Amerika’da başkanlık seçimlerinin galibi Joe Biden daha göreve gelmeden rüzgarı Türkiye siyasetini etkiledi bile. Hükümetin yeni ABD yönetiminin kabul edebileceği şartlara göre bir düzenleme sürecine gittiği anlaşılıyor. İlişkiler ve dinamikler bağlamında anlaşılabilir bir durumdur. Çünkü taraflar birbirlerini tanıyorlar. Özel ve resmi olarak birçok görüşmeler gerçekleştirmiş, birbirlerinin sınırlarını bilmektedirler.
Peki bunun bizim için, halk için, bir faydası olacak mıdır? Ya da dönüşümü güçler arası çıkar ilişkilerinden halkın çıkarlarına doğru yönlendirmek mümkün müdür?
Eğer doğru değerlendirilirse sürecin çok iyi organize edilmesi mümkün. Çünkü devletin kurmay aklının, hükümetin yakın döneme dair birçok denemeleri oldu ve biz de hepsine tanığız. Yöneticiler eliyle bütün opsiyonların yeniden düşünülerek farklı bir sürece girilmesi gerektiğine dair bir zorunluluk var. Ama halkın da kendi opsiyonunu devreye sokması ya da hükümetin önüne zorunlu seçenek olarak koyması ve kabul ettirmesi elzemdir. Bunun için de halk hareketinin hem Kürtler nezdinde hem de Türkiye bağlamında ivme kazanması büyük bir önem arz eder.
Çok açık ve net ki, devlet hem içeride hem dışarıda şiddeti uygulayabileceği en üst seviyeye vardırmıştır. 6-7 yıldır aralıksız, içeride ve dışarıda çatışmalar, darbeler, operasyonlar, tutuklamalar amansızca sürdürülüyor Ekonominin tüm kaynakları savaş merkezli hedeflere göre planlanıyor. İç ve dış borçlar arttığı gibi, üretim ve ticarette istikrar yok. İşsizlik, fakirlik ve kronik kriz toplumu adeta pençelerinin arasına almış durumdadır.
Kürt meselesi ise mevcut boyutlarıyla daha karmaşık bir hal almış, adeta siyasete pranga vurmuştur. Sınır içinde ve dışında tüm politik, ekonomik, stratejik ve psikolojik reflekslerin merkezinde Kürtler var. Tek yöntem olarak şiddet esas alındığı ve çözüm üretilemediği için Kürtlerle devletin arası, Kürtlerle-Türklerin toplumsal bağları kopma düzeyindedir.
Ama gelin görün ki, bundan hala bir ders çıkarılmamış. Yani bir ülke kendi halkının çıkarları, iç barışı yerine başka ülkedeki değişimlere, ABD’deki seçimlere göre pozisyonunu ayarlıyor. Ne kadar talihsiz bir durum. Ve bundan dolayı halkımız da büyük zarar görüyor. Sadece Türkiye’de değil, Başur ve Rojava’da da öyle.
Gerek Türkiye için gerekse Kürtler için kazan kazan moduna geçilmesi mümkündür ve hatta artık bir zorunluluktur. Bunun neticesi de test edildi. Çok uzağa gitmeye gerek yok. 2000-2004 ve 2013-15 yılları arası göreceli olarak çatışmaların durduğu dönemdi. Ve bu dönemlerin öncülüğünü de adeta Sayın Öcalan yapıyordu.
Politik ve teorik perspektifleriyle hem Kürt siyasetinin karakterini değiştirdi, çağa, şartlara göre kendini yenilemesini sağladı hem de devletin demokratik zeminde Kürtlerle ilişkisini yeniden düzenlemesi ve de ekonomik, siyasal yeniden yapılanması için fırsat yarattı.
Ancak her iki dönemde de devlet nefes almak, gücünü konsolide etmek, savaş için yeni yapılanmaya gitmek, Kürtleri zayıf düşürmek için planlamasını yaptı. Aynı zamanda Türk toplumunun milliyetçilik, ırkçılık, muhafazarlık dümeninde boğulmasına sebep oldu. Toplum demokratik değerlerden, sivil haklardan, hoşgörüden, çoğulcu değerlerden uzaklaştı. Hakeza ekonomik, düşünsel, siyasal alan daraldı ve adeta dip yaptı.
Ancak devlet bütün çabalarına rağmen Kürt siyasetini çökertemedi. Seçilmişlerini, temsilcilerini tutukladı, kurumlarına el koydu ve sürgünlerine sebep oldu. Fakat hiçbir noktada mevcut siyasi aktörler ve birimler gerilemediği gibi, devletin şiddetine cevap veremeyen toplum, duruşu itibariyle de ne geri adım atmıştır, ne teslim olmuştur, ne de bu siyasete prim vermiştir. Aksine seçimler yoluyla olsun, başka ifade mekanizmalarıyla olsun söz söyleme fırsatını bulduğu anda tavrını ortaya koymuş, mevcut yaklaşımını red etmiştir. Daha da ötesi Kürtler bugün Türk devletine daha mesafelidirler. Türkiye’deki siyaset tıkanmıştır. Ancak Kürt siyasetini de tıkamıştır. İki taraf da daha çok savaş, savunma refleksleriyle reorganize olmuştur. Bu durumun farklılaşması gerekir. 90’lı yılların başından itibaren istikrarlı bir biçimde barışçıl müzakereler içinde olan Sayın Öcalan tam da ihtiyaç duyulan bir zamandadır. Çok geriye gitmeye gerek yok. 2013-15 yılları arasında çatışmaların durmasıyla Türkiye ekonomisinin gelişmesi, toplumun gerilimden uzaklaşması, demokratik çoğulculuğa inancın artması paralelinde, Kürtlerde de büyük bir heyecan dalgası oluşmuştu. Diyarbakır, Dersim, Van, Mardin, Hakkari gibi birçok bölge turizm, ekonomi, insanların topraklarına yeniden dönme ve üretime geçmeleri bağlamında dinamizm kazanmıştı. Kürt siyaseti, sivil toplumu çalışmalarıyla, enerjisiyle, çeşitliliğiyle, öğrenme kapasitesiyle umut vermişti. Devletin yapamadığı birçok işi toplum kendisi çözmüştü.
Bütün bu süreçlerin öncüsü Sayın Öcalan’dı. Çağrılarıyla, önermeleriyle, perspektifleriyle hem halk nazarında hem de devlet nazarında karşılık bulabiliyordu. Ne var ki, heba edildi. Çok hayıflanılması, üzerinde düşünülmesi gereken bir süreçtir.
Ama hala yeni bir şans yakalamak mümkün. Elde daha ciddi deneyimler var. Mesela Türk devletinin Başur’u işgal eğilimi, Rojava’ya yönelimi astarı yüzünden pahalıya mal olmuştur. Uluslararası konjonktür ve direniş bu hesapları boşa çıkarmıştır. Bunun ötesinde barışçıl bir ortamda, militer güçlerin devre dışı olacağı bir dönemde Başur’dan Rojava’ya Kürtlerin Türkiye ile ticari, ekonomi, sosyal, siyasal ilişkileri daha tutarlı, anlamlı ve gerçekçi bir alternatif olur. Bu Kürtlerin Türklerle ilişkisini Bakur’da da olumlu etkileyeceği gibi Ortadoğu bağlamında birçok meseleyi de çözecektir. Bu ve benzeri süreçlerin öncülüğünü yapmak farklı liderlikleri gerektirir. Salt plan, proje ve görüşmelerle, mühendislik düzenlemelerle aşamaların katledilmesi mümkün olmayabiliyor. Her iki toplum arasında kabul gören, şartları tüm halkların çıkarına değerlendirebilecek zihni kodların inşası gerekir ki şifreleri Öcalan’da mevcuttur.