Geçen hafta, Tayyip Erdoğan ve tek kişilik dev kadrosu için, “Ülkeyi aile şirketi gibi yönetiyorlar” demiştik ki, üzerine Berat Bey’in istifası geldi.
Tabii, Tek Adam Rejimi’nde, istifa ettim demekle mustafi olunmuyor… Hazine ve Maliye Bakanı’nın istifa etmesi, ülkenin siyasi gündeminde, hatta bizzat damadın babası Sadık Albayrak’ın medyasında (ATV ve avanesi) yer bulamadı. Belli ki, havuz medya meseleyi ‘aile içi bir kavga’ olarak gördü, “aman şahit mahit yazmasınlar” iç korkusuyla hiçbiri oralı bile olamadı.
Tayyip Bey, büyüklüğünü elbette göstermeliydi. “Sen istifa edemezsin, asıl ben seni görevinden affediyorum” diyerek, dünürcülük ilişkilerinde de tek adam olduğunu cümle cihana ilan etti. Medya mahallesinin türlü çeşit kuşları, Pelikancılar hariç hepsi şakımaya başladılar; enişte sırma saçlıydı da kara gözlüydü de hatta ezeli rakip İçişleri Bakanı SS bile coşa gelip “zor günlerin dava arkadaşı” diyerek edebiyat parçaladı.
Her fırsatta “solculuk/komünizm totalitarizmdir, ha Gulaglar ha Auchwitz” diyen ve ne alakası varsa “tüm bu dertlerin devası” olarak devrimcilere İdris Küçükömer okumayı salık veren, yarım akıllı havuz medyası kalemşorleri hanedan içi kavgayla ilişkili ne yazmaları gerektiğini bilemedikleri için suspus olmayı tercih ettiler. Damadın distopik, buharlaştırılması, öve öve bitiremedikleri (Burası çok önemli!) Pelikancıların dibine kadar reisçi olan ama bizleri totaliter olmakla suçlayan şürekası, Foucault’tan, Agamben’den arakladıkları kavramları mütemadiyen “vesayetçi rejimle” kafa bulmak için kullandılar. Yani şu meşhur “Muktedir kimin ölüp kimin kalacağına karar verendir” tefsirleri… Biraz daha okumaya devam etseler, yapısalcı bir başka ihtiyat şerhi ile karşılaşacaklardı “Muktedirken birden bire kurbana dönüşebilirsiniz.” Tabii ardından, Deleuze-Guattari’nin (Ki onları da gezici olmakla suçladılar.) “İktidara aşık olmayın” tavsiyesi… Neyse, dünya malı ile dünyanın mallarını birbirlerine karıştırmayalım.
Daha dün ne diyecek diye ağzına bakılan, TÜSİAD yetkilisi hanımefendilerin 23 Nisan çocukları gibi ‘dehasını, ferasetini’ coşkuyla, alkışladıkları; yalnızca saray ulemasının değil, ümeradan seyfiyeye, kalemiyeye kadar bütün bürokratların ağzına baktıkları Çokomelli Nazır artık yok, dahası onun hakkında konuşmak yasak. Üstelik bunu yasaklayan bir yasa yokken, insanların zımni olarak bu yasağı içselleştirdikleri, saray ahalisinin ve kapıkullarının, reisin gözünün içine bakarak neyi yapıp neyi yapmayacaklarını anladıkları, neyi söyleyip neyi söylemeyeceklerini bildikleri rejimin adına ister faşizm, ister totalitarizm isterse otokrasi deyin bu ceberutluk, yalnızca muhaliflerini değil, kendi evlatlarını da yiyerek (Meseleye damadın açısından bakınca, mecazi de değil üstelik.) tükenişini geciktirebiliyor. Bu tuhaf rejim, önceden kendine karşı olanları harcarken, şimdi reisin dediklerinden başka bir şey yapmayan bir Bakan’ı ve o Bakan’ın dediklerinden başka bir şey yapmamış olan bir Merkez Bankası Başkanı’nı da yemiş bulunuyor…
Hülasa, damat esti gürledi, powerpointlerde birbirinden saçma sunumlar yaptı, ekonomiye ilişkin öngörülerinin hepsi yanlış çıktı, bu işten o kadar anlamıyordu ki, dolara trip atmayı bile denedi ama giderayak bir şeyi doğru söyledi: At izi, it izine karıştı.