Rahmet, sabır, başsağlığı ve geçmiş olsun dilekleri ile kameralar karşısına çıkan iktidar yetkililerine karşın, halkın yardımına koşmak için sınırları aşanlardan, emek gücünü katanlardan da bahsetmeden olmaz tabi…
Gülistan Azak
Merkez üssü İzmir’in Seferihisar ilçesinde 30 Ekim’de saat 14.51’de meydana gelen ve yerel bilgilere göre 6.9, dünyanın ise 7 büyüklüğünde servis ettiği depremde yıkılan binalarda enkaz altına kalanları kurtarma çalışmaları devam ediyor. Şu ana kadar 83 kişinin yaşamını yitirdiği depremde, yurttaşların açık alanlardaki bekleyişi sürüyor.
Deprem, dünya deprem skalasında çok etkin görünmese de Türkiye’nin kendi şahsına münhasır mimarlık anlayışı ve kamu otoritesi nedeniyle depremin çok daha büyük sorunlara yol açtığı açık. Türkiye’de görülen birçok depremler gibi İzmir depreminde de şunu söyleyebiliriz ki, eğer bu binalar da gerekli teknolojik özelliklere sahip inşa edilse ya da böyle alüvyonlu dere yataklarına binaların yapımına izin verilmeseydi bu deprem yine olacak ama bir doğa olayı olarak kalacak, büyük bir afete dönüşmeyecekti!
Biliyorsunuz ki, İmar affı 2 yıl önce çıktı. Yalnızca enkaz aramalarının hala sürdüğü Bayraklı’da 34 bin ruhsatsız yapı olduğu belirtiliyor. Bu ruhsatsız 34 bin yapı bir bedel için ruhsatlı hale getirildi, hem de öyle hiç kontrol edilmeden yalnızca internet üzerinden. Depremde zarar gören ve yıkılan evlerin yapısına bakıldığında durum her ne kadar müteahhitlerin sorunu olarak değerlendirilse de yaşananların nedenleri birbirine bir zincirin düğümleri gibi bağlı. İmar affını çıkaran parlamenter ise bu suça ortak olanların başındadır. Daha iyi bir yaşam için söz vermeleri karşılığında oylarını aldıkları halkın ölümüne yol açtıkları için.
Bu nedenle deprem bir kez daha “Deprem değil bina öldürür”, “Deprem değil, seçilenler öldürür” gerçeğini göstermiş, “Depreme nasıl hazırlıklı olacağız” sorusunu beraberinde getirmiştir.
Bu anlamda 31 Kasım tarihinde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından depremin sonuçlarının sorumlularına ilişkin başlattığı soruşturmanın da takipçisi olmak önemli bir yerde duruyor.
“Depreme nasıl hazırlıklı olacağız” sorusu için düşünülen tedbirlere ilişkin olası İstanbul depremini düşünmenin artık daha hayati olduğu ortada. Deprem hazırlığı kapsamında ileri sürülen “Kentsel dönüşüm programı”nın “rantsal dönüşüm programı” olarak sunulduğu bir gerçeklikte, umalım ki İstanbul’da beklenen deprem olmasın.
Rahmet, sabır, başsağlığı ve geçmiş olsun dilekleri ile kameralar karşısına çıkan iktidar yetkililerine karşın, halkın yardımına koşmak için sınırları aşanlardan, emek gücünü katanlardan da bahsetmeden olmaz tabi…
Bu dayanışmanın büyüklüğü ve sıcaklığı karşısında söyleyeceklerim, söylemek istediklerim karşısında yetersiz kalır. Temel ihtiyaçlara gelen zamma, her geçen gün daralan alım gücüne rağmen geri durmayanların dayanışması gösteriyor ki, deprem gerçeğini bilen ve buna gönülleriyle hazır olan halktan başkası değildi. Bilhassa da kadınlar…
Tabi, 17 Ağustos 1999 depremi sonrasında “deprem vergisi” olarak toplanan, 144 milyon TL’nin nerelere harcandığının hala bilinmemesine karşın…