Yaşasaydı 100 yaşında olacaktı. Onu yıllar önce böyle bir günde, 19 Kasım 1981 de kaybettik. Bu vesileyle sınırlı da olsa çeşitli etkinliklerle anılıyor.Mahpuslar yatmış,işkence tezgahlarından geçmiş,sürgünler yemiş,‘Fedailer Mangası’ diye adlandırılan,40 Kuşağı’ndan bir şair den söz ediyorum. Enver Gökçe’den.
Mazlum ve mahzun sözcüklerinin bir kimliğe bu derece uyduğu çok az sanatçı vardır.
Şiiri, sanatı bir yana.; hayatı boyunca zalime ve zulme karşı durmuş,meşakkatle geçmiş bir ömür boyunca aydın kimliğine örnek bir duruş sergilemiştir.
“Ben, bizden olan bütün insanların dostu; / adı, haritalarda bile bulunmayan / bir köyündenim anadolu’nun. / güzel şeylere hasrettir memleketim, / güzel şeylere hasret bu dünya. / yıllardır, kanda ve ateşte mısralarım
yanan şehirlerin, / ağır tankların tekerlekleri arasında / biliyorum, yaylım ateşlere girilmiştir gönlümüzce.”
*
Şairimiz, 1920 yılında Erzincan’ın Kemaliye ilçesine bağlı Çit köyü’nde doğdu. 1929 yılında ailesiyle birlikte Ankara’ya göç etti. İlk, orta ve lise öğrenimini Ankara’da sürdürdü ve 1948 yılında Ankara Üniversitesi Dil Ve Tarih Coğrafya Fakültesi Türk Dili Ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu. 1940 yılında şiir yazmaya başladı. İlk şiiri Ankara’da çıkan Yurt Ve Dünya Dergisi’nde yayımlandı. 1948 yılında Türkiye Gençlik Derneği’ne üye olduğu için tutuklandı. Üç aylık bu tutukluluğun ardından, 1951 yılındaki Türkiye Komünist Partisi’ne yönelik büyük tevkifatta yeniden tutuklandı. İki yıl Sansaryan Han’da hücrede tutuldu ve ağır işkenceler gördü. Toplam yedi yıl hapis yattı, İki yıl da sürgünde yaşadı. Belki de ol sebeptendir sonrasında hep bir ezilmişlik,eziklik duygusuyla yaşadı. Dünyasına küstü. Sonrası geçici işler, düzeltmenlik, gördüğü işkencelerin eseri olan rahatsızlıklar, yoksulluk nedeniyle yılın belli aylarını köyünde geçirme zorunluluğu, işsizlik, acı dolu yıllar… bulduğu bazı işlerden sakıncalı olduğu gerekçesiyle çıkarılması, 1970’li yıllarda yazar örgütlerinin , yazar arkadaşlarının desteğiyle nispeten daha iyi bir dönem, 12 Eylül faşizminin getirdiği acılar daha da yıprattı onu.Ardından Ankara Seyranbağları
Huzurevi’nde sona eren onurlu ama zorlu bir hayat…
Hücrede,tabutluklarda geçirdiği yıllarda yakalandığı hastalık, hayatının sonuna kadar yakasını bırakmadı ve şairin erken ölümüne neden oldu. Yaşadığı hayat koşulları, acılar, sıkıntılar küskün bir şekilde bu dünyadan gitmesine yol açmıştır. Arkadaşı Muzaffer İlhan Erdost’un söylediğidir:“Enver Gökçe’nin cezaevlerinden aldığı, cezaevlerinin ağır koşullarının bedenine sızdırdığı sayrılıklar, Onun gövdesini saran sayrılıklar, kuşkusuz bedeninin özünü, beynini de kuşatır. Bu nedenledir ki, destansı uzun şiirler, uzun dizeler, gövdesinde yürüyen hastalıklarla birlikte, boyundan ve eninden daralır. Yani giderek kısalır dizeler, tek sözcüklere dönüşür. Ama süt filizi ekinin taneleşmesi gibi, daha yoğunlaşır, daha sertleşir.”
*
Kuşakdaşları gibi savaş karşıtı şiirler yazdı:
“Sana düşman oldum / 939 harbi / Beni dostlarımdan ettin,/ Beni mahzun ettin / Sefil ettin / Şair ettin! / Sana bin teşekkür / Büyük ızdırap / Bana sevmeyi / Bana hakikatı / Bana insanları öğrettin.”
Edebiyata Pablo Neruda ve Ömer Hayyam dan şiirler çevirerek de hizmet etmiştir. Yazıyı genç sanatçılara tavsiyeleriyle bitirelim:”İyi bir sanatçı olmak için önce, kendi halkını sevmesi daha doğrusu bu halkın içinden, bu halkın en devrimci sınıfına bağlılık göstermesi; içtenlikle bunu yapması şarttır.Hayatı tüm yönleriyle seveceksiniz.
iyilik kötülükleriyle, pisliğiyle, fakat seveceksiniz.
Suyunu, dağını, toprağını, çevreyi de kendisi kadar her şeyini seveceksiniz. Ben, halkın içinden çıkmış, halkımızın özelliklerini yapıtlarında yansıtmaya çalışan genç sanatçı arkadaşlarımı şimdiden kutluyorum.”(Ankara, 1977)
Anısına saygıyla.