Güvenin nerede başladığı bilinir, hatta ders bile çıkarılır. Fakat güvenin nerede ve neden bittiği hatıralara bile konu olmaz çoğu zaman. Çünkü hayal kırıklığı kolay kolay kabul edilen bir durum değildir. Bahaneler bulunur, farklı sebepler üretilir, yaşanmamış olaylar vuku bulur olmamış bir geçmişte. Geçmiş olacak ki bir gelecek var edilsin. Yeter ki gidilecek bir yol olsun, kimden ve neden dönüldüğünün kıymeti harbiyesi yok.
Zamanlar olur, savaşın içinde kıyametler kopar. Gündelik haber bültenlerine girenler bir arşiv oluşturur. Girmeyenler kendi yaktığı ateşte küle döner, belki bir gün bir nefes onu yeniden kor edip küllerinden yaratır. Bazen bir kıvılcıma tek bir rüzgâr yeter, öyle bilinir, öyle de yeniden yaratılır hayat.
Kayyum mevzusu kavram değiştirse de esas olarak seçme ve seçilme bir hakkına saldırıdır. Türkiye’nin tabi olduğu ulus devletin geçmişten günümüze bir pratiğidir. Ana amaç sömürgeleştirmeyi sürdürmektir. Nihayetinde bu devlet sömürgeleştirdikçe kendini yeniden üretmiştir. Hâlâ da bundan medet umup aynı devlet aklıyla kendini sürdürüyor.
Kürt Özgürlük Hareketi’nin başlattığı özyönetim ilanında yaşanan çetin savaştan sonra devlet seçilmiş belediye eşbaşkanlarının yerine ilçelerde kaymakamları, şehirlerde valileri kayyum olarak atamaya başladı. Bu Kürtlerin seçme ve seçilme hakkına bir darbeydi. Aynı zamanda Kürtlerin seçtiği belediye eşbaşkanları cezaevine kapatıldı.
10 Kasım 2016’da, Mardin’in Derik ilçesinde kayyum olarak atanan Kaymakam Muhammet Fatih Safitürk makamında bombalı saldırıya uğradı. Bu olay aynı zamanda Derik Belediyesi’nde bir operasyona dönüştü. Belediyede çalışan işçisinden memuruna, ailevi olarak siyasi geçmişi bulunan kim varsa ihraç edildi. Çünkü devletin atadığı kayyum öldürülmüştü. Bu aynı zamanda bir ilkti.
İlk başta Kürt Özgürlük Hareketi adına sosyal medyada yapılan bir duyuruyla kayyuma yapılan saldırı üstlenildi. Sonrasında ise herhangi bir açıklama yapılmadı. Öte yandan belediyede günah keçileri arandı. İlk başta kayyum Safitürk’ün Yazı İşleri Müdürü Mehmet Şerif Mesutoğlu ve bazı belediye çalışanları gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar ağır işkencelerden geçirilip tutuklandı. Bir süre sonra da Mesutoğlu hariç herkes bırakıldı. Safitürk cinayetinden önce ise Suriyeli mülteciler için açılan çadır kentte milyonluk yolsuzluk ve fuhuş iddiaları gündemdeydi ve Safitürk bu olayı araştırıyordu. Bunun için kalp krizi sonucu hayatını kaybeden bir devlet memurunun ölümünden şüphe duyulduğu için mezarı dahi açıldı.
Kürt Özgürlük Hareketi adına sosyal medyada yapılan açıklama, Ceylanpınar’da 2 polisin öldürülmesinde yapılan kuşkulu açıklamayı akıllara getirdi. Nihayetinde Özgürlük Hareketi hedef belirlediğinde sürekliliği esas alır. Oysa kayyum Safitürk olayından sonra hiçbir kayyum hedef alınmadı. Nasıl ki Ceylanpınar’da polislerin kuşkulu ölümünden sonra çözüm süreci bittiyse, aynı zamanda Safitürk’ün ölümünden sonra da belediyeler birer emniyet birimine dönüştü, halk belediyelerden uzaklaştırıldı ve aynı zamanda devlet otoritesinin yeniden tesisi yaşandı. Sonuçta Kobanê olaylarından sonra gürleşip siyaset üstü bir meydan okumayı inşa eden yeni Kürt kuşağının güçlendirdiği yerel yönetimler bu şekilde kriminalize edildi ve bir isyan gerçeği unutulmaya terk edildiği gibi yerel bir devlet yanlısı Kürt kuşağı ikame edilmeye çalışıldı.
