ABD yönetimi ile Tayyip Erdoğan iktidarı arasındaki ihtilaf karşısında nasıl bir tutum alacağız? “40 yıllık karı koca eşler bile her konuda anlaşamıyorlar. Bazen tartışıyorlar, sonra anlaşıyorlar” diyen Hazine Bakanı Damat Berat Albayrak’a kulak verip hiç aralarına girmesek mi? Çekirdek mi çitlesek? “Bugün ya Tayyip Erdoğan ile birlikte ABD emperyalizmine karşı Türkiye gemisindesin ya da Amerika gemisindesin!” diyen faşist demagoglara aldanıp emperyalizmin gemisi ile faşizmin gemisi arasında bir tercih mi yapsak? Yoksa kendimizi denizlere mi atsak?
***
Tayyip Erdoğan’ın ABD’ye karşı antiemperyalist bir direniş sergilediğini iddia edip onunla omuz omuza vermek gerektiğini savunanlar maalesef az değil. Ama Erdoğan’ın anti-emperyalist olduğuna inandıklarından değil; bir kısmınınki kontrgerillanın gedikli hizmetkârlığından, ötekilerininki de sosyal şovenizmle karışık ödleklikten… Ya da daha doğrudan söyleyelim. Bunların bir kısmı zaten faşist ve ait oldukları ittifakta yer almak için bahane uyduruyorlar. Diğerleri de faşizme teslim olmuş durumda ve faşizme karşı mücadele etmeyişlerine bahane uyduruyorlar. Yoksa AKP iktidarının ABD emperyalizmine karşı direndiği ve Erdoğan’ın emperyalizme karşı Türkiye gemisinde olduğu iddialarını bizzat Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu yalanlıyor.
Çavuşoğlu 20 Ağustos’ta USA Today için kaleme aldığı yazıda “Biz aynı zamanda en eski ve coğrafi olarak en stratejik konumdaki NATO müttefikiyiz ve en güçlü ikinci orduyla güney kanadının muhafızlığını yapıyoruz” diyerek emperyalizme hizmetleri ile övünüyor. “Kendi ülkesinin hayati derecede ulusal çıkarlar paylaştığı bir müttefiki yabancılaştırmak, kendi kendini engellemektir” diyerek de ortada iki ayrı gemi olmadığını, AKP iktidarının ABD emperyalizmi ile aynı gemide olduğunu itiraf ediyor.
Çavuşoğlu’nun sözlerinin özünü çarpıtmadan kendi dilimize tercüme edersek, emperyalizmin Türkiye gibi yeni-sömürge ülkelerde dışsal değil içsel bir unsur olduğunu, bu ülkelerin egemen sınıflarının çıkarlarının emperyalist çıkarlardan ayrı düşünülemeyeceğini, mevcut siyasi iktidarın da özünde “emperyalizmin çıkarları” olan bu çıkarları savunduğunu anlatıyor. Bu çıkarları kendi halkına karşı savunmak da öyle eşitlikle, özgürlükle, barışla, demokrasiyle, hukukla olmuyor. Faşizmden söz ediyorsak, bu faşizmin kökünde emperyalizmle dalaşan bir İslamcı- milliyetçilik değil, emperyalist çıkarları içselleştirmiş ve İslamcı-milliyetçi iktidarları şu ya da bu biçimde tercih eden egemen sınıf ilişkileri yatıyor.
***
Hal böyleyken, yanlış tutumlardan uzak durup, çözümsüz olmadığı belirtilen mevcut ihtilaf/kriz karşısında “Ne ABD emperyalizminin yanındayız ne de Erdoğan iktidarının” demekle de doğru tutum alınmış olmuyor. Aksine bu da “temiz kalma” ya da “hedef olmama” kaygılarının ağırlığı altında şekillenen bir tür siyasetsizlik oluyor. Krize bir yerden müdahale edilmeli. Çekirdek çitleyerek değil, fırtınalı denizin alternatifsiz iki gemisi olduğu iddia edilen emperyalizm ile faşizmin gemileri arasında bir tercih yaparak ya da kendimizi denizlere atarak da değil. Trump yönetiminin Türkiye’yi demokratikleştirme gibi bir derdi, Erdoğan iktidarının emperyalizmden kopmasının mümkünatı olmadığına göre… ABD emperyalizminin gemisi ile Erdoğan iktidarının gemisi diye iki ayrı gemi olmadığına göre…
Türkiye’deki faşizm özünde emperyalist çıkarları içselleştirmiş egemenlik ilişkilerinden türediğine göre… Bunlara göre bir öncelik belirlenmeli. Öncelik faşizme karşı mücadeledir. Emperyalizme karşı mücadele önemsiz ya da ihmal edilebilir değildir ancak o da faşizme karşı mücadeleye tabidir.
Bu yazı www.sendika62.org ile eş zamanlı olarak yayımlanmaktadır.