidir. Eğer günlük pratik şiddetse, o zaman bizim günlük pratiğimiz kadınların mücadelesi ve öz-savunma olsun!