Tüm bunların sonucunda Safitürk cinayetinde günah keçisi olarak ilan edilen Mehmet Şerif Mesutoğlu 2 ağırlaştırmış müebbet ve 28 yıl hapis cezası aldı. Neden Mesutoğlu seçildi denilirse, olan da şu: Mesutoğlu’nun bir abisi Kürt Özgürlük Hareketi’ne katıldı ve bir kardeşi de özyönetim savaşına katılıp Şırnak’ın İdil ilçesinde hayatını kaybetti. Mesutoğlu haksız yere mahkûm edildiğini belirtip birkaç defa açlık grevi ve ölüm orucu eylemlerine girdi fakat ailesinin ve STK’lerin araya girmesiyle eylemine son verdi.
Tüm bunların yanı sıra Safitürk’ün ailesi bu davaya müdahil oldu ve cinayetin devlet içi bürokrasi tarafından işlendiğine dair ifadelerde bulundu. Aile, dönemin Mardin Büyükşehir Belediyesi kayyumu Mustafa Yaman ve Derik eski Emniyet Müdürü Hakan Kutluay’ın olayın içinde olduğunu iddia etti. Geçtiğimiz günlerde ise kayyum Safitürk’ün abisi Ali Haydar Safitürk iddianameyi hazırlayan Cumhuriyet Savcısı Serdal Öztürk tarafından tehdit edildiğini duyurdu.
Dava sürecinde Mesutoğlu hakkında ifade veren Devran Aslan, “İfadem savcının gözleri önünde kafama silah dayanarak alındı” iddiasında bulunmuştu. Aynı şekilde Safitürk’ün iyileşebileceği fakat kayyum Yaman’ın doktorların itirazlarına rağmen sağlık çalışanlarına baskı kullanarak Safitürk’ün Antep’e sevk edilmesine neden olduğu, olayın yaşandığı binanın soruşturma devam ederken yıkıldığı, olaya etki edecek emniyete ait 155 kayıt sisteminin bulunduğu hard diskin bozuk olduğu öne sürülerek açılmadığı, Safitürk’e ait cep telefonunun içindeki bilgilere ‘telefonun tahrip olduğu’ ve ‘şifresinin açılamadığı’ iddiaları basına yansımıştı. Davada adı geçen Yaman’ın bulaştığı Mardin Büyükşehir Belediyesi’ndeki yolsuzluk operasyonları ise İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun kente gelişinden sonra bir anda durdurulmuştu.
Geçtiğimiz günlerde HDP Mardin Milletvekili Pero Dündar, Safitürk’ün faillerinin ve olayda sorumluluğu olanların araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılması için Meclis Araştırması Komisyonu’nun kurulmasını istedi. Dündar, aynı konuda Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün yanıtlaması istemiyle Meclis’e önerge de verdi. Devlet içi bürokrasi tarafından öldürülen kayyum olayı, aslında hükümetin ikame ettiği yönetim şekli içinde gerçekleşen birçok yolsuzluk olayından birinin dışavurumudur.
Sonuç olarak devlet açısından kayyum idaresi, bir ‘müesses nizam’ olduğu gibi kaybedilen yerel otoriteyi yeniden kurmak için yaratılan yerel işbirlikçi bir ağ tesisinin contasıdır. Bunun için devletin görevlisi veya temsili olsun, çıkar ilişkilerinde bertaraf olmaya her daim adaydır. Bu, 97. yılını kutlayan Türkiye Cumhuriyeti için vazgeçilmez bir pratiktir.