Malum, tutukluluğumuzun sene-i devriyesi geldi. Bu nedenle bir kez daha yakın ve uzak geçmişi, bugünü, muhtemelen yarını harmanlayarak düşünmeye vesile oldu. Aradan 4 yıl geçmiş; kim ne kazandı-kaybetti, kaybedenler mi kazandı tartışılır. Artık bir yanıyla da tarihin konusu. Kimse dünyayı zincire vuramayacağına göre her dönüşünde kaçınılmaz hakikate varacaktır.
Bundan 87 yıl önce, yeni yetme Hitler iktidarı tarafından parlamentoyu yakma suçlamasıyla yargılanan Dimitrov da böyle diyordu: Eppur si muove ( Her şeye rağmen dünya dönüyor) … Bulgar kökenli enternasyonal devrimcinin, dünya yuvarlak ve dönüyor iddiasını ortaya attığı için enginizisyon mahkemesince idama mahkum edilen Galilei’den alıntılayarak söylediği bu sözler, hakikatin mutlaka kazanacağına olan derin inancı yansıtıyordu. Bugün eski bir kitabın sararmış yapraklarını hafıza tazelemek için karıştırıken, faşizmin tarihinden bugüne ne kadar benzer yollardan geçildiğini görüyorum. Bu da bir yanıyla doğal; zira devrimsel bir sıçrama olmadığı müddetçe faşizme ve tüm gerici ideolojiler geçmişi taklit, kendini tekrar etmeye müsait. Türkiye bu devrimsel sıçramayı yaşamadığı için, geçmişten bugüne kah Nazizmin kah Musoli’nin kah Franko faşizminin taklit ve kopya edildiği rejimlere mecbur kalmış.
Darbeler, komplolar, yalan-manipülasyon ağı, silaha dönüştürülmüş yargı aparatıyla muhalefetin ve halkın etkisizleştirilmesi yöntemleri faşist sistemler tarafından kurumsal olarak kullanılıyor. Dimitrov ve üç yoldaşının kundakçılıkla ve halkı isyana teşvik suçlamasıyla tutuklanarak yargılanması da bu açıdan tipik ve tarihseldir. Hem faşizmin kurumsallaşmasını hem de antifaşist direnişin-duruşun nasıl olması gerektiğini gösteren bir örnektir. Sonradan ortaya çıktığı üzere Reichtac’ın yakılması, seçim yoluyla iktidara gelmiş olsa da yoluna iktidara el koyarak devam etmek isteyen Hitler partisinin ajan provokatör saldırısıdır. Yangının ertesi günü Nazi partisi OHAL ilan eder, anayasa temel haklar askıya alınır, sendikalara, dönemin komünist ve sosyal demokratlarına saldırı ve tasfiye süreci başlatılır. Dahası, failinin kendisi olduğu parlamentonun yakılması saldırısını kullanarak, kısmi temsili demokratik sistemide tasfiye eder.
Aradan bir yıl geçtikten sonra Dimitrov ve yoldaşlarının suçsuzluğu, sadece komünist enternasyonele üye oldukları, yaklaşan faşizm tehlikesine karşı işçi ve emekçileri birleştirmeye çalıştıkları için siyasi kasta kurban edildikleri, bütün dünyanın malumudur. Yalancı tanık ve maşa olarak kullanılan provokatörler de bir bir ifşa olur. Ama “Atı alan Üsküdar’ı geçmiştir” artık. Siyasi komploya başlayan Hitler faşizminin kurumlaşma süreci, parlementoya ve temsili demokratik sisteme darbeyle devam eder. Sonrası bilinen hikaye. Avrupa’yı ve dünyayı kasıp kavuran faşizm musibeti karşısında papazlar bile özeleştiri vermek zorunda kalır. Niyesi malum; Naziler işe önce koministlerden ve sendikalarından başladığında ses çıkarmayan çoğunluğun arasındalar çünkü.
Günümüz Türkiye’sinin koministleri ve sendikaları da Kürtler ve HDP’liler sanırım. Zira faşizm işe hep buradan başlıyor. 2016 4 Kasım’ında parlamentonun bombalanması, Kürt kentlerinin cayır cayır yakılması, art arda kitle katlialmarının gerçekleşmesi sonrası tutuklandığımızda, başka bir sürecin başlatıldığının farkındaydık. Ama olayın asıl önemli yanı, bizim dışımızdakilerin 1930’ların Almanyası’ndaki muhalefete korkunç benzerliği. Direnenler gücü yettiğince bu korkunç gidişata karşı duruyor, ama hala sıranın kendine gelmediğini ve düşünenler siyaseti kilitlemeye devam ediyor. Tıpkı 30’lar Avrupası’nda faşizme karşı mücadele zorunluluğunu reddeden, hatta onu “yoldan çıkmış” sendikaları hizaya getirmek, haz etmedikleri ve rakip gördükleri sosyalist-komünist hareketi tasfiye etmek için dolaylı bir fırsat olarak gören sosyal demokratlar gibi… Onlar ve başkaları, nasıl olsa bir gün- bir şekilde- faşizmi kontrol altına alabileceklerine inanıyorlardı. Olmadı; bunun için bir dünya savaşının yaşanması ve 50 milyon insanın ölmesi gerekti.
Ama sözü edilen deneyim bize, politikada tarihsel hatalar kadar tarihsel inisiyatiflerin de belirleyici olduğunu anlatıyor. Yaşamın üzerine çöken faşizmin ağırlığı altında birleşik halk cephelerini kuranların, mücadelesini geliştirenlerin inisiyatifi toplumun kaderini belirlemiştir. Dimitrov ve yoldaşlarını yargılayan mahkemeler, onlara talimat verip yönetenler kaybetmiştir; hem de çok kötü kaybetmiştir.