Biri iktidarda iken, diğeri ana muhalefet oluyor. Tahterevalli gibi biri inip biri çıkıyor. İki farklı parti gibi görünmelerine karşın, ikisi de ülkede egemen olan finans oligarşisinin temel eğilimlerini temsil ediyor. Biri reformist ve demokrat görüntü verirken, diğeri liberal ve muhafazakar olarak boy gösteriyor. Biri Demokratlar, diğeri Cumhuriyetçiler olarak tanımlanıyor, ama her ikisi de ABD’nin emperyalist çıkarlarının ve dünya egemenliğinin temsilciliğini yapıyorlar. Yeni siyasal saflaşmalardan ve bölünmelerden uzak duruyor, ama başka partilerin gelişmelerini ve büyümelerini de engelliyorlar. Rejimin istikrarı ve sürekliliği için müesses nizamı koruyarak ve birbirlerini kollayarak ikili egemenliğin keyfini sürüyorlar. Bunu da tüm dünyaya “Amerikan demokrasisi” olarak yutturmaya çalışıyorlar.
Cumhuriyetçiler ve Demokratlar dışında Liberteryenler, Yeşiller, Komünistler, Sosyalist İşçiler ve Sosyal Demokratlar gibi başka partiler de var. Komünist Parti 1919’dan beri varlığını sürdürüyor. Ancak sol ve sosyalist partiler/güçler siyasal arenada bağımsız bir varlık gösteremiyorlar. Sınıfsal ve siyasal konumları ve siyaset yapma tarzları bu partilerin gelişip güçlenmelerini engelliyor. Solun önemli bir kesimi Demokrat Parti içinde faaliyet gösteriyor. Başkanlık seçimlerinde sesini duyurmaya çalışan Bernie Sanders ve Alexandra Ocasio-Cortez önderliğindeki grup, yine parti içinde örgütlü bir hizip olarak çalışan Amerika Demokratik Sosyalizm grubu, Demokrat Parti’nin solunu oluşturuyor. Bunların durumu CHP içinde partinin solunu oluşturmaya çalışan sol ve sosyalist güçlerin konumuna benziyor. Güneydeki eyaletlerde sağa kayan kimi küçük partiler, şehir meclislerinde kendilerini hissettirebiliyor. Kuzey eyaletlerinde daha özgürlükçü eğilimlerin oluşturduğu kimi küçük sol gruplar eyalet seçimlerinde etkili olabiliyor. İç ve orta bölgelerde ise daha muhafazakar eğilimler taşıyan siyasi ve dini grupların etkisi var.
Cumhuriyetçiler ve Demokratlar bu seçmen eğilimlerini dikkate alarak seçim propagandaları yapıyorlar. Ancak Avrupa’da ve bizde olduğu gibi ABD’de yurttaşlar otomatikman seçmen olamıyor. Seçmen olmak ve oy kullanmak için seçim bürolarına resmi başvuru yapılması gerekiyor. Yurttaşların partilerin seçim kampanyalarında çalışmaları için parti üyesi olmaları gerekmiyor. Faaliyetleri, üyeleri ve kitlelerle ilişkileri Avrupa’dakilerden çok farklı olan partiler, sadece seçim dönemlerinde adayların belirlenmesi sürecinde ortaya çıkıyorlar. Bunun dışında siyasal çalışmalar yapmıyorlar. Partilere üyelik için yasal gereklilikler de yok. Seçimlerden önce aday belirlenmesi için kurulan konseylere katılımlarda parti üyesi olunması gerekmiyor. Önseçimlerde hangi adayın o partiyi temsil etmesini istiyorlarsa ona oylarını veriyorlar.
Ülke genelinde demografik özellikler etkili oluyor. Demokratlar, doğu, batı ve kuzeydeki sanayinin, ticaretin ve kültürel birikimlerin geliştiği eyaletlerde, Cumhuriyetçiler ise az gelişmiş ve geleneksel yaşam sürdüren muhafazakarlığın egemen olduğu eyaletlerde etkili oluyor. İki parti arasındaki siyasal yarış egemen medya kanalları üzerinden bir yarışma programı niteliğindeki şovlarla yapılıyor. Yurttaşlar çoğunlukla ya sınıfsal ya dini ya da ulusal bağlılıkları nedeniyle iki partiden birini tercih etmek ya da oyunu kullanmamak gibi bir tercih yapmak zorunda kalıyor.
Dört yılda bir yapılan başkanlık seçimleri, Çin, Rusya, AB gibi emperyalist ülkeler her başkan değişimini kendi çıkarlarına göre yorumlayıp tutum belirlerken, ABD emperyalizmine göbekten bağlı olan ülkeler hangi başkan seçilirse seçilsin hazır olda durarak, kimi stratejik ortaklık, kimi müttefiklik ve kimi yandaşlık ruhuyla sadakatlerini gösteriyor. Daha seçim sonuçları belli olmadan Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun, “Müttefiklik ruhuyla ilişkileri devam ettireceklerini, geçmişte hem Cumhuriyetçi hem de Demokrat yönetimlerle müttefiklik ruhuyla uyumlu bir şekilde çalıştıklarını” söylemesi, 1946’dan beri sürüp gelen müesses nizam partilerinin geleneksel tavrını yansıtıyor. Bu da, Türkiye’de devrim, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde, emperyalizmden, devletten ve sermayeden bağımsız bir mücadele hattının önemini gösteriyor.