‘Hasankeyf’e Ağıt’ın yönetmeni Fırat Erez ile konuştuk: Belgeseli çektikten sonra iki defa gittim. İlkinde belgeselde yer alan Musa amcayla görüşmeye gittiğimizde öldüğünü öğrendik. İkincisindeyse Hasankeyf hayalet şehirdi…
Gülcan Dereli
Musa Şengel, Fırat Erez’in çektiği “Hasankeyf’e Ağıt” belgeselinde Kürtçe şöyle der: “Tarihi olmayan insanın, kendisi de yoktur. Tarihsiz insan, insan değildir. Tarihi, ayaklar altına veya sular altında bırakan insanın da insanlığından şüphe derim. Tarih su altında bırakılmaz, ayaklar altına alınamaz. Tarih yazılır. İnsanlar onu okur. Kendini tanır ve der ki ben filan kişiyim. Her insan kendi tarihiyle kendini tanır. Her insan tarihle kendini tanır. İnsanlığın tarihini ayaklar altına almaya kimsenin haddi ve hakkı olmamalıdır.” Bu belgesel çekildikten bir süre sonra Musa amca bu dünyadan göçer. Ardından Hasankeyf gider… Her kültürün bir geçmişi vardır ve her geçmiş ilmek ilmek, örüle örüle bugünlere kadar ulaşır. 12 bin yıllık Hasankeyf de Mezopotamya kültürünün bugünlere taşınmasında büyük rol oynamış tarihi bir mirastı. Ancak bu tarihi miras sömürge düzeninden dolayı suya gömüldü. Birçok medeniyete evsahipliği yapmış, 12 bin yıllık insan emeğiyle bugünlere ulaşmış bir tarih, enerji bahanesiyle betona ve sulara gömüldü. Onbinlerce yurttaş zorla göç ettirildi. 169 köy, belde ve mezra su altında kaldı. Bilinir ki mezarlık yoksa insan da yoktur. Mezarlıklar bile sular altında kaldı. Birçok endemik bitki ve hayvan türü ve ekosistem yok edildi. Yazık ki durdurulamadı. O yüzden elimizde “ağıt” kaldı. Ancak yine de her şey bitmedi. Hasankeyf’e Ağıt belgeselinin Batman doğumlu yönetmeni Fırat Erez ile ne kaybettiğimizi konuştuk. Erez hem ağıtı hem de umudu anlattı. İyi okumalar…
Hasankeyf’in belgeselini nasıl çekmeye karar verdiniz? Çekerken neler yaşadınız?
Kendimi bildim bileli Hasankeyf sular altında kalacağı dillendiriliyordu. Bir baraj yapılacak! Hasankeyf de bu baraj sularının altında kalacağı söylentileri… Maalesef şuan Hasankeyf, yapılan Ilısu barajının topladığı suların altında kalmış bulunmakta. Bir zamanlar sadece söylentilerden ibaret olan öngörüler bugün gerçekleşmiş ve 12 bin yıllık tarihi Hasankeyf, Ilısu baraj sularının altında kalmış bulunmakta.
Lise yıllarında arkadaşlarla Hasankeyf’e sürekli gidip geliyorduk. Her gidişimizde böyle tarihi, kültürel zenginliğe sahip bir yerin baraj suları altında kalıp yok olması bizi ister istemez etkiliyor ve hüzünlendiriyordu. Üniversitede sinema sanatıyla tanıştıktan sonra doğal olarak birçok konu hakkında film yapma isteği oluştu. Tabi bunların başında gerçek hayatta var olan ve beni de etkileyen hikâyeleri sinemasal olarak beyazperdeye taşıma isteği oldu. Bu konulardan birisi de Hasankeyf idi. Hasankeyf üzerine bir film yapma isteğim zaten vardı ama filmi kurmaca mı belgesel mi yapacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu. Yapacağım bu filmi çok ileriki bir zamanda, gereken teknik ve teorik donanıma sahip olduktan sonra yapmayı düşünüyordum.
İkinci sınıftaydım ve bir film yapmak için gereken teknik ve teorik bilgi donanımına yeterince sahip değildim. Bir gün sosyal medyada Hasankeyf’te yapılan yıkım videosunu görmem üzerine hemen Hasankeyf’teki bir arkadaşımı aradım. Hasankeyf’te olan bitenlerle ilgili bilgileri kendisinden aldım. Hasankeyf’te bazı tarihi eserlerin taşınması için bir takım yıkımların başladığını öğrendim. Ben de bunun üzerine aynı gün içinde Batman’a filmi çekmek üzere yola koyuldum. Hiçbir ön hazırlığım yoktu. Neyle karşılaşacağımı da bilmiyordum. Tek bildiğim Hasankeyf yok olmadan Hasankeyf’le ilgili bir film yapmam gerektiğiydi. Çok az bir teknik bilgiyle ve kısıtlı imkânlarla Hasankeyf’e geliyordum. Elimde sadece bir kameram ve bir tripotum vardı. Teknik bilgi eksikliği ve ön hazırlığımın olmaması bir yandan da Hasankeyf sular altında kalmadan bir film yapma isteği, içimde hem çaresizliği hem de güzel bir inancı aynı anda besliyordu.
Hasankeyf’e Ağıt, bize neyi anlatıyor?
Hasankeyf’e Ağıt belgesel filmi, bize on iki bin yıllık tarihe sahip Hasankeyf’in önemini ve insanlığın yerleşik hayata geçiş evresiyle ilgili çok büyük verilere sahip olduğunu, bu verilerin baraj suyunun yükselmesiyle beraber yok olma tehlikesiyle karşı karşıya gelineceğine dikkat çekiyor. İnsanlığın yerleşik hayata geçiş dönemi hakkında bugünü aydınlatabilecek çalışmaların artık yapılamayacak olmasının yanı sıra onlarca medeniyetten arta kalmış tarihi zenginliklerin de sular altında kalacağını anlatıyor. Bununla beraber Hasankeyf bugün hala insanlar ve diğer canlılar için de bir yaşam alanı olduğuna dikkat çekerken Hasankeyf’e Ağıt belgeseli binlerce yıllık geçmişten bugüne ortak kültürel mirasın, doğanın, yaşamın ve ortak benliğin yok oluşuna yakılan ağıt olduğunu anlatmaktadır.
Sizce binlerce yıllık tarihin kurtarılma imkanı var mıydı? Nerede eksik kalındı?
Kurtarılma imkânı vardı ve bence Hasankeyf’te yapılan baraj bir meydan okuma, bir savaş muharebesiydi. Bu savaşın bir cephesinde, bizler, doğadan, kültürden, canlılardan, barıştan, sevgiden ve güzellikten yana taraf olanlarla bunların karşısında olanların savaşıydı. Bu savaştan maalesef büyük yenilgiyle çıktık. Yetersiz örgütlülük ve organize olamamaktan kaynaklı Hasankeyf’teki tarih, kültürel, doğal güzelliklerle beraber bölgede yaşayan halkın yaşadığı hak ihlalleri kıyımına engel olamadık. Peki ne yapılabilirdi? Hasankeyf’i yok etmek isteyen zihniyet çok uzun yıllar öncesinden planlamasını yapmış bulunuyordu. Yapmak istediği şey bir tarih, bir doğa kıyımından fazlası olmasına rağmen kendi kamuoyunu oluşturdu. Kendince bir yöntem ve planlamayla en uygun zamanı bekleyip hamlesini yaptı ve istediğini elde etme fırsatı yakaladı. Nerede eksik kalındı? Canla başla mücadele edenler oldu. Kamuoyu oluşturulmaya çalışıldı. Gündeme getirilmesi ve gündemde kalınması için şüphesiz çok çaba sarf edildi. Ama yetersiz kalındı. Hasankeyf’in on iki bin yıllık tarihe sahip geçmişiyle Hasankeyf veya bölgeyi ilgilendiren konumuyla beraber tüm insanlığı ilgilendiren yönüne dikkat çekilerek sadece Türkiye’yle sınırlı kalmayıp dünya çapında gündeme getirilebilirdi. On iki bin yıllık tarihi bir yerleşim yeri tüm insanlığı kapsayacak öneme sahip olduğu gerçeği göz önünde bulundurulduğunda bu eylemselliğin olabilirliği aşikârdır.
Belgeseli çektikten sonra bir daha o bölge gittiniz mi? Nasıl bir hayat sular altında kaldı?
Belgeseli çektikten sonra Hasankeyf’e iki defa gitme fırsatım oldu. İlk gittiğimde her yıl farklı bir ilde düzenlenen o yıl da Mardin’de düzenlenen 11. Rotary Kısa Film Festivali’nden ilk ödülümüzü almıştık. Festival sonrası Hasankeyf’in son halini ve filmde röportaj veren Musa amcayla ödül sevincini paylaşmak için Hasankeyf’e gitmiştik. Gittiğimizde çarşı esnafının büyük bir kısmı dükkânlarını kapatmıştı. El Rızık Camii ile birkaç tarihi eser Yeni Hasankeyf diye adlandırılan yere götürülmek üzere bulunduğu yerden sökülmüş haldeydi. O anki hüznü çarşıda bulunan bir dükkândan yükselen klasik müzik fazlasıyla hissettiriyordu. Sonrasında Musa amcayla görüşmeye gittiğimizde ise Musa amcanın bir ay önce öldüğü haberini duyduğumuzda Hasankeyf’te daha fazla kalamayıp ayrılmıştık. İkincisindeyse Hasankeyf tamamen insanlardan arınmış hayalet şehir görünümündeydi. Etrafta sadece birkaç kedi vardı. Çarşı tamamen yok olmuş durumdaydı ve tanınmıyordu. Toplanan baraj suyu neredeyse köprüyü aşacak seviyeye ulaşmıştı. Birkaç fotoğraf çekip geri dönmüştüm.
Biz Hasankeyf ile neyi kaybettik?
On iki bin yıllık ortak kültürel mirasa, yaşama ve ortak benliğe sahip antik Hasankeyf’i kaybettik. Sadece Dicle Nehri havzasında yetişen ve yaşayan yüzlerce endemik canlı türüyle beraber bir ekosistemi kaybettik. Birinci dereceden etkilenenler; ev, köy, bağ bahçe ve mezarlıklarını kaybettiler.
Hasankeyf’le beraber direncimizi kaybettik. Daha etkin mücadeleci ruhumuzla beraber neşemizi kaybettik. Hasankeyf’in yok olmasını engellemiş olabilseydik, bugün çok farklı olacaktı. Gündemde her gün bir tarihi veya doğal güzelliğe sahip mekânların yıkılıp yakılması söz konusu olmazdı. Hasankeyf gibi bir yeri yok eden zihniyet bu durumdan güç ve özgüven kazanıp bugün çok rahat bir şekilde ormanlıkları, tarihi yapıları ve doğal güzellikleri yok etme cesaretinde bulunuyor. Bugün ve yarın doğadan, insanlıktan, güzellikten yana ne varsa rant veya başka bir nedenden yok edilmesi söz konusu olursa tek bir nedeni vardır; Hasankeyf gibi bir yer yok edilirken göstermiş olduğumuz zayıf direncimizden kaynaklı olacaktır. Hasankeyf’le beraber çok şey kaybettik ve bunu gün geçtikçe daha çok anlayacağız. Tabi bundan sonra oturup dert yanmanın bir anlamı olmadığını düşünüyorum. Son olarak şunları söylemek isterim. Bugün; Hasankeyf ve Hasankeyf gibi insanlık için büyük önem teşkil eden tarihi, kültürel, doğal yerler büyük risk altında. Maalesef üzülerek belirtiyorum ki yok edilmek isteniliyor. Bugün; kadınlar, tecavüze uğruyor, öldürülüyor. Çocuk istismarları yaşanıyor. Hayvanlara eziyet ediliyor. İnsanlar, dilinden, mezhebinden, dininden, renginden, düşüncesinden kaynaklı cezalandırılıp ötekileştiriliyor. Doğal ve kültürel zenginliklere sahip alanlar yok ediliyor. Rant uğruna ormanlar yakılıp yerine beton binalar dikiliyor. İçinde bulunduğumuz süreç, zor bir süreç. İnsanların insanca, bitkilerin bitkice ve hayvanların hayvanca yaşamasına bir takım kirli çıkarlar nedeniyle engel olunmaya çalışılıyor.
Ama bu böyle devam etmez. Gene de kötülüğe karşı iyilik kazanacak, iyilik kötülüğü yenecek. Güneş yeniden doğacak. Bahar bütün rengiyle gene gelecek. Yağmur yağacak. Toprak suyla buluşacak. Tohumlar filizlenecek. O filizler ağaca dönüşecek. Ağaç meyve verecek. İyilik kazanacak. Yaşar Kemal’in dediği gibi: “İnsan umutsuzluktan umut yaratandır, insanlığın mayasında aydınlık var.” Cümlelerimi tamamlarken bugün; ilkeli, doğru gazeteciliğin neredeyse suç teşkil ettiği bu karanlık günleri geride bırakıp, güneşli güzel yarınlarda görüşmek dileğiyle… Son olarak, Yeni Yaşam Gazetesi ve çok değerli okuyucularına teşekkürlerimi iletmek istiyorum. Sanatla ve dirençle kalın.