Yaprak dökümü tanımı naif kalır, kaçış ise muhtemelen “biraz abartılı” gelir birilerine. Elini kolunu sallayarak, gözümüzün içine baka baka gitti, hiçbir şey olmamış gibi, bütün yaşanmışlıkları yok sayarak, sis bulutunun içine karıştı.
Son anına kadar da kutsal bellediklerine, içinde yaşadıkları cennete iman ederek çalıştı; sağlıklıydı, gençti, sorun nedir bilmezdi, hayatındaki her şey toz pembeydi. Her alanda yaşadığı mutlulukla onu her gördüğümüzde kendi yaşadıklarımızdan şüphe etmeye başlamıştık. Bolluk ve bereketin, eşitlik ve adaletin nasıl hepimizi sarıp sarmaladığını dili döndüğünce anlatıp durdu. Ama giderken dertliydi, kırgın ve incinmişti. Dokunsan ağlayacak gibiydi. Sonunda o da iman ettiği cennetten kovulmuştu. Hassas, kırılgan, naif tabiatı yıllarca tanık olduğu ancak son anda kendisine dert etmeye karar verdiği “atın ve itin izlerinin karışmasına” dayanamadı. O kadar incinmişti ki her gün birkaç kez görmeye nail olduğumuz yüzünü o tatlı göz kırpmalarını, sevecen bakışlarını bizden esirgeyerek gitti. Bir daha kendisini gören olmadı. Kuytu bir köşede, varlığından nefret ettikleri sosyal medyadan üstelik de Instagram’a içini dökerek gitti. Koca ülke 28 saat boyunca sadece istifasının gerçek olup olmadığını değil kendisinin de varlığı ile yokluğu arasında kabir azabı yaşadı. Bir yalan gibi yok olmuştu.
Ülkenin ekonomisi gibi kendisinin de son derece genç, dinamik, sağlıklı olduğuna hepimizi inandırmaya çalışmıştı. Ancak son veda ile sadece kendisinin değil, kurdukları her şeyin “hastalığını” da ilan etti. O kadar içerlenmişti ki, neredeyse bütün ülke kendisine borçluymuş, hep birlikte kendisine nankörlük etmişiz gibi bir ruh haline girmişti. “Gördünüz mü benim gibi birine neler yaptıklarını, sorgusuz sualsiz adanmışlığım bile işe yaramadı; buna karşı sessiz ve duyarsız mı kalacaksınız?” isyanıyla hepimizin yüreğini dağladı!
Hepimize pazarladıkları sahte cennet vaatlerine böyle inanmamızı istemişlerdi. Ama damadın “zamansız” gidişiyle o sahte Hasan Sabah cenneti de çöktü. “Sorun yok, ekonomi tıkırında, halkımız mutluluktan uçuyor, dünya bizi kıskanıyor, bir ülkede bu kadar da demokrasi ve özgürlük olmaz ki” tezleri yerle yeksan oldu. Bir kez daha toplumun artık “Saraylılar ve ahali” olarak keskin bir biçimde ikiye ayrıldığı hakikati ortaya çıktı. Ahali bu kadar açken, işsizken, saldırıya ve hakarete uğruyorken, Saraylıların da kendi cennetlerinde rahat yüzü görmeyeceklerini damadın gidişi ortaya koydu. Hikaye Saraylıların itiraflarıyla yeni baştan kendi gerçek anlamına kavuşuyor, yeniden anlam kazanmaya başlıyor. Yarattıkları bütün sahte görüntülere karşı, hayatları boyunca ülkenin çok kimlikli, çok kültürlü, binbir çiçekli gerçeğine karşı; tekçi, renksiz, tek düze, yavan, saldırgan, inkarcı bir düzen yaratmaya çalıştıkları, en sonunda bu girdapta kendilerinin de bir bir yitip gittikleri, yalan oldukları bir kez daha ortaya çıktı.
Damadın gidişi ülkede buruk bir bayram sevinci yarattı. Toplumun burukluğu, bize yaptıklarının hesabını alışkın oldukları gibi bir kez daha ödemeden, arkalarına bile bakmadan gitmelerinden kaynaklanıyor. Damadın tek başına gitmesinden, sevdiklerini, imanla aşkla hizmet ettiklerini yanına almadan gitmesinden kaynaklanıyor. Ama buruk da olsa toplumun sevincini küçümsememek, yabana atmamak gerekir. Çünkü bu kaçışın yolu bir kez açıldı mı, sıvışmak için bir kanal açıldı mı, arkasından giden çok olur. Geminin uzun süredir su aldığını hepimiz biliyorduk. Israrla bizi de “hepimiz aynı gemideyiz” diyerek günahlarına ortak etmeye çalışmaları boşuna değildi. Kaptan köşkünden bile kaçışlar başladıysa artık bunu durdurmalarının imkanı yok. Yalan rüzgarı tersine döndü, tümüyle çökmek üzere.
Elbette toplumun en büyük sevinci sadece damadın gidişinden kaynaklanmıyor; itirazının, kendisine dayatılan yaşamı kabul etmemesinin sonuç aldığını görmesinden kaynaklanıyor. Durup beklemeden, “nasıl olsa bunlar gidecekler” demeden, itirazı büyütmenin halkın iliğini emen bu saadet zincirini kıracağını toplum çok iyi biliyor. Damadın sadece canı istediği ya da mızıkçılık yapmak için çekip gitmediğini bilecek kadar büyük bir ferasete sahip bu toplum.
Saraylıların yüzündeki o sahte mutlu sırıtışının donmasını sağlayan bu toplumun ve halkın mücadelesi ve itirazıdır. Bize çektirdikleri her acının korkusunu her gün yaşıyorlar, yaşamaya devam edecekler.
Yeni dönem devrimciliğinin de, mücadelenin de, yurtseverliğinin de kriteri bu saadet zincirine, Saraylılar rejimine karşı ortak bir mücadele örgütlemektir. Katlettikleri her bir kavramı yeniden anlamına kavuşturmak, bunun için anlam anlayışını derinleştirmektir. En çok gerçekten korktuklarına göre her yerde hakikati gözlerine gözlerine sokmaktır. Toplumun bu konuda kendisine inancı da, güveni de tam. Yeter ki bu topluma öncülük iddiasında olanlar yüksek siyaset içinde gerçeği ıskalamasınlar.