Hiç kimse kusura bakmasın ama bu coğrafya ne öyle sanıldığı gibi insanlığın beşiği ne kültürler mozaiği ne de halkların cennetidir, her gün birebir içinde yaşadığımız cehennemin ta kendisidir. Kesintisiz bir şekilde süren dini ve etnik çatışmaların tümü söz konusu cehennemin tekinsizliğini toplumsal olgularla anbean gözler önüne sermektedir. Dolayısıyla bu yaşlı coğrafyadan neler umduğumuz veya hayal ettiğimiz değil de nelere maruz kaldığımızın daha önemli olduğunu bugünün aklıyla çok daha iyi idrak ediyoruz. Bunun için Şengal veya benzer konularla ilgili söz kurarken sözün hak ettiği anlam derinliğini vermek gerekir. Yani bağlamın dışında başka bir mana yüklemeye çalışmanın ya da lafı dolandırmanın hiçbir anlamı yoktur, Şengal çıbanı veya “Êzidî sorunu” söz konusu olunca. Çünkü çıbana dönüşmesinin esas sebebinin Êzidîliğin inançsal varlığı ve ona bağlı olarak gelişen değerler merkezinin güçlenme olasılığı olduğu aşikardır.
Ayrıca tarihin seyrinden anlaşılacağı üzere, muktedirlerin temel fıtratlarının bu olduğu Êzidîler bizatihi biliyorlar. Bugün Şengal özgünlüğünde aile (Kürt) içi bir çıbana dönüşen “Êzidîlik sorununun” başat nedenlerinden biri de Êzidîliğin inanç kültürü ve onun kadim ethosudur ne yazık ki. Hemen hemen hiçbir zaman kendi toprakları üzerinde bir hâkimiyet kuramayan ve böylesi bir talebi de bulunmayan Êzidîler tarihlerinde ilk defa kendi kendilerini yönetme hususunda irade gösterdikleri için hem sömürge güçlerin hem de kendi soydaşları olan Müslüman Kürtlerin hegemonik taarruzlarına maruz kalıyorlar.
Tarihe “vatansız kavim” olarak geçen Kürtler’in kendi soydaşları olan Êzidîler’i “istenmeyen cemaat” olarak damgalamaları iç kanamanın başka bir biçimi olarak görmek gerekir, Kürt toplumsal hafızası açısından. Êzidîler’in toplumsal tarihleri ve inançsal hafızaları çağları aşan ötekileşme hikâyeleri ve ferman izleriyle doluyken ve 73. Fermanın acı anıları hala tazeyken, Şengal’i yeni bir paylaşım anlaşmasıyla Êzidîler’in elinden almak 3 Ağustos 2014 günü olanların devamından başka bir şey değildir. 3 Ağustos 2014 tarihinde İslam Devleti (İD) Êzidîler’in köy ve kasabalarına saldırırken Peşmerge güçlerinin Berzanigiller’in talimatıyla geri çekilmesi ve Êzidîler’in İD çetelerine terk etmesiyle bile yüzleşmemişken bu son hamlenin hayra alamet olmayacağı en çok Êzidîler’in malumudur. O gün Şengal’de meydana gelen katliamın esas ortaklarının Peşmerge’ye bağlı Şengal’deki silahlı güçler olduğu herkesin bildiği acı bir hakikattir. Dolayısıyla bugün anlaşmaya imza atanların sorumluluğunda gerçekleşmiş bir ahtır Şengal fermanı. Oysa Êzidîler’in tarihsel hafızalarında 73. Ferman olarak yer alan o katliamın yıkıcılığı dünyayı dehşete düşürmüş ve insanlık o kötülük karşısında çaresiz kalmıştı. Lakin o acı hakikat Êzidîler’in anayurtları olan Şengal’in yerle bir edilmesine, binlerce Êzidî’nin öldürülmesine, 7 bine yakın kadın ve çocuğun esir alınmasına ve 300 bini aşkın insanın yurtlarını terk etmesine yol açmıştı. Dolayısıyla o gün yaşananlar her ne kadar çağımızın iblisleri olarak adlandırılan İslam Devleti tarafından yapılmış olsa da katliama yol veren ve sebep olanlar Şengal’deki Peşmerge kademe komutasından başkası değildi.
