“Benim fikrim ve kanaatim şudur ki, dost da düşman da bilsin ki; bu memleketin efendisi Türk’tür. Öz Türk olmayanın, Türk vatanında bir hakkı vardır oda hizmetçi olmaktır, köle olmaktır. Dost ve düşman hatta dağlar bu hakikati böyle bilsin.” Şükrü KAYA,19 Eylül 1930 Hakimiyet-i Milliye gazetesinde.
Mevsim sonbahar aylardan kasım, Rêya Hakk Alevî inancının kadim coğrafyası, mekane Duzgun Bawa, Ana Hita’nın memelerinden akan sütten görünür olan Duzgun Bawa’nın diyarı, Sey Rıza’nın ruhunun devriye olduğu Dersim coğrafyası için Tertele mevsimidir. Dersim her dönemin ötekisidir.15 Kasım 1937 tarihinde Pir Sey Rıza ve Munzur suyuna üç çakıl taşı atıp ikrarlaştıkları candaşları ile katledildiler.
Osmanlıdan günümüze kadar geçen zamanda ordu, bürokrasi ve siyasal partiler arasında görünürde anlaşmazlık, çatışmalar, farklı söylemler olsa da söz konusu “ötekilerin kimliği” olunca devamlı ortak davrandılar. Bu ortaklık Cumhuriyet Modernitesinin kurulması ile günümüze kadar devam etti. Makbul vatandaş “Türk’tür, Türkçe konuşur ve mezhebul Hanifi’dir.” Başta gayri Müslimler ve bu topraklarda yaşayan tüm Müslümanlar Türk ulusunu oluşturur ve Türkleşmelidir konusunda devlet erkanı fikir birliğine varmıştı. Bu zihniyetin dışında olan bütün muhaliflerin yok edilmesi siyaseti Cumhuriyet modernitesinin devlet kurumlarının ortak aklıdır. Yeni ulus devlet anlayışı “Homojen Toplum” oluşturma üzerine kurulmuştu. Toplumsal homojenleştirme “çağdaş uygarlık” söylemi üzerine inşa ediliyordu. Devlete bulaşmamış Rıza toplumu sürekleri; farklı etnik yapılar, klanlar, mezhepler, aşiretler bu öznelere ait kültürel birikimlerin, farklılıkların ortadan kaldırılması “medeniyetin” gereği gibi gerekçelerle rasyonalize ediliyordu. Bunu gerçekleştirmek için devletin bütün kurumları seferber oluyordu. Her türlü baskı ve ideolojik aygıtlar bunun için yedi gün yirmi dört saat hizmet vermekteydi! Cumhuriyet modernitesi yukarıdan aşağıya toplumsal yapıyı amaçları doğrultusunda inşa etmenin bütün araçlarını oluşturmuş, bu proje devlet eliyle yürütülüyordu.
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş çok güçlü bir zihinsel mücadele, devrimsel bir hamle ile gerçekleşmedi. Cumhuriyet’in kadroları Osmanlı’nın tedrisatından mezun olmuşlardı, ötekilere yönelik siyasetleri farklı araçlarla devam etse de okumaları hep aynı olmuştur. Dönemsel olarak araçlar ve aktörler farklı olabilir ama senaryo hep aynı senaryoydu.
Osmanlı’nın Avrupa ile ilişkileri daha çok devlet memurları üzerinden gelişmiştir; çoğu bürokraside görev almış, bir kısmı asker olan batı hayranı mantalite, toplumdan uzak, elit, asker ve bürokrat kesimdir. Doğal olarak bir devrimsel hamle ile değil, Osmanlı devlet sisteminin ömrünü uzatmak gayreti belirleyicidir. Osmanlı’nın kaybettiği bakiyeyi kurtaramayınca, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmak hedeflenmiştir. Bu kadrolar modernist cumhuriyetin ulus devlet anlayışının portresini çizdiler. Yeni ulus devlet anlayışının ötekileri, gayri Müslimler, Alevîler ve Kürtlerdir.
Cumhuriyetin ulus devlet modeli inşasında belirleyici faktörün öteki olduğu, bu ötekininse inanç bakımında Aleviler, etnik bakımdan ise Kürtler olduğunu dünya aleme duyurdular. Ötekisi tanımlanırken aşağılanan, hedef gösterilen, kötü, ahlaksız, feodal, kaba, gerici, medenileşmemiş şeklinde kavramlarla tanımlanmıştır. Ulus devlet yeni kimliğini inşa ederken kimliğinin kabulü ötekinin korkulur hale getirilmesi ile doğru orantılıdır. Öteki gericidir, korkulası gerekiyor, her türlü kötülüğe meyillidir ama rahatlıkla kontrol altınada alına bilinir algısı devamlı canlı tutuldu.
Aleviler sadece Osmanlılar döneminde katliamlara uğramadılar. Osmanlılar döneminde “mülhit, zındık, kızılbaş, ışık taifesi, kâfir” diyerek katlı vaciplenirken, cumhuriyetle beraber ulus devlet anlayışının “Türk İslam” anlayışı çerçevesinde dinselleşmesi gerekenler listesine alındı.
Özellikle Kürt Aleviler hem etnik olarak hem de inançlarına yönelik yoğun katliamlara uğradılar. Bu hakikat bilince çıkarılmazsa Alevilerce yapılacak siyaset Alevilere özgürlük alanı açamaz.