Biden tarafından Türkiye’ye yönelik alınacak herhangi bir karar hesapsız ve acele ile alınacak bir karar olmayacaktır. Suriye ve Türkiye dış politikası konusunda iktidarın canını sıkabilecek kararlar alabilir
Taylan Durmuş
Her ne kadar mevcut Başkan Donald Trump aksini iddia ediyor olsa da, şu an itibariyle resmi olmayan sonuçlara göre ABD’nin 46. Başkanı Joe Biden ve Başkan Yardımcısı Kamala Harris olarak seçildi.
Önce kısaca temel istatistiklere bir bakalım. Şu ana kadar sayılan oylara göre adayların oy dağılımı şöyle: Joe Biden: 71.245.602 (yüzde 50.7) – 290 Seçmenler Kurulu Üyesi; Donald Trump 70.821.392 (yüzde 47.7) – 214 Seçmenler Kurulu Üyesi. (1)
Bu oy dağılımına göre Joe Biden, ABD tarihinde en yüksek oyla seçilen başkan olarak karşımıza çıkıyor. Tabi ironik bir şekilde Trump da yine ABD tarihinde en yüksek oyla seçimi kaybeden aday unvanını elde ediyor
Seçime katılım oranının yüzde 70’e yakın çıkması bekleniyor ki bu son yüz yılda ABD’de görülmüş olan en yüksek katılım oranı
Seçime giden yol
Bundan dört yıl önce, Kasım 2016’daki seçimin arifesinde o dönem Demokratların adayı olan Hilary Clinton’un siyaset sahnesine daha henüz çıkan ve birçok siyaset yorumcusu tarafından “şaka” olarak nitelendirilen Donald Trump karşısında ipi son derece rahat bir şekilde göğüsleyeceği öngörülüyordu. Dahası ABD ve tüm dünya, ABD’nin ilk kadın başkanını karşılamaya hazırlanıyordu.
Fakat seçimin ertesi sabahı dünya bambaşka bir realiteye uyandı. Clinton sadece seçimi kaybetmekle kalmamış, geleneksel olarak Demokrat tabana sahip stratejik öneme sahip birçok eyaletin rengi maviden kırmızıya dönmüştü. ABD başta olmak üzere dünya bir taraftan kolektif bir şok yaşarken, diğer taraftan da Trumpizmin doğumuna tanıklık ediyordu.
2019 yılının sonuna gelindiğinde ise Trump artık gücünün zirvesinde görünüyor ve bir yıldan az bir süre sonra yapılacak seçimlerde Demokratların bu duruma nasıl bir tepki vereceği (veya veremeyeceği) tartışılıyordu.
Pandemi hesabı şaşırttı
Ancak 2020’nin Mart ayı ile birlikte hiç de hesapta olmayan bir gelişme yaşandı: Covid-19 Pandemisi. Aralık 2019’da Çin’in Wuhan kentinden ortaya çıkan bu yeni Sars türü virüs çok kısa bir süre içinde Asya’ya, devamında Avrupa’ya yayıldı ve nihayetinde ABD’nin kapısına dayandı ve virüsün küresel pandemi statüsü tescillendi.
ABD’de ilk vakalar görülmeye başlandığında Trump (kendine yakışır bir biçimde) önce bunun bir komplo olduğu belirterek Çin’i suçladı. Virüsün hız kazanmaya başladığı ilerleyen günlerde ise Trump, bu virüsün abartıldığı kadar tehlikeli olmadığını ve çok basit önlemlerle (vücuda dezenfektan zerk edilmesi gibi) ABD’lilerin virüsün etkilerinden kolayca kurtulabileceklerini belirtti.
Virüsün realitesi gün be gün kendini daha da fazla hissettirdikçe Trump, saçma sapan açıklamalarına ve son derece yanıltıcı söylemlerine kendini daha da kaptırarak devam etti. Kasım 2020’ye gelindiğinde ABD’deki durum tam bir felaketti: 10.282.000 vaka ve 243.737 ölüm!
Büyük Depresyon
Trump’un Covid-19 konusunda nasıl bir sınav verdiğini daha fazla tartışmamıza gerek yok. Bu süreçte pandemi sadece can almakla kalmadı, her ülkede olduğu gibi ABD ekonomisini de ağır bir şekilde vurdu. Pandemi öncesinde halihazırda resesyon sinyalleri veren ABD ekonomisinde pandemi ile birlikte işsizlik oranları ve devlet yardımlarına başvuru rakamları çok hızlı bir şekilde yükseldi. ABD halkı bir taraftan açlığa itilirken diğer taraftan da süreci hiçbir şekilde yönetemeyen bir Başkan ile yaşamak zorunda kaldı.
‘Black Lives Matter’ isyanı
2020 yılında, pandemi ile birlikte ABD için çok önemli gelişme daha yaşandı. 25 Mayıs 2020 tarihinde, Minneapolis Polis Teşkilatı’ndan polis memuru D. Chauvin, sahte çek kullanımı suçlamasıyla gözaltına almaya çalıştığı Afro-Amerikalı George Floyd’u, boğazına dizini dayayarak katletti ve bu cinayetin video görüntüleri ortaya çıktı.
Videoda Floyd’un defalarca “nefes alamıyorum” yakarışına rağmen Chauvin’in ısrarlı bir biçimde hareketinin sürdürdüğü ve Floyd’un bu hareketten dolayı nefessiz kalarak can verdiği açıkça milyonlar tarafından izlendi.
Videonun sosyal medya ve diğer internet mecralarına düşmesini takiben çok kısa bir süre içinde ABD’nin birçok kentinde, Afro-Amerikalıların öncülüğünde halk sokaklara döküldü ve büyük kitlesel eylemler başladı.
İlerleyen günlerde “Black Lives Matter” yani “Siyahi Hayatlar Önemlidir” ismini alan bu eylemlerin en önemli sloganlarından biri de Floyd’un can verirken sarf ettiği “nefes alamıyorum” cümlesiydi.
Seçim nasıl kazanıldı?
Yukarıda vurguladığımız gibi; pandemi, ekonomi ve “Black Lives Matter” hareketinin öne çıktığı 2020 yılının ilk 11 ayında, seçime çok kısa bir süre kalana kadar yapılan anketlerin çoğu Biden’in Trump’a en az yüzde 8 fark atacağını öngörüyordu.
Seçim gecesi ilk sonuçlar gelmeye başladığında tablo hiç de beklendiği gibi değildi. Bizim de Türkiye’deki seçimlerden son derece aşina olduğumuz bir şekilde, sayılan ilk oylar Trump’ın yarışı önde götürdüğüne işaret ediyordu.
Verilerin bu yönde gelmesinin en önemli nedeni, sayılan ilk oyların daha ziyade Trump ve Cumhuriyetçilerin güçlü olduğu kırsal olarak nitelendirebileceğimiz yerlerden derlenen veriler olmasıydı.
İlerleyen saatlerde, oylar sayılmaya devam edildikçe kızaran ABD haritasının renk tonu yavaş yavaş maviye doğru kayıyordu. Biden’ın uzun süre geride götürdüğü Minnesota eyaletinin son virajda Demokratların eline geçmesi aslında seçimin bundan sonraki seyrine de ışık tutuyordu.
Nihayetinde 7 Kasım Cumartesi günü Pennsylvania’nın sonucu açıklandığında Biden için zaferini ilan etmek vakti gelmişti. Özellikle belirttiğimiz bu anahtar eyaletlerde seçimin Biden lehine dönmesindeki en önemli etkenlerin başında kuşkusuz, geçtiğimiz seçimlerde geleneksel olarak sandıktan uzak duran ve kendini seçim sürecinden dışlanmış hisseden Afro-Amerikalıların daha önce görülmemiş şekilde yüksek oranda oy kullanmaları ve seçimin öncesinde ve sonrasında sürece sahip çıkmaları oldu.
Seçim süreci ve Trump
Trump, seçim kampanyası boyunca farklı mecralarda ve farklı tarihlerde Demokratların seçimlerde hile yapacağını ve bundan dolayı olası bir seçim yenilgisini kabul etmeyeceğini açıkladı.
Bu beyanları ile tutarlı bir şekilde oy sayımının henüz başı sayılabilecek bir noktada seçimi kendisinin kazandığını iddia etti. Devamında, Biden yavaş yavaş yükselmeye başladığında bu sefer, son derece yüksek orandaki oylarının giderek erimesinde “kesinlikle bir şeylerin olduğunu” ima etti. Bununla da yetinmeyerek, Cumhuriyetçi gözlemcilerin oy sayımında gözlemci olarak dâhil edilmediği iddiasıyla bazı eyaletlerde sayımın durdurulması gerektiğini ve bunun için yasal işlem başlatacağını vurguladı. Tahmin edileceği gibi iddialarının hiçbirinin ne kanıtı, ne de yasal bir dayanağı bulunuyordu.
Gerek ABD konvansiyonel medyası gerekse sosyal medya Trump’ın bu iddialarına prim vermedi ve konu ile ilgili yaptıkları haberlerde bu iddiaların açıkça yalan olduklarını beyan ettiler.
Çok daha dikkat çekici bir durum ise, geleneksel olarak Cumhuriyetçilerin yanında yer alan ve son dört yıldır Trump’a koşulsuz destek veren FOX Medya grubunun da Trump’ın iddialarına pek itibar etmemesi oldu.
Cumartesi akşamı (Avrupa saati ile) Biden’ın Başkan ilan edilmesi ile birlikte dünya liderleri art arda kutlama mesajları yayınlamaya başladı. Şu an itibariyle, Biden’ı kutlamayan ülkeler arasında öne çıkan ülkelerse Çin, Rusya, Brezilya ve Türkiye!
Seçimin olası yansımaları
Bu makalenin kaleme alındığı saat itibariyle Trump her ne kadar yenilgiyi kabul etmemiş gözükse ve seçim sonuçları ile ilgili yasal bir savaş başlatacağını belirtse de, ABD’yi artık en az dört yıl boyunca bir Demokrat başkan yönetecek. Bu derece kutuplaşmış bir ülkenin, mevcut sorunları ile birlikte yönetilmesi gerçekten zor bir görev olarak gözüküyor. Demokratların Senato’da henüz çoğunluk sağlayamamış ve belki de sağlayamayacak olması da bu durumu zorlaştıran etkenlerden biri.
Ancak; işin teknik kısmı ne olursa olsun bu seçim sonucunda sadece ABD değil tüm dünyanın “Nefes Aldığını” belirtmemiz hiç de abartı olmaz.
Kabul etmemiz gerekir ki, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ABD’nin yönetimsel anlamda yaşadığı her değişim dünyayı doğrudan etkiliyor. Kore savaşından, Vietnam’a; Küba Füze Krizi’nden 11 Eylül’e, 2008 Krizi’nden Covid-19 Pandemisine (daha doğrusu pandeminin yönetilmesine) kadar dünyanın yakın geçmişini şekillendiren her olayda ABD Başkan ve yönetimlerinin doğrudan veya dolaylı payı yadsınamaz.
Bu bağlamda, faşist Jair Bolsanero’nun 2018 yılında Brezilya’nın devlet başkanı seçilmesi, yine aynı yıl Çin Komünist Partisi Genel Sekreteri Xi Jinping’in bir anayasal değişiklik ile teknik olarak ömür boyu lider kalma durumu, aynı şekilde Putin’in kendi başkanlığını garanti altına alan anayasa değişikliği, sağcı-popülist Boris Johnson’un 2019 yılında İngiltere’de kazandığı seçim, Victor Orban ve Rodrigo Dutarte gibi diktatöryel liderlerin ülkelerindeki güçlerini konsolide etmiş olmaları ve Türkiye’deki rejimin giderek otoriterleşmesi ABD’nin bu dönemde Trump tarafından yönetilmiş olmasından ayrı tutulamaz.
Biden ve ABD-Türkiye ilişkileri
Partili Cumhurbaşkanı Erdoğan her ne kadar Trump’tan çok daha önce iktidara gelmiş ve dahası ondan önce Cumhurbaşkanı seçilmiş olsa da, Kasım 2016’dan bu yana Türkiye siyasetinde yaşananları ABD ve Trump’tan bağımsız olarak düşünmemiz doğru olmaz.
İktidara geldikten sonra “güçlü adamlarla” çalışmayı ve müzakere etmeyi sevdiğini beyan eden Trump’ın ABD dış politikasındaki tutarsızlık ve öngörüsüzlükleri, Türkiye’nin dış politikasında (özellikle çatışma bölgelerinde) iktidara enteresan manevra alanları açtı ve Trump, Cumhurbaşkanı tarafından gerekli hallerde “ikna edilebilir” bir mevkidaş olarak lanse edildi.
Biden ile ilgili ilk aklımıza gelen, Biden’ın zamanında Türkiye’deki iktidarın demokratik yollarla değişmesi gerektiğini belirttiği açıklaması oluyor. Yukarıda belirttiğimiz nedenler ve Biden’ın bu tarz bir politika izleyebileceği endişesi ile Türkiye’deki Havuz Medyası ABD seçimleri öncesinde ve sırasında çoğunlukla Trump’ın tarafında bir görüntü sergiledi. Görülen o ki Türkiye’deki müesses nizam, Biden veya daha genelinde ABD Senatosu’nun devam eden Halkbank davası ve benzeri gerekçelerle Türkiye’ye yaptırım uygulamasından kaygı duyuyor.
Bunlar anlaşılabilir kaygılar olmakla birlikte unutulmaması gerekir ki Biden göreve resmi olarak Ocak 2021’de başlayacak. Dahası göreve gelmesi ile ele almak zorunda olacağı konular (pandemi gibi) arasında Türkiye başlığı listenin ilk sıralarında olmayacak.
Dahası ne olursa olsun, Türkiye bir NATO üyesi ve Biden yönetimi tarafından Türkiye’ye yönelik alınacak herhangi bir karar hesapsızca ve acele ile alınacak bir karar olmayacaktır.
Yine de Biden yönetiminin özellikle Suriye ve genel anlamda Türkiye dış politikası konusunda iktidarı sıkıştırabilecek veya en hafif tabirle iktidarın canını sıkabilecek kararlar alacağını öngörmek mümkün.
Tabi Türkiye özelinde daha sağlıklı bir yorum yapılabilmesi için henüz erken. Unutmamak gerekir ki şu saat itibariyle Trump halen yenilgiyi kabul etmedi ve öyle gözüküyor ki koltuğunu vakur bir biçimde bırakmayacak.
Gelecek birkaç hafta, hatta ay da ABD’deki sürecin nasıl işleyeceğinden bağımsız olarak; son 4 yıldır yaşanan çılgınlıktan ve sürreal kabustan sonra, tüm dünya en azından taze bir “nefes aldığını” hissediyor.
(1) Başkan seçilebilmek için 270 Seçmenler Kurulu Üyesi sayısına ulaşılması gerekiyor. Şu an itibariyle Georgia Eyaletinde oylar yeniden sayıma tabi tutulacağından ve North Carolina’da kazanın henüz belli olmamasından dolayı Seçmenler Kurulu rakamlarında da değişiklikler yaşanacaktır.