Erdoğan’ın ‘Kültür alanında iktidar olamadık’ sözlerinin tartışıldığı şu günlerde, ‘kültürel iktidarın’ pratikte ne anlama geldiği konusunda tarihteki en iyi örneği hatırlamadan olmaz: İşte Nazilerin ‘Kültür İktidarı’ ve hazin sonuçları…
M. Ender Öndeş
“Barış, çalışma, onur ve özgürlük her milletin en kutsal varlıklarıdır ve halklar arasında dürüst bir şekilde bir arada yaşamanın ön şartıdır. Gücümüzün ve yeniden kazandığımız birliğin bilinci, iç ve dış barışa çekincesiz hizmet etme konusundaki samimi irademiz, imparatorluğu yeniden inşa etme görevlerimizin derin inancı ile şerefimize ve vatanımıza aykırı hiçbir şeyi yapmama kararlılığımızı, bu tarihsel anın ciddiyetine binaen size sadakatimizin, bağlılığımızın yeminini mutlulukla takdim etmek için huzurunuzdayız Sayın İmparatorluk Şansölyesi…”
Yukarıdaki belagatli metin Vossische Zeitung’da yayınlandığında, tarihler 26 Ekim 1933’ü gösteriyordu ve aslında her şey bir zincirin halkaları gibiydi. Reichstag provokasyonu gerçekleşmiş, 5 Mart seçimlerinin ardından 23 Mart 1933’teki Yetkilendirme Yasası’yla Adolf Hitler tüm ülkenin tek hâkimi haline gelmişti.
İtaat yemini
Orijinal ismi, Gelöbnis treuester Gefolgschaft (Sadakat yemini) olan ama sonradan “88 Alman yazarın bağlılık andı” olarak anılan metin, bu anlamda bir halkanın tamamlanmasıydı. Gerçi o günlerde doğru dürüst yazarların çoğu çoktan Almanya’yı terk etmişlerdi; ama listede yine de şaşırtıcı isimler vardı.
Daha sonra, 1934’te, “Kültür İşçilerinin Çağrısı” geldi. O daha da beterdi! Çağrı, “Führer bizden ona güvenmemizi ve sadakatle yanında olmamızı istedi. Gerektiğinde bunu ifade etmekten hiçbirimiz imtina etmeyeceğiz” diye bitiyordu. O günlerde bir yemin furyasıdır gidiyordu zaten. Profesörler, yargıçlar, akla gelebilecek bütün kesimler yemin için adeta sıraya girmişlerdi.
Yeni kuşakları biçimlendirmek
İktidar tam olmalıydı! Politikada iktidar olup kültürde iktidar olamamak, özellikle yeni yetişen kuşakların zihnini biçimlendiremiyor olmak Naziler için düşünülemezdi. ‘Editör Yasası’ bu yoldaki en güçlü adım olarak geldi.
En üst kurum, tabii ki doğrudan Joseph Goebbels’e bağlı olan Propaganda Bakanlığı’ydı. Goebbels, 13 Mart 1933’te bakan olduğunda, ilk işi Yahudiler ve Nazi karşıtı yazarlar tarafından yazılmış 20 binden fazla kitabı 10 Mayıs 1933’te Berlin’in Bebel Meydanı’nda yaktırmak olmuştu. İkinci adım olarak 22 Eylül 1933’te kurulan Reichskulturkammer’ın (Reich Kültür Odası) amacı çok netti: “Kültürel ifade biçimleri ile devletin ideolojik propagandası arasında artık uyumsuzluk olamaz. Bu nedenle tüm entelektüel ve sanatsal yaşam merkezi bir kontrole tabi tutulmalıdır.”
Tek patron Goebbels!
Başkan tabii ki yine bizzat Goebbels’ti. Oda, şemsiye kuruluş olarak yedi ayrı bölümden sorumluydu: Reichsfilm (Sinema), Reichsmusik (Müzik), Reichstheater (Tiyatro), Reichspresse (Basın), Reichsschrifttums (Edebiyat) , Reichskammer der bildenden Kämmen (Güzel Sanatlar) ve Reichsrundfunk (Radyo). Böylece odalar toplam 250 bin üye ile tüm kültürel hayatı kapsar hale geldi. Reich Kültür Odası 12 Şubat 1934’ten itibaren Alman İşçi Cephesi’nin (DAF) üyesi oldu.
‘Yerli ve milli’ sanat için
Reich Kültür Odası’nın yönetmelikle tanımlanmış ana görevi “Alman kültürünü halkın ve Reich’in sorumluluğuna vermek, kültürel mesleklerinin ekonomik ve sosyal işlerini düzenlemek” gibi görünse de asıl mesele Nazi rejimini alana tümüyle hâkim kılmaktı. Resimden mimarlığa, sinemadan tiyatroya tüm kültür çalışanları, çalışmaya devam etmek için odalardan birine kayıtlı olmak zorundaydı. Kayıt olmayanlar tasfiye edildiği gibi fiilen de yasaklanmış oluyordu. Yeterli Aryan kan taşımayanlar (yarım ve çeyrek kan Yahudiler dâhil) tüm kişiler zaten baştan yasaklıydı ama rejime uymayan diğer sanatçılar, Goebbels’in “Kültür Bolşevikleri” diye tanımladıkları da kara listedeydi. Goebbels açık sözlüydü: “Sadece odaya üye olanların kültürel hayatımızda verimli olmasına izin verilecek. Üyelik sadece giriş koşulunu yerine getirenlere açıktır.”
Gestapo’nun sanat anlayışı!
Bütün bu oda sisteminin en önemli sonucu ise kültür alanında büyük bir ihbar furyasının kapılarını açması, polis ve Gestapo’ya raporlar sunarak binlerce insanın katledilmesine ya da yasaklanarak entelektüel ölü haline getirilmesi oldu. Zaten SS subayı Hans Hinkel, “Aryan olmayanların denetiminden sorumlu komisyon üyesi” olarak görevliydi.
Nazi terörü öncelikle Yahudileri vurdu elbette. 1936’nın sonunda Goebbels, “yarım ve çeyrek Yahudilerle evli olan herkesi” listelere dâhil ederek bu yönergeleri iyice sıkılaştırdı. Öyle ki, muhafazakâr yazarlar ve hatta Nazi devletine sempati duyan yazarlar bile hedef alındı.
Enkazdan çıkan yeni sanat
Elbette herkes bu çamura bulanmadı. Birçok tanınmış sanatçı, Nazilerin kendileri ve ülkeleri için ne anlama geldiğini gördüler. Thomas Mann, Bertolt Brecht gibi yazarlar ve sanatçılar ülkeyi terk ettiler. Birçoğu ise gaz odalarında can verdi. Nazilerin Alman sanatına getirdikleri tek ‘yenilik’ ise “Milli Sanat” adı altında korkunç bir yozluk ve hafiflikti. Savaş başlayınca zaten bütün sözde sanat türleri “ordunun ve halkın moralini” yükseltme görevine koşulurken, estetik kaygılar SS subaylarının kaba saba tercihlerine kurban edildi.
Sonuçta, Nazilerin “Kültürde iktidar olma” hevesi, Almanya’yı kocaman bir kültürel çöl haline getirdi. Irkçılık, Alman sanatının iliğini kuruttu ve geriye boş bir kabuk bırakırken, Almanya savaş sonrasında göç etmiş olanların geri dönüşüyle canlanabildi. Bu arada, Nazilerin ‘Dejenere Sanat’ eserlerinin çoğunu imha etmeyip sattıkları, ayrı işgal ettikleri ülkelerden yağmaladıkları çok sayıda sanat eserinden de iyi para kazandıkları yıllar sonra ortaya çıktı.
‘Milli ve yerli’ sanat da bir yere kadar yani! O kadar iktidar olmanın parasal bir karşılığı da olmalıydı, değil mi?
Nazi Kültürü: Yedi odalı cehennem!
Reichskulturkammer’ın yedi odası da aslında tek bir amaca hizmet ediyordu: Üstün ırkın kültür ve sanatını Yahudi ve komünist etkilerden arındırmak, Alman halkının zihnini yeniden biçimlendirmek. Goebbels’in demir yumrukla yönettiği odaların tümünün asıl görevi buydu.
Müzik Odası
Odaların katı bir bürokratik düzeni vardı. Örneğin, üye sayısı bakımından en büyüğü olan Müzik Odası, tamamen hiyerarşik organize edildi. Goebbels, özellikle bu alana önem veriyor, Alman müziğini Yahudi ve yabancı etkilerden arındırmak için çaba gösteriyordu. Böylece “iyi Alman müziği” tanımına girmeyen müzik ve besteciler kullanımdan kaldırıldı ve yasaklandı. Oda, Yahudi besteciler Mahler, Mendelssohn ve Schoenberg ve ayrıca bir Yahudi ile evlenen Debussy dâhil olmak üzere geçmişin çeşitli büyük bestecilerini yasakladı. Hindemith, Stravinsky ve benzerleri gibi müzikleri müstehcen veya vahşi olarak suçlanırken, caz ise “Negro Müzik” olarak damgalanıp yasaklandı. Giderek askeri marşlar ve hamaset dolu şarkılar ortalığı kaplarken, yüzlerce yıllık Alman müziği köreltildi.
Film Odası
Reichsfilmkammer, kısa sürede bütün Alman film endüstrisini kontrol altına aldı. 1934’ten itibaren film prodüksiyonunun (yapım, dağıtım, sinema) herhangi bir alanındaki herkes üzerinde tam bir denetim kurulmuş, sinema endüstrisinin düzeni (bilet fiyatları ve reklamlar dâhil), faaliyeti tek elden yönetilir hale gelmişti. Goebbels liderliğindeki Alman sinemasında genel olarak filmlerin kontrolü, sansürü ve Aryanlaştırılması üzerine odaklanılmıştı. Goebbels’in filmleri, doğrudan Nazi rejiminin propagandasına ve boş eğlence yapımlarına yönelmişti.
Tiyatro Odası
Reichstheaterkammer, Propaganda Bakanlığı’na bağlı olarak 1936’dan itibaren, Alman tiyatro yaşamının mevcut bütün kurumlarını kendi denetimine aldı. Bütün dernek ve sahneler artık onun elindeydi. Sadece Oda üyeleri, Almanya’da herhangi bir sahnede yer alma hakkına sahipti. Safkan Alman olmak zaten üyeliğinin ön şartıydı ve bu yüzden Yahudi aktörler kapıdan içeri giremiyorlardı. Ayrıca, bir tiyatro okuluna kabul edilmek için önce Oda’da sıkı bir mülakattan geçmek zorunluydu.
Basın Odası
Reich Basın Odası, 1 Kasım 1933’te kuruldu. Ve tabii ki Oda üyeliği, basın alanında çalışmanın ön şartıydı. Ama Reichspressekammer, sadece insanlarla değil bütün sektörle ilgiliydi. Bütün gazeteler, dergilerin yanında, matbaalardan, kâğıt sektöründen son satıcı bayilere kadar her alanda kontrolü elde tutuyordu.
Edebiyat Odası
Reichsschrifttumskammer, ülkede kitaplarla ilgili her şeyden sorumluydu. Yazarlar, yayıncılar, kitapçılar ve kütüphaneciler… Görevi, edebiyat alanında kişilerin kabulü, dışlanması ve kontrol edilmesiydi. Yahudilik, eşcinsellik veya sabıka kaydı… Önceleri kitaplar için iki liste vardı: Birincisi, zararlı ve istenmeyenler. İkincisi ise, alenen reklamı yapılmayan, yalnızca belirli yerlerde 18 yaş üstüne satılabilenler… Ancak bu uzun sürmedi ve Goebbels tam kitap yasağı kararnamesini yayınladı.
Güzel Sanatlar Odası
Reichskunstkammer’in de birinci amacı Almanları “yozlaşmış sanat”tan korumak, milli sanatı geliştirmekti. Sergilere kabul edilmek için Oda üyeliği şarttı. Bu yüzden birçok sanatçı göç ederken, bazıları ise portreler, natürmort, manzara resmi veya apolitik natüralizm gibi zararsız işlere yöneldi; çoğu da toplama kamplarında can verdi. 1936’da modern sanat yasaklandı ve birçok sanat eseri müzelerden kaldırıldı. Blubo olarak kısaltılan kan ve toprak, tüm kültür alanında da Nasyonal Sosyalizmin temel sloganıydı. Vatan sevgisi, Nasyonal Sosyalist mücadelenin erkekçe erdemleri ve kadınların anne olarak resmedilmesi… Kısaca ifade edildiğinde: Kinder, Küche, Kirche! (çocuklar, mutfak, kilise). Heykelde ise çıplak ve tamamen kusursuz safkan erkek heykelleri dönemin en bilinen figürü oldu.
Yayın Odası
Naziler özellikle radyo gibi çok yaygın etkisi olan bir aracı çok önemsediler ve bu konuda hiç alçagönüllü değillerdi. Goebbbels, açıkça söylemişti: “Bunu gizlemiyoruz: Radyo bize aittir, başka hiç kimseye değil. Radyoyu fikrimizin hizmetine sunacağız ve burada başka hiçbir fikrin söz hakkı olmayacak.” 3 Temmuz 1933’te kurulduğu günden itibaren Reichsrundfunkkammer, “Führer’in iradesine hizmet etmek” ve “devlet liderliğini ve ulusal topluluğu birleşik bir bütün haline getirmek için” tüm halka radyo ile nüfuz etmeyi amaçladı.
Ateşle arındırmak!
6 Nisan 1933’te, Alman Öğrenci Birliği, ulusal çapta “Alman Olmayan Ruha Karşı Eylem” ilan etti. Bu durum, “toptan temizlik” (Säuberung) ile en üst noktaya ulaştı. 10 Mayıs’ta öğrenciler “Alman olmayan” 20 bin kitap yaktı. Birçok üniversite kentinde sağcı öğrenciler ellerinde meşalelerle “Alman olmayan ruha karşı” yürüyüş düzenledi. Goebbels’in konuşmasını dinlemek için Berlin’de 40.000 kişi toplandı. Kitapları yakılan yazarlar arasında kimler yoktu ki… Bertolt Brecht, Karl Marx, Ernest Hemingway, Thomas Mann, Erich Maria Remargue, Franz Werfel, Max Brod, Stefan Zweig, Heinrich…
‘Dejenere sanat’ sergisi
Naziler, ‘dejenere’ diye niteledikleri avangard sanat yapıtlarını müzelerden toplayıp, Dejenere Sanat başlıklı bir gezici sergiyle 112 sanatçının 650 yapıtını ibret olsun diye dolaştırdılar. Yalnızca Münih’de iki milyon kişi sergiyi gezdi. Resimlerin çoğu çerçevelerinden sökülerek, asıldıkları duvarlara aşağılayıcı sloganlar yazılarak sergilendi. Aynı sıralarda Münih’de Hitler’in onayladığı ‘klasik’ eserlerden oluşan Büyük Alman Sanatı Sergisi de açılmıştı ama kötü kader! ‘İyi’ sanat, ‘kötü’ sanatın ancak yarısı kadar izleyici çekebildi. Hitler’in sergisi, tam bir hayal kırıklığı oldu.