O acı hakikatin farkında olan Êzidîler, tarihlerinin talihsizliğinden de ders çıkararak bir özsavunma fikriyle talihlerini ellerine almaya başladılar. Dolayısıyla bütün yaşanan katliam ve soykırımlara rağmen başta Êzidî kadınları olmak üzere Şengal halkı temsilinde Êzidî halkı o uğursuz sabahtan başlayarak kendi özsavunma birliklerini kurdular. Kadim halkların komşusu ve kutsal kelamın halkı hiçbir koşulda teslim alınamayacağını Şengal savunmasıyla sarih bir şekilde ortaya koydu. Buna en çok sevinmesi gereken, kendi soydaşları olan Kürtler olmalıyken siyasi rekabet ve zaman zaman da dini bağnazlıklar nedeniyle Êzidîler’in bu çıkışına sevinmek ve desteklemek yerine öfkelenenler ve karşı çıktılar. Söz konusu bu durum hem Şengal’e yönelik organize saldırılar hem o saldırılar sonucunda meydana gelen ölümler hem de son Şengal anlaşmasıyla daha da netlik kazanmıştır.
Ayrıca Kürtler arasındaki siyasi rekabet ve alan hâkimiyetinden doğan gerginliğin zemininin Şengal olması hiçbir Êzidî’nin isteyeceği bir durum değildir. Şer ve savaşın her şekline karşı olan Êzidîlik, inanç değerleri nedeniyle de Kürtler arası olası bir kardeş kavgasını, ister Şengal özgünlüğünde, isterse ondan bağımsız olsun iman ve irfanla reddetmektedir. Dolayısıyla Êzidîler’in esas beklentisi, “Êzidî sorununun” nihai olarak tümüyle Kürdistanî bir fikriyatı baz alan “Şengal-Ekumenik” özerkliği biçiminde Kürt siyasi birliği içinde barışçıl ve kardeşçe çözülmesidir. Bunun yanı sıra Êzidî özsavunma yapısı ve ona bağlı olarak gelişen “Özerk-Şengal-Ekumenik” fikrinin kayıtsız şartsız bir şeklide desteklenmesidir. Yani Kürt birliği içinde “Êzidî Vatikan’ı” gibi özerk bir yapı olarak düşünülmektedir, Êzidîler’in Şengal bağlamındaki talepleri.
Buradan hareketle Êzidîler’in gözüyle ortaya çıkan hakikat tarafların askeri nüfus ve siyasi tahakkümlerini artırmaları değil, haklı ve acil taleplerine kulak verilmesidir. Özellikle son soykırımın meydana geliş şekli ve yapılan hatalar göz önünde bulundurulduğunda yapılması gereken öncelikli şey, Êzidîler’in birlik gayretlerine her koşulda destek sunmaktır. Bunun dışındaki diğer bütün hamleler Kürtler nazarında tarihin en galiz katli olan Kabil’in Habil’e karşı başvurduğu hileyle eşdeğer olacaktır. Êzidîler’in kadim yurdunu korsan bir anlaşmayla müttefiklerine peşkeş çekerek kolonyal güçleri tekrar o kutsal topraklara sokmak ne bir Kürt kazanımdır ne de komşu halkların yararına bir adımdır. Kişisel ajandalarına kurban etmeye çalıştıkları yeni Şengal ilhakı bütün Kürtler’in utancı olarak tarihe geçeceği gibi beraberinde yeni fermanlar da getireceğini bilmek için kâhin olamaya gerek yoktur, hala sarılmamış olan yaralara bakmak kafidir. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, orada anayurtlarını savunan Êzidîler’in her fırsatta ölüm ve katliamla tehdit etmek fütursuzluğu da aşan bir cüretkârlıktır. Tüm bunların yanı sıra insanlık düşmanı bir güruhu Kürtlerden ve dolayısıyla Êzidîler ‘den daha medeni görerek Êzidî yurdunu taksime tabii tutmak, muhayyel Kürdistan hayalini kuran bütün Kürtlere de meydan okumak demektir.