Ortadoğu kimisince bir cehennem, kimisince bir mezarlık diye anılmaktadır. Filmin birinde çocuğunu azarlayan baba, oğluna “seni Ortadoğu’ya gönderirim’’ diye ceza tehdidinde bulunur. Doğrusu savaşların meydanı olmuş coğrafyanın insanı açısından artık kaçılacak yer olarak bakılmaktadır. Öyle ki beyin göçü olarak anlatılan bir meseleyi de geçmiş durumdadır. Zira ulus-devlet mantığı yönetimlerinden, yaşam koşullarına, bitmeyen savaşlara, dünyayı hep geriden takip etmeye kadar ve fakat buna rağmen medeniyetlerin beşiği bu coğrafyanın son durumu bu iken, her şeyin gömüldüğü bir mezarlıktır artık.
İnsanların, bitkilerin, hayvanların bütünüyle canlıların gömülmesinden öte, hayallerin de gömüldüğü bir coğrafya. Günler önce izlediğim bir röportajda, arkasında kendinden onlarca kat ağır yük taşıyan çocuğa mikrofonu uzatan kadının rahatlığı bir yana, sorduğu soruya verilen cevap “ilginçtir”, daha ilgi çekiciydi; bir hayalin var mı sorusuna, yutkunarak verdiği cevap şu “bir hayalim yok…”
Ve medeniyetler demiştik, medeniyet kelimesi çoğu lügatta farklı anlamlara gelebilir, ya da telaffuz da dâhi farklılık yaratabilir. Ortadoğu’da medeniyet denince akla, medeni olmak gelmekte, ya da uygar olmak ve mekân olarak medeniyetlerin tarihsel süreçte çokça çeşitlilik yaşaması ve tarihle eş olarak anılması, ya da bütünüyle medeniyetler mezarlığı mı…
Ya da medeniyeti yol, köprü, metropolleşme ile bir tutan Ortadoğu mantıklı yöneticiler.
Ve hal buyken, bir anlamda tarihsel olarak medeniyetlerin geçişi, ya da ne kadar yıl yaşadığı meselesinden bahsederken, bıraktığı yapılardan, dillere kadar tarihinin ne kadar eski olduğu, ya da nasıl bir medeniyet olduğu noktasında bilgi vericidir. Buraya kadar her şey normal, fakat mezarlık ve gömülmeye gelirsek, her medeniyet yok olup gitse de, kültür olarak bizde yaşar, sonrasında bıraktığı eserlerin bir kazıdan, ya da bir kitaba konu olmasına kadar “gömülmüş’’ sayılmaz, zira o haliyle yaşıyor/yaşatıyordur kendini.
Ve evet, ne olursa olsun izler kalır. Hal buyken din bağlamında yaşanan fetih amaçlı savaşlardan, ulus-devlet mantığı yaşanan savaşlara kadar her gelen bir diğerini silmeye çalışır. Bugün Ortadoğu’da yaşanan her savaşta bunu açıkça görebiliriz, özellikle türbelerden kiliselere, sembollere, kabartmalardan isimlere kadar bir savaş verilir. Fakat tam tersi durumlar da yaşanabilir, sadece Türkiye’de çokça adı bilinen camilerin, mimari ihtişamından olsa gerek yıkılmamış, camilere çevrilmek istenmesi durumu…
Bir IŞİD’in kan kokan çığırtkanlığını burda anlatmaya dâhi gerek duymamakla beraber, bugün adı konulmamış bir savaşın verildiği “güvenlik barajları’’ meselesinden çokça yakınılırken, bugün mermer ve kum ocaklarından bahsetmek gerektiğine inanıyorum.
Dicle Nehri Türkiye sınırlarında başlayıp Basra Körfezi’ne kadar uzanmaktadır. Fakat bugünkü hali içler acısı bir durumla karşı karşıyadır. Evet, Hasankeyf’in sular altına gömülmesinin yanında, bugün Eğil ve Dicle ilçesinde, Kral Kızı Barajı’nın yapılmasıyla bu ilçelerin köylerinden, eski mimari tüm yapılara kadar sular altında kaldı. Yeraltında kalan Hıristiyan mezarlarından, kiliselerine, bunun yanında kalelere ve tabi sonradan yerleşen halkların ürettiği çok şeye kadar sular altında.
Ve bunun devamı var, bugün onlarca kum ocakları, sonra petrol rafinelerine ve bugün Dicle ilçesine su üzerinde başlayıp sonuna kadar takip edince, her yer mermer ocakları ile çevrili. Birkaç gün önce Dicle ilçesinde Çardaklı köyünde Kral Kızı Mezarlığı olarak tescil edilen yerlere birkaç adım uzaklıkta Demirören tarafından mermer ocakları kurulmuş ve her gün dinamitlerle patlatılıyor. 7 yıla yakındır bütün su yolu güzergahı üzerinde olan yerleri mermer ocaklarına çevirmiş olmaları yetmemiş, molozları da suya atmaktalar ve evet burada birşeyler gömülmeye devam ediyor. Ve bir sorun daha höyüklerden, kaya mezarların olduğu yerlerin çoğunda öncesinden bugüne sahte ruhsatnameler ile alana gelinmiş, fakat altında yatan amaç define, altın arayıcılığı ve bunların sonucunda tahribat devam etmektedir.
Özetle savaşın bir diğer adı; güvenlik barajları, kentsel dönüşüm, mermer ocakları, kum ocakları, petrol rafinerileri, bugün ülkenin diğer taraflarında ise HES, JES, RES ve hepsi tamamiyle bir mekân-kırımdır, hafızasızlaştırma bir anlamda geleceksizleştirme amacı taşımaktadır.
Ve mesele buyken, durum apaçık ortada, geçmişle bağı kesilen toplumun ve bireylerinin gelecek adına bir hayalinin olması çok lüks de olsa gerek ve evet bir hayalim/hayalimiz yok…