Okuduğunuz satırlar kaleme alınırken henüz ABD Başkanlık Seçimleri’nin (resmi) galibi belli olmamıştı. Eğer Trump kendini mahkemeler üzerinden galip ilân ettirme stratejisini sürdürürse, kesin sonuçları öğrenmek için muhtemelen 20 Ocak 2021’i beklememiz gerekecek. Ancak sonuçların daha önce kesinleşmesi ve Trump’tan avantajlı görünen Biden’in kazanması durumunda dahi süreklilik kazanan belirsizlik ortamı değişmeyecek. Çünkü belirsizlik günümüz emperyalist-kapitalist dünya düzeninin “yeni normali” oldu artık.
Şüphesiz seçim sonuçları, seçimlere katılımın artmasının nedenleri, seçmen kitlelerindeki kayışlar vs. üzerine çok sayıda değerli analizler yapılacak ve bunlardan öğrenebileceğimiz çok şey olacaktır. Gene de bunları beklemeden yapabileceğimiz bazı tespitler var.
Bir kere en başta kuvvetler ayrılığı ve hukukun üstünlüğüne dayanan burjuva demokrasilerinin içinin tamamen oyulduğunu tespit edebiliriz. Sadece toplum değil, egemen sınıflar da artık burjuva demokrasisinin işleyişine, kurallarına ve hukuka güvenmemektedirler. Tekelci burjuvazi de bu nedenle kapitalizmin yapısal sorunlarının yarattığı devasa meydan okumalara parlamenter diktatörlükler oluşturarak yanıt vermektedir.
İkincisi, egemenlik aracı olarak kullanılan kutuplaştırma stratejisi egemen sınıfları da zora sokmaktadır. Kutuplaştırma, ortaya çıkardığı sonuçlarla hem egemen sınıflar arasında mutabakatı ve kurallı rekabeti düzenleyen hukuku zedelemekte, hem de sermaye fraksiyonları ve emperyalist güçler arasındaki çelişkileri keskinleştirmektedir.
Bununla bağlantılı olarak, üçüncüsü, ivme kazanan eşitsizlik ve toplumsal bölünme süreçleri siyasi ve ekonomik elitlere, hükümetlere ve devlet kurumlarına, yaygın medyaya ve sivil yapılanmalara karşı güvensizliği artırmakta ve dolayısıyla egemen siyaset için zorunlu olan toplumsal rıza üretimini zorlaştırmaktadır. Bugün egemen siyasetin meşruiyeti için toplumsal çoğunluk yerine, toplumun yarısının onayını almak yeterli görülmektedir.
Aynı zamanda, dördüncüsü, emperyalist burjuvaziler iktidarlarını sürdürmelerine, parlamentoları ve uluslararası kurumları işlevsizleştirmelerine, yerküre üzerinde yaratılan zenginlikleri daha da pervasızca gasp etmelerine ve militarist aparatlarının üstün gücüne rağmen çoklu kriz ortamını aşamamakta, çözümsüzlükten kurtulamamaktadırlar. Böylelikle güvencesizliklerin ve çelişkilerin derinleşmesinin önüne geçememektedirler.
Bu gelişme, pandemi, iklim krizi ve kapitalizme içkin tüm yapısal sorunlarla birlikte belirsizlik ve güvencesizliğin süreklilik kazanmasına neden olmaktadır. ABD Başkanı kim olursa olsun, bu meşum gelişmeyi verili koşullar altında geriye döndürmek olanaklı değildir. Genel anlamıyla uzun sürecek bir belirsizlik dönemi içine girdiğimiz kesinleşmiştir.
Hâlihazırda bu gelişmeleri en iyi okuyanın Alman emperyalizmi olduğunu söylemek mümkündür. Nihâyetinde belirsizlik ortamı en fazla Almanya’daki sermaye fraksiyonlarının çıkarlarına ters düşmektedir. O nedenle ister “Transatlantikçi” olsun, isterse de “Avrupacı”, tüm Alman sermayesi hem ABD ile güvenlik ortaklığını devam ettirmek, hem de “hükümran Avrupa” olarak ABD’nden bağımsızlaşmak için birlikte yollar aramaktadırlar. Bu arayış kim ABD Başkanı olursa olsun devam edecektir. CDU Meclis Grup Başkanvekili Johann Wadephul’un dediği gibi, Almanya “daha fazla Avrupacı olacak, ama Transatlantikçi kalacaktır”. Almanya belirsizlik ortamını bu stratejiyle aşmak istiyor, ama gerek AB’nin parçalı durumuna gerekse de ABD’nin üstün askeri gücüne baktığımızda başarılı olabileceğini henüz göremiyoruz. Görülebilen tek şey dünya çapında belirsizliğin karanlık bulutlarının toplandığıdır.