Fransa’dan sonra Almanya’da da Türk faşistlerine yönelik yasak tartışmaları hararetlendi. Tartışmaların odağında “Bozkurtlar” veya “Ülkücüler” olarak anılan MHP taraftarları duruyor. On yıllardır Türk faşistlerinin derneklerinin yasaklanmasını talep edenler de bu tartışmaları sosyal medyada paylaşıyorlar. Görünüşte iyi bir şey, değil mi? Detaylar olmasa öyle. Çünkü sorun yasaklanma tartışmasının çok ötesinde.
Öncelikle Türk faşistlerinin Almanya geçmişlerinin çok eskilere, Hitler faşizmine dayandığını vurgulamak gerekiyor. “Rayh Güvenlik Polisinin” dönemin Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği bir mektupta, Mürşit Altaylı ve Nihal Atsız ile öğrencileri Alparslan Türkeş ile olan ilişkilerin “geliştirilip, genişletilmesinin savaş durumundan doğan bir zorunluluk” olduğu belirtiliyordu. Nitekim Kıbrıs doğumlu Türkeş daha sonraları Avusturya doğumlu Hitler’in “nasyonal sosyalizmini” kendi doktrini hâline getirdi. 1970’li yıllarda antifaşist tutumun güçlenmesi üzerine de “nasyonal sosyalizm” kavramını Türkçeleştirip partisinin bundan itibaren “milliyetçi toplumcu” olduğunu ilân etmişti.
Türk faşistlerinin Alman emperyalizmi ile dostane ilişkileri Hitler sonrasında da devam etti. Örneğin MHP ilk “Yurtdışı Kongresini” 1969 yılında Almanya’da gerçekleştirdi ve 9 Nisan 1973’de Alman makamlarının onayı ile Kempten’de “MHP Yurtdışı Temsilciliğini” açtı. 1976 Temmuz’unda Türkiye’de Anayasa Mahkemesi’nce partilerin yurt dışı temsilcilikleri yasaklanınca temsilciliğini kapattı, ama örgütlenme çalışmaları devam etti.
Bu proforma kapatma sonrasında Alman devletinin de koruyuculuğu altında 1978 Haziran’ında bizzat CDU’nun doğrudan desteği ile Schwarzenborn’da “Türk Federasyon” kuruldu. Alman gizli servislerinin yardımıyla Türkiye’de mahkemelerce aranan faşist katillere ikamet ve çalışma izinleri verildi. Türkeş sadece F.J. Strauss gibi devlet adamlarıyla değil, Alman Neo-Nazileriyle de iyi ilişkiler içerisindeydi. Hatta 28 Temmuz 1978’de MHP “Almanya Yürütme Kurulu Başkanlığına” gönderdiği bir genelgesinde, “ (…) öngörülen sonuçlar elde edilebilmesi için, NPD ile Partimiz arasında kurulu işbirliğinden, onların tecrübe ve yöntemlerinden Genel Merkezce gönderilen talimatlara istinaden yararlanılmalıdır” emrini veriyordu.
Türk faşistleri gerek 1980 sonrası Türk devletinin “Huzur Operasyonu” çerçevesinde Avrupa’da faili belli cinayetler işlerken, gerekse de bugüne dek devrimci-demokrat kesimlere karşı terör estirirlerken hem Türk devleti hem de Alman devletince desteklendiler. MHP bölünüp, Musa Serdar Çelebi gibi faşistler ATİB gibi federasyonları kurunca da hepsine yönelik destek devam etti. Bugün ATİB gibi örgütlenmeler F. Hükümetin “İslam Konferansı” veya “Entegrasyon Zirvesi” gibi kurumlarına üyeler ve maddi destek alıyorlar. Aynı zamanda faşist örgütlerin paravan şirketler üzerinden bütçelerini geliştirmelerine izin veriliyor.
Sadece Almanya’da değil, tüm Avrupa’da örgütlü olan Türk faşistleri çeşitli dernekler, federasyonlar, camiiler, şirketler vb. yapılanmalar ile Türkiyeli göçmenler arasında ırkçı-faşist tutumların yayılmasını sağlıyorlar. Tüm bunlar hükümetlerce yakinen bilinmekte. Şimdi semboller yasaklanmak isteniyorsa bunun ardında iyi niyet aramamak gerekir. Evet faşizm bir dünya görüşü değil, insanlık suçudur ve yasaklanmalıdır. Ancak 8.000 MİT elemanının alenen Almanya’da faaliyet göstermesine, MHP’liler dışında da faşistlerin örgütlenmesine, ırkçı-faşist “Türk-İslam-Sentezi” savunucularının federal kurumlarda yer almalarına izin veren Alman emperyalizminin bu yasaklama tartışmasının ardında, iç ve dış politika kaygılarının olduğu çok açık. Bunların neler olduğunu yer darlığından başka bir yazıda ele alacağız. Ancak şimdiden Türk faşistlerinin bu tartışma sonrasında daha güçlenerek ve daha saldırganlaşarak çıkabileceklerine pek şaşmamak gerekir diyebiliriz.