Ülkemizde her şey bir anda oluyor, bir anda bitiveriyor, sanırım gündem tüketme noktasında bir yarışma olsa ülke olarak ilk gelebilme ihtimalimiz bayağı yüksek. Bir diğer sorunumuz da anlık düşünüyor, anlık üzülüyor, anlık dert ediyoruz, anlık kafa yoruyoruz, en fazla bir mesele üzerine konuşmamız birkaç gün ya da en geç bir haftada hiçbir şey olmamış gibi kaldığı yerden devam ediyoruz.
Bir de Ortadoğulu olmaktan mıdır ya da bu coğrafyanın kaderi mi? Ya da Şeyhmus Diken’in kitabına verdiği adın sayfalarında geçen bir gerçeklik mi?
Coğrafya Kederdir…
Zira kolay ölüyoruz, bir trafik kazasından iş kazasına/iş cinayetlerine, maganda kurşunlardan hiç alakamız olmayan bir kavgada ölüme ya da bir yerde bir patlamada ölümlere kadar, ucuzlaştırdık mı ya da ucuzlaştırılan şeyin kolaylaştırılması mıdır bu ölümlerin açıklaması…
Çok uzağa gitmeden, uzatmamak adına da hemen meseleye giriş yapmak yerinde olur sanırım. Yine depremle sarsıldık, ha unutmadan birkaç ay öncesi, Elazığ mıydı, sonra Bingöl müydü, evet hafızayı zorlarsak çok yer gelir ama bugün “duyar kasmak” sırası İzmir’de. Zira diğerlerine ayırdığımız sürenin sonuna geldik, farkında mıyız sosyal medyada bile kaçıncı “geçmiş olsun” bu.
Kabul edilmeyen her acı gerçek, bir daha başımıza gelecek felaketin habercisi olur. Zira yaşadıklarımızla yüzleşmiyoruz, birkaç gün üzülüyor, sosyal medyada birkaç tweetle işi bitiriyoruz. Ama bir hakikat olduğunu kabul edersek, ona göre davranmamız gerektiği açık, belki de bundan kaçıyoruzdur, zira sorumluluk getirir hakikat.
Deprem de bu ülkenin günbegün kendini açıkça hissettiren hakikati. Ama yaşandıktan sonra pek de bir adım atıldığı söylenemez. Yoksa birileri şunu mu diyecek ama bakın afet bölgesi ilan edip, hemen ihale açıp birkaç taşeronla aynı binaların yerine aynı binaları kaldırırız, ne ki yani çok iyi bir müteahhit de bulduk mu adını koyarız kentsel dönüşüm yaparız, meseleyi çözeriz ya da gerçekten çözeriz mi?
Çözebiliyorsak, buyurun kentsel dönüşüm yapalım ya da bunu yapamıyorsak halk yine çarpık kentleşme ile devam etsin, sonra imar affı çıkartır, kaçak yapıdan çıkarır, resmiyete taşırız, değil mi böyle de çözeriz, çözebiliyorsak böyle çözelim. Çözüm seçeneği evet çok fakat hepsini denedik ve çözüm seçenekleri diye sunulan, aslında rantın bir diğer yüzü. Ki depremin üstünden iki gün geçmeden hemen bir dönüşümden ne kadar yapı kurulacağına kadar konuşulmaya başlandı…
Bugün en açık göze çarpanı dere yatağında yapılaşma, güncel haliyle İzmir’e bakınca yıkım en çok Bayraklı’da var, neden mi bütün yapılaşmalar kurutulmuş derelere yapılmış. Hal buyken zemin elbette sağlam değil, bundan ötesi dere yatağına yapılaşmadan bahsetmişken, İstanbul’da ve kimi şehirlerde her yaz su sorunu yaşanmakta. Fakat ilginçtir dereler kurutulmakta. Mesela yine birkaç gün önce, kıyı koruma kanununda değişikliklerle beraber, denizler de doldurulup yapılaşmaya açılacak ve elbette sonumuz yine aynı olacak…
Bunların yanında bir sorun daha yapıların kontrolü yok, mesele yıkılan bir binanın altındaki marketin dükkânı büyütmek için kolonları kaldırma meselesi var. Yetkililerin bunu acaba düşünmesi gerekmez mi, zira yetkili olmak deyince sadece yapılaşma izninden ruhsata, ruhsattan tapu işlemlerine kadar mıdır, bununla bitiyor mudur yetki?
Ve evet zemin sağlam değil, zemin…
Zemin zihniyettir, bu saydıklarımızın sadece birkaçı, oysaki zihniyetin değişmesi gerekmektedir. Ya evet, bu değişim uzun sürecektir, hele ki bu coğrafya insanı olmaktan, yöneticisi olmaktan, ama bari tartışmaya açsak. Mesele kentleşmenin, bir halk sağlığı sorunu olmasından başlarsak, bunun için yasal düzenlemelerin sağlam zemini yaratılsa, bir konut için verilen imar izinlerinden kullanılacak tuğlasına kadar hepsinde kontrolü ele alsak ya da en önemlisi rant odağı olmaktan çıkarsak, ihtiyaç mıdır, değil midir, düzleminden baksak, dikey mimariden yatay mimari tartışmalarına kadar yeniden yeniden evet her şeye yeniden başlasak…
Zira zemin sağlam değil, her gün altında kalıyoruz ve yine Yılmaz Odabaşı’ndan bir alıntıyla:
“İnsanlar küçüldükçe, ölüm büyüyor ve herkes seçmediği yasalarla ölüyor…! Herkes ölüyor…